Tek din, çok ahlak!

Tek din, çok ahlak!

Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, il müftüleriyle buluşmasında yaptığı konuşmada, Kur''an kurslarında yaşanan tecavüz olaylarına gösterilen tepkiyi "Kur''an kurslarını ve buralardaki hocaları yıpratmaya dönük sinsi çalışmalar" olarak nitelendirdi.

Üzerinden gelişigüzel polemik üretilecek, tıklanma/reyting odaklı laf dalaşlarına girilecek, çok okunma, çok alkışlanma, çok konuşulma, gündem olma/oluşturma hevesine malzeme edilecek konu değil; evlatlarımızın canı mevzubahis.

Can kırıkları…

*

Dilerim, Erbaş''ın ifadelerini ben yanlış anlamış olayım.

Dilerim, Erbaş, ucu, bir vakitlerin malum bakanının aynı fecaatla ilgili olarak kaydettiği "Bir kere rastlanmış olması hizmetleriyle ön plana çıkmış bir kuruluşumuzu lekelemez" ayıbına çıkan bir tavır takınmamış olsun.

Bu sebeple, sözlerini aynen aktarayım, yorumu herkesin kendi anlayışına, vicdanına, ahlakına bırakayım.

Zira, bir başörtülü bacımızın, aslında hiç var olmayan, hiç ortaya çıkmayan "Gezi olayları sırasında camide içki içildiği görüntüler"i izlediği konusundaki ısrarı, tek dinin, tek ahlak getirmediğini, aynı dine inanan insanların ayrı ahlak anlayışlarının bulunabildiğini bir kere daha gösterdi hepimize, son birkaç günde.

*

Buyurun, Erbaş''ın tek hecesine dokunulmamış sözleri:

-              Kuran kurslarımız üzerinde çok sinsi düşmanlıklar üretmeye yönelik çalışmalar var. Bunların farkında olalım. Binlerce, bizim Kuran kursu öğrencimiz var. Binlerce Kuran kursumuz var. En azından iki bin civarında yatılı Kuran kursumuz var. Asla… Her zaman mücadele ettiğimiz, her zaman olmaması için gayret ettiğimiz bir olay oluyor. Pek çok yerlerde oldu… Onun üzerinden bütün genelleme yaparak Kuran kurslarımızı yıpratmaya çalışan, hocalarımızı yıpratmaya çalışan bir takım anlayışlar, çalışmalar var. Bunların farkında olalım.

*

Siz anladığınız haliyle yorumlarken; ben de anladığım haliyle, bu ülkede, Diyanet''in, yani aslında devletin koruması altında bulunan bir (!) çocuğun zarar görmesi, devletin koruyuculuğunu, "din"in nasıl olup da bir sapıklığın, sapkınlığın, caniliğin, suçun maskesi haline getirilebildiğini sorgulamaya yetmez mi, onun cevabını arayayım izninizle…

Bir çocuğun zarar görmüş olması, diğer bütün çocukları korumak üzere tavizsiz bir arınmayı, mücadeleyi başlatmaya yetmez mi?

Hangi hocanın onuru, işkenceye uğramış bir çocuğun bedenen ve ruhen çektiği acıdan, korkudan, travmasından, gözyaşlarından, daha yaşanmadan peşinen katledilmiş kocaman bir hayattan öncelikli!

Hangi bekçinin, hangi hademenin, hangi memurun, hangi amirin, hangi şeyhin, şıhın yahut hangi kurumun, cemaatin, tarikatın adı, bu ülkenin geleceğine verdiğimiz isimlerden daha "temiz" tutulmalı; sakınılmalı!

"Birkaç Mehmet öldü diye Meclis toplanmaz" kafası mı bu; Diyanet''in alarm duruma geçmesi, seferberlik başlatması için asgari kaç çocuğa tecavüz edilmeli?

*

Öyle yazık ki; daha kendisine dönük tepkinin sebebini bile anlayamamış bir "kurumsal din ve ahlak yapısı" var karşımızda!

Ortada hiç öyle "tek olay üzerinden genelleme" filan yok her şeyden önce; ne olay tek, ne Karaman''dan Erzurum''a, İstanbul''dan Bursa''ya, Şanlıurfa''dan Giresun''a memleketin dört bir yanından yükselen, yükseldikçe insanlığımızdan biraz daha utandıran, ne mide, neredeyse de iman bırakmayacak olan iddiaların mağduru/kurbanı olan çocuklar…

Ve ne komplo teorilik, ne sinsi düşman aramalık bir durum var ortada; Kur''an kursları zan altındaysa, ki evet toplumsal algıda zan altında, son derece meşru, haklı ve berrak bir gerekçeye dayanıyor aslında;

Üç maymuna!

Yıllardır süregelen o görmedim, duymadım, bilmiyorum oyununa!

İnkârcılığa!

*

Bu Erbaş''ın, sadece Erbaş''ın döneminin meselesi de değil…

Türkiye Cumhuriyeti''nde, devletin vatandaşlarına verdiği bütün Anayasal garantiler uyarınca faaliyet göstermesi, bu sırada da denetlenmesi, en ufak usulsüzlük, uygunsuzlukta kapısının mühürlenmesi gereken bir Kur''an kursunda, yahut vakıfta, yurtta hatta bizatihi camide bir çocuğun canının ilk yakılışında, Diyanet "Öyleyse kopsun kıyamet" deyip bir ahlak ayaklanması başlatmış olsaydı, bu güvensizlik yaşanır mıydı?

Gelmiş geçmiş hiçbir Diyanet yetkilisi bu suçları örtbas etmeye çalışmasaydı…

Bir Kur''an kursundaki kameralar aylarca duvara dönük vaziyette tutulurken bunu fark etseydi, nedeninin peşine düşseydi…

Tecavüz haberlerinin veriliş biçiminden incindiği kadar kendi sorumluluk alanı içinde vuku bulmuş, bulabilmiş olmasından incinseydi…

Empatiyi tecavüzcü mensuplarıyla itibar üzerinden değil de o çocuklarla, o çocukların aileleriyle kurabilseydi; kurmuştur belki; kurduysa bunu zerre hissettirebilseydi…

Hiçbir mensubu, o çocukları ve ailelerini "davalarını geri çekmeye" zorlamasaydı mesela…

Dine zarar verenin onların şikayetleri değil şikayete konu çok büyük günahın failleri, sahipleri olduğuyla yüzleşseydi…

Onları enselerinden tuttuğu gibi yargının önüne kendi elleriyle atsaydı…

Bu davaların en kararlı müdahili olsaydı…

"Bunlar alçak, bunlar soysuz, bunlar ahlaksız, bunlar sapık, bunlar sapkın" diye haykırsaydı, ifşalasaydı, dışlasaydı…

Bu çocukların yoksulluğunu kullandırmasaydı Allah''ın adıyla sapıklık yapanlara…

Çaresizliğini kullandırmasaydı…

Ailelerin cehaletini kullandırmasaydı…

Aşılmaz çelik bir zırh gibi sarsaydı o çocukları; kimse yanaşamasaydı; yanaşmanın, fani dünyada da yanına kâr kalma ihtimali bulunmadığı aklına mıh gibi kazınmış olsaydı o insan müsveddelerinin…

Bugün bu şüphenin, çekincenin muhatabı mı olurdu Diyanet?

 

Yazarın Diğer Yazıları