Mahmut Hoca'yı nasıl bilirim?

Mahmut Hoca'yı nasıl bilirim?

İsmail Ağa Camisi şeyhi Mahmut Ustaosmanoğlu vefat etti. Cami tarihî. 1723''te Şeyhülislam Ebu İshak İsmail Efendi yaptırmış. Tarikat mensuplarına göre bir feyz mektebi. Beni şaşırtan Hoca''ya hiçbir dönemde dokunulmaması. 27 Mayıs geçiyor, 12 Mart geçiyor, 12 Eylül geçiyor, 28 Şubat geçiyor ama Hoca -yanlış biliyorsam, müritleri düzeltsinler- hep aynı camide imamdı. (1954''ten 1996''ya kadar resmî imamlığını sürdürmüş.)

Kanunen tarikat ve tarikat emareleri yasaktı ama, İsmail Ağacılar, kendilerine özgü, sarıklı, cübbeli, şalvarlı giyimleriyle hep ortalıktaydılar. 28 Şubat vetiresinde, ekranlarda polislerin sarıklıların, cübbelilerin peşine düşmelerini, kovalamacaları seyretmiştik. İsmail Ağacılar hiç oralı olmadılar. Giyimlerinden asla vazgeçmediler. Çünkü onların inancında, bu sarık, bu cübbe, bu şalvar İslâmiyetin alâmetlerindendi. (Hz. Peygamber zamanında uzun etek giyiliyordu; şalvar yoktu. Sünnet-i seniyyenin yerine getirilip getirilmediğini ben tartışmam. Arabistan''da iklim şartlarında öyle bir giyim tercih edilmiş ve o giyim gelenek hâline gelmişti. Hepsi bu. O ülkenin sıcağında yaşayanlar bilirler. Ben bir süre yaşadım. Entarinin rahatlığını fark ettim ama hiç giymedim. Diyeceğim şu: Bu tür giyimleri İslâmın şartı gibi sunulması, kabul etsinler, dinimiz için büyük arıza.)

Caminin sokağında birkaç bina ötede bir dairede bir süre oturmuştum. Mahmut Hoca''nın ardında namaz kıldım. Vaazını da dinledim.

12 Eylül 1980 Darbesi olduğu gün o sokaktaki evimizdeydik. Sokağa çıkma yasağı ilan edilmişti. Cuma günüydü. Dedim, herhâlde kimse camiye gitmeyecek. Cuma vakti yaklaştığında sarıklı cübbeli İsmail Ağa Cemaati camiye doğru akın ediyor. Yasak dinlemediler, cuma namazını kıldılar.

İsmail Ağacılar birbirlerine "ihvan" derler. Bir "ihvan"ın sütçü dükkânı vardı. Caminin avlu kapısının karşı sokağında idi. İlk çocuğum daha çok küçük. Erken saatte sütçünün önü kalabalık olurdu. Sütçü "ihvan"ını gözetirdi. Açıkça söylerdi de. Kalırsa biz alırdık! Kabullenemezdim. Mim koymuştum. (O yavrum, irfan ordusuna katıldı; şimdi üniversitede "Doç." sıfatıyla ders veriyor.)

Hoca''nın hanımı rahatsızdı. Hoca camide fazla kalmaz, yakındaki evine geçerdi. "Hocamız hanımının bakımını kimseye bırakmaz, çocuklarına bile... Kendisi bakar." demişlerdi. Yanlış hatırlamıyorsam giriş kattaydı. Hanımı, rahatsızlığının verdiği sıkıntıdan olsa gerek çoklukla pencereden dışarıyı seyrederdi.

Hoca elini öptürmezdi. Uzandıklarında, elini hemen çeker, uzanan ele şöyle bir dokunurdu. Tarikatlarda tevazunun bir örneği olarak el öptürmeme gösterilir.

Yanılmıyorsam bir bayram namazı öncesi Hoca vaaz veriyordu. Sözleri arasında yalnız "yular" kelimesi aklımda kalmış. Kravat takanlara kızıyordu. "Yular takıyorlar." mealinde bir söz etmişti.

Hoca, bir gün camiden çıkmış, hemen dış kapının önünde bir Mercedes''e biniyordu. Benim hayretle baktığımı fark eden yanımdaki cübbeli, "Almanya''dan bir müridi hediye etti." demişti.

Hocanın evlerde televizyon seyredilmesini de yasakladığını söylemişlerdi. Ama yasak elbette dinlenecek gibi değildi.

Bir Orta Asya ülkesindeyim. Bir camide mi, bir başka mekânda mı karşılaştım, aklımda değil, giyimiyle İsmail Ağa müridini andıran bir genç, siyah bürükler giyinmiş hanımlara, önünde bir rahle, üzerinde Kur''ân, ders veriyordu. Sonra konuştum. Tatlı dilli, cana yakın bir genç. Tahminimde yanılmamışım. İsmail Ağa cemaatindenmiş. O ülkeden bir hanımla evlenmiş. Cemaatin bir şubesini açmış mı diyeyim, tekke kurmuş mu diyeyim, bilemedim, tarikat faaliyeti yürütüyordu. Kendisini sevmiş ve teşvik edici sözler söylemiştim.

Tarikatlara, cemaatlere karşı tavrım belli. Onların İslâmı, şeyhlerinin ihata ettikleri alan kadar. Ama yurt dışı faaliyetlerini önemserim. Propaganda için Türkiye''den gidiyorlar ve "Türk" diye anılıyorlar. Değişik akımları yaymak isteyen propagandistlere karşı set kuruyorlar. Örneklerini birçok ülkede gördüm.

Mahmut Hoca 93 yaşında bu dünyadan ayrıldı. Allah rahmet eylesin.

Yazarın Diğer Yazıları