Savaş meydanından diplomasi masasına

Savaş meydanından  diplomasi masasına

Araştırma eserleriyle yakın tarihimize ışık tutan Alev Coşkun, değerli çalışmalara imza atmayı sürdürüyor. Coşkun, "Asker İnönü" kitabıyla başlattığı 4 ciltlik İsmet İnönü dizisinin ikinci kitabı "Diplomat İnönü"yü okurlarıyla buluşturdu. İsmet İnönü'nün 1923-1973 tarihleri arasındaki yarım asırlık hayatını kapsayacak üçüncü ve dördüncü kitap ise "Devlet Adamı İnönü" başlığıyla yayınlanacak. Ağırlıklı olarak Lozan Barış Konferansı ekseninde kaleme aldığı "Diplomat İnönü" kitabında Alev Coşkun, çok önemli ayrıntılara dikkat çekerken İsmet İnönü'nün ustalıkla gerçekleştirdiği başarılı diplomasi ataklarından da örnekler sunuyor:

Lozan Barış Konferansı'nın açılış töreni için program belli olmuştu. Ev sahibi İsviçre Devlet Başkanı Haab bir "Hoş geldiniz" konuşması yapacak; konferansa katılan tüm delegeler adına da, İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon teşekkür edecekti. İsmet İnönü "Ben de konuşacağım" dedi. İnönü'ye, "Böyle bir gelenek yok" dediler. İnönü ısrarla, "Ben de diplomatik olarak teşekkür edeceğim" dedi. İnönü'yü ikna etmek için Fransa Başbakanı Poincare dil döktü.

Törenin başladığı gün önce İsviçre Devlet Başkanı Haab, ardından da Lord Curzon konuştu. Herkes törenin son bulacağını düşünürken, İnönü yerinden kalkıp kürsüye yürüdü. Cebinden notlarını çıkardı ve konuşmasını okumaya başladı. Lozan'a barış arzusuyla geldiğini, Türklerin çok haksızlık gördüğünü, işgale uğradıklarını açıkça belirtti. Barış düşüncesinin bütün konferansa egemen olması ve adaletli bir barış yapılması dileğiyle sözünü tamamladı, yerine geçti, oturdu.

"Amatör diplomat" dedikleri İnönü, bu yurtsever ve ustaca tavrıyla Türkiye'nin konferansa katılan tüm devletlerle eşit olduğunu göstermiş oldu. Lozan başarısı da işte bu hareketle başlayan 8 aylık "diplomasi savaşı"nın ardından geldi.

Kırmızı Kedi Yayınevi Tel:(0212) 244 89 82

***

"Fenalığı ezmek için uğraşmak lüzumludur"

Hüseyin Cahit Yalçın'ın en karakteristik özelliği olan polemikçiliğinin ön plana çıktığı ve edebiyatımızda polemik türünün önde gelen bir metni olan, ayrıca yazarının tabiriyle "son devr-i edebiyenin bir tarihçesini, bir zübde-i tahavvülatını teşkil" eden Kavgalarım, 1897-1899 yılları arasında Servet-i Fünûn çevresinde girişilen edebî münakaşaların yine Hüseyin Cahit tarafından bir araya getirilmesiyle oluşmuştur. Türk edebiyatındaki polemik birikimi içinde önemli bir yer işgal eden ve üzerinden, bu türün belirli bir dönemdeki seyri ve niteliğini takip edebileceğimiz eser, dönemin edebî kamplaşmaları bir tarafa, siyasi kamplaşmalarının da anlaşılmasına hizmet edebilecek niteliktedir. İlk defa 1910'da kitap olarak neşredilen ve Latin harflerinee yine ilk defa Ötüken Neşriyat için İsmail Alper Kumsar tarafından aktarılan Kavgalarım, aynı zamanda, Hüseyin Cahit'in, sonraki yıllarda siyasi şöhreti dolayısıyla gölgede kalan edebî kimliğini de tebarüz ettiren bir metindir. Özgün diline hiçbir surette dokunulmadan geniş notlar ve açıklamalarla yayıma hazırlanan kitaba, 1910'daki neşirde yer almayan veya eksik olarak yer alan cevabi nitelikteki beş metin de "Ekler" başlığı altında ilave edilmiş ve kitaptan yararlanmayı kolaylaştırmak için bir "dizin" hazırlanmıştır. Hüseyin Cahit Yalçın, polemiklerini kaleme alırken içinde bulunduğu ruh halini şu cümlelerle açıklıyor:

"Hayatta en mesut günlerim, en şiddetle hücuma uğradığım, en şiddetle hücum ettiğim zamanlardır. O zaman damarlarımda hayat veren bir ateş tutuşur, hayatın solukluğu silinir ve gözümün önünde bir gaye canlanır, mübarek ve muazzez bir gaye... Vatanın hayrı için, fenalığı ezmek ve iyiliği galebe ettirmek için bir mücadele... Bütün etrafıma bu ateşten bir parça vermek isterim. Fenalığa karşı müsamahakâr, lakayd veya müsaadekâr duranları sarsmak, hepsini bu mübareze meydanına çekmek isterim. 'Yalnız fena olmamak kâfi gelir' fikrinde değilim. Fenalığı ezmek için uğraşmak lüzumuna iman ediyorum. Bazen, 'Sana ne?' derler… Bu hodkâmane felsefeden nefret ederim. Çünkü, onun memleketi mahvettiğine kâniyim. Gördüğüm şahsî fenalık için değil, memlekete gelen umumî fenalık için, kalbimde tükenmez bir gayz vardır. Ne vakit fenalığa karşı herkes bir fikr-i teavün ile müttefikan çalışırsa, ancak o zaman kurtulacağımızı zannediyorum. İşte bunun için hücumlarımda her vakit fena bir galeyan ve bîaman oldum ve en büyük hazz-ı vicdaniyeyi buldum."

Ötüken Neşriyat Tel:(0212) 251 03 50

***

HAFTANIN KİTABI:

Farklı bir İstanbul

Marmaray kazılarıyla zenginleşen tarihi buluntular, çok farklı bir İstanbul tarihini çıkarıyor gün ışığına... Bu kez ilk çağlara kadar geri dönebiliyoruz... Kazılarda hangi eserlere ulaşıldı, hangileri toprağın derinliklerine üstelik sonsuza dek terk edildi? İstanbul'un pagan çağında neler yaşandı? Erhan Altunay'ın kaleme aldığı "İstanbul'un Pagan Çağı / Bizans Öncesi İstanbul" bu kadim şehrin kuruluş efsanesini dinlemek isteyenler için muhteşem bir kaynak...

Bir şehrin kuruluşundaki tanrısallık ya da olağanüstülük, şehrin varoluşu boyunca ona eşlik edecek bir kutsallığı oluşturur ve bu da o şehrin varoluşunu haklı kılar, hatta o şehrin diğer şehirlere olan üstünlüğünü de belirler. İşte İstanbul böyle bir şehir...

Erhan Altunay'ın kitabının konusu İstanbul'un pagan çağı... Yani ilk zamanlarından itibaren, Hıristiyanlığın hâkimiyetine kadar geçen süreç... İstanbul'un ilk dönemlerinin tarihi, birkaç akademik yayın dışında popüler bir yayın olarak hiç yayımlanmadı. Altunay, İstanbul'un antik tarihinin büyük kitleler tarafından bilinmesi gerektiğini düşünerek bu kitabı hazırladığını söylüyor.

Destek Yayınları Tel: (0212) 252 22 42

****

Tükenen toplum...

Mehmet Ulusoy "Çürümenin Estetiği"nde emperyalist Yeni Ortaçağ'ın kültürel biçimi olarak postmodernizmi incelerken, asalaklaşmanın ve mafyalaşmanın doruğa çıktığı, üreticiliğin ve yaratıcılığın değerinin gözden düştüğü; "Tüketim Toplumu" da denen bu çağın düşünce ve yaşam tarzını, sanat anlayışını çok boyutlu ele alıyor.

Batı merkezli kapitalist uygarlığın yaklaşık 250 yıllık gelişim dinamikleri içinde kültür ve sanatın serüvenini ele alıyor.

Ayrıca Romantizm, Modernizm, Gerçekçilik, Toplumsal Gerçekçilik vb. diğer sanat akımlarını inceliyor ve tartışıyor.

Sonuç olarak "Çürümenin Estetiği" günümüzün ruhsuzlaşmış ve çoraklaşmış sanat ve edebiyat dünyasında düzeyli, ufuk açıcı ve Batı merkezli tabuları yıkmada önemli bir kaynak.

 

Berfin Yayınları Tel:(0212) 513 79 00

***

KÜTÜPHANEMDEN:

Kültürünü kaybetmeden Batı ile ilişki kurulur mu?

Bir Peyami Safa klasiği olan, "Fatih - Harbiye" Doğu - Batı kültürü arasındaki çatışmayı ele almış ve yayınlandığı yıllarda büyük yankı yaratmış bir kitaptır. Eserin ana fikri "Batı'nın tekniğini almalıyız fakat kültürünü asla" temeli üzerine oluşturulmuştur. Romanın başkahramanları Neriman'la Şinasi çocukluk arkadaşlarıdır. Tanıdıkları ilk karşıt cins birbirleridir. İlk başta ikisi de birbirlerini severler. Okula beraber gidip gelirler. Üniversite de bile beraberdiler. Neriman'ın babası Faiz Bey'dir ve Şinasi'yi de çok sevmektedir. Bazı geceler Faiz Bey'in evinde saz çalarlar ve sohbet ederlerdi. Herkese bir gün Şinasi ile Neriman'ın evleneceğini düşünür. Fakat giderek Neriman Şinasi'den soğumaya başlar. Neriman oturduğu mevki olan Fatih'i, sevmemektedir. Çünkü Fatih, Doğu'yu, gelişmemişliği ve eskiyi temsil etmektedir. Oturduğu mahalle çok eski ve evler de virane gibidir. Bir gün Macit isimli yakışıklı, zengin ve kibar birisiyle tanışır. Macit Harbiye'de oturmaktadır. Harbiye, gelişmişliği ve Batı'yı simgeler. Macit ile bir kaç sefer Şinasi'den habersiz buluşurlar. Bir gün Macit Neriman'a balo davetiyesi verir ve baloya davet eder. Neriman baloya gitmeyi çok istemektedir. Ama gitmesi için babasının iznini almak zorundadır. Tam babasına söyleyecekken babası ona Şinasi ile evlenmesini teklif eder. Hemen reddetmez ve 2-3 ay mühlet ister. Ve bolaya Şinasi ile gitmesi koşuluyla da izin alır. Elbise için vitrinleri gezmeye çıktığında dayısının kızlarına uğrar. Çünkü dayısının kızları bu işlerde oldukça deneyimlilerdir. Eve gittiğinde bir kadının ağlamaktan harap olduğunu görür ve nedenini sorar. Nedeni kızının intiharıdır...

(Fatih-Harbiye / Peyami Safa / Semih Lütfü Sühulet Kütüpanesi - 1931)