Mevzu basit, akılsızlaştıracağız!

Mevzu basit, akılsızlaştıracağız!

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı, "Mevzu basit, kazanacağız" diyerek güdülediği partililerine hitaben diyor ki;

"Ama bana şu soruyu sormayın, ''nasıl kazanacağız?'' ''Nasıl''ı çöpe at. Kazanacağız. ''Nasıl''ı yok. Kazanacağız. Çünkü başka yolu yok (…) O yüzden soru yok. Nasıl kazanacağız, niye kazanacağız, neden kazanacağız? Onların hepsini çöpe…"

***

Bu sözler üzerine başlayan tartışmada, iktidarca "çöpe atılması" salık verildiği için olmalı, en çok "nasıl"a odaklanıldı; bu sözlerde "Zafere giden yolda hile, yalan, dolan iftira, alavere dalavere, desise, kirli tezgah, iftira, kumpas vesair mübah" iması mı vardı?

"Hiçbir şey olmasa bile bir şeylere" mi başvurulacaktı; "Olağanüstü haller bunlar" mı olacaktı kılıfı?

***

Halbuki mevzu, -en azından bana göre- bunlar da dahil olmakla birlikte çok daha fazlasıydı.

Mevzu, iktidarın kitlesel akılsızlık ihtiyacıydı.

2003''te iktidar olmuş AK Parti''nin, ekonomi yönetimini, en son 90''larda hükümet ortağı olmuş CHP''den devraldığını söylemesi de bunun yansımasıydı…

AK Parti''den önce fırın, buzdolabı, çamaşır makinesi olmadığının savunulması da…

"18 yıl önce araba var mıydı araba" da…

Zaten CHP''nin adayı/başkanı olan Mansur Yavaş''ın, sanki gizli bir iş çevirirken suç üstü yakalanmış gibi "CHP projesi" olmakla suçlanması da…

Muhalif belediyelerin nepotizmle mücadeleyi yasal zemine taşıma gayretinin, "Başkanlarına laf geçirememeye" bağlanması arsızlığı da…

"Pudra şekeri" de mesela…

Merkez Bankası ve Maliye Bakanlığı atamaları, TÜİK oranları da…

KPSS''de üstün başarı kazanmış gençlerin tabi tutulduğu sözde mülakatlar da, "Envanterimizde yangın söndürme uçağı yok" diyen Bakan''ın, iki gün sonra Yunanistan''a yangın söndürme uçağı göndermekten dem vurması da!

"Ekonomi gözlerdeki ışıktır" da, "Maaşınızı dolarla mı alıyorsunuz" da, "Zamlar gelir geçer" de, "Soğan ekmeğin faydaları" da, "Kurun artması iyi bir şey" de…

En abes iş ve lafların bile sorgusuz sualsiz kabulü lazım iktidara; zira, sorgulandığı anda hiçbir akıl, mantık ve vicdanda karşılık bulamayacağı ortada.

***

Bu iklime hizmet için midir yoksa tesadüf mü; "Bilimi kutsamanın zararları" anlatılıyordu dün bir yandaşın köşe yazısında.

Zira bilim, Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Cem Say''ın cümlesiyle "Bize neye inanacağımıza karar vermekte kullanabileceğimiz bir yöntem sunar."

Oysa iktidar, insan aklına hakaret niteliğindeki onca lakırtıyı yutturabilmek için her şeyden çok, bu yöntemden yoksun bırakılmış, yine Say''ın ifadesiyle, "yalanın kokusunu almayı bilmeyen", "birileri tarafından hacklenmeye açık" kalabalıklara muhtaç durumda.

"Demokrasi" bu insanların da oylarıyla işliyor sonuçta!

***

Bütün soruları çöpe atmayı öğütleyen iktidar ile belki de ilk öğüdü sormak/sorgulamak olan bilim arasındaki, gözleri olanlar için görünmez olmayan mücadeleyi, Cem Say''dan yaptığım alıntıyla izaha çalışmamın bir sebebi var. Say''ın, "En Hakiki Mürşit" kitabında yer verdiği bir ibretlik "bilime ihanet" hikayesine bağlamak istiyorum "başımıza gelenler"i zira.

***

"Yamyamlık" desem, sair ekseriyetle, yanmasına ramak kalmış bir odun yığınına bağladıkları kurbanlarının etrafında tamtam çalarak ayin yapan kabileler gelir muhtemelen aklınıza.

Belki, okyanusun ortasında bir ada;

Fiji mesela!

Papua Yeni Gine!

Halbuki insanlık tarihinin en trajik yamyamlık hadiselerinin birinin yaşandığı yer burnumuzun dibinde.

***

SSCB''nin, Stalin politikalarını benimsemeyen köylülerin, kendi topraklarında işçi olmaya direnmeleri sonucu üretimde yaşanan düşüşe paralel beliren kıtlık yılları…

Stalin''in yanında, yıldızı hızla parlayan genç bir tarım biyoloğu vardı; Trofim Lısenko.

Hevesliydi, çalışkandı, Sibirya''da portakal yetiştirmekten, ülkeyi dev bir çiftliğe çevirmekten bahsediyordu ama temsilcisi olduğu bilim dalının gerekleri ile kayıtsız şartsız teslim olduğu ideolojinin gerekleri arasında seçim yapmak durumunda kaldığı her anda, hiç düşünmeden ideolojisi ve liderini seçiyordu bu "bilim insanı"!

Bilimsel gerçeklere kafa tutarcasına aynı "sınıf"tan bitkiler arasında rekabet olamayacağını savunuyordu mesela;

Yaşasın kolektivizm!

Bu savla tohumların birbirine çok yakın ekilmesi talimatı veriyor, gübreyi yasaklıyor ve adım adım, zaten azalmış olan ekimi verim alınamaz hale getiriyordu!

8 milyon civarında insanın "açlıktan ölmesi" oldu; desteklediği şahane tarım politikalarının sonucu!

Öyle bir açlık ki, insanlar eşlerini, çocuklarını, komşularını yedi (diye hikayeleştirir kitaplar o günleri).

Keza aynı trajedi, Lısenko metotlarını benimseyen Çin''de tekerrür etti; bilanço çok daha ağır oldu tabii; 30 milyon kişi!

Denir ki; kendi çocuklarını yemenin günahını taşıyamayacağını düşünen Çinli aileler, çocuklarını takas edip, başka ailelerin çocuklarıyla beslendi!

***

Mecazen birbirimizi yemek konusunda obez bir canavar iştahına sahip olduğumuz aşikâr…

Umalım da mecaz olarak kalsın…

Aklın yolunda buluşalım.

Yazarın Diğer Yazıları