Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Özcan YENİÇERİ

Özcan YENİÇERİ

Teknoloji, ruh ve beden!

           Peker''in videosu, siyasetin kurusıkısı, Anayasanın yenisi gibi bitmez tükenmez tartışmalardan biraz uzaklaşalım. Aklımıza mukayyet olalım ve bugünkü yazımızda biraz ruh sağlığımız üzerinde duralım. 

            Ghiselin de Busbecg, 1553''lü yıllarda İstanbul''a gelir. "Türkiye''yi böyle gördüm" diyerek şahit olduğu bir durumu şöyle anlatır: "İstanbul''da iken bir gün, yaşlı bir adamın, elinde içki kadehi olduğu halde avaz avaz haykırdığını gördüm. Niye bağırdığını sorduğum zaman, ''ruhuna bedeninden uzak bir yere çekilmesi için ihtarda bulunduğunu, böylece bedeninin işleyeceği günaha ruhunun iştirak etmemesini sağlamak ve dolayısıyla şarapla kirlenmesini önlemek'' istediğini öğrendik."

             Sarhoş, ruhuna öfkelenerek kendisinden uzaklaştıracağını böylece kirlenmesini önleyeceğini düşünüyor. Adam güdülerine hükmederek hem ruhunu, hem bedenini kirlenmeden korumayı düşünemiyor. Muhtemelen kirlenen bedeninin temizleneceğini ama kirlenen ruhun bir daha temizlenemeyeceğini düşünüyor. Bu nedenle hiç olmazsa ruhunu kendisinden uzaklaştırarak temiz kalmasını istiyor. İlginç değil mi?

             Kızılderili ise beden ile ruhu birbirinden uzaklaştıranın hız olduğunu düşünüyor. Bir gün Kızılderili "Beyaz adamla ata biner ve dörtnala giderler, derken Kızılderili bir anda durur. Beyaz adam şaşırır ve sorar, ''neden bekliyoruz?''.  Kızılderili yanıt verir, ''çok hızlı gittik, ruhlarımız geride kaldı".

            Kızılderili hızlanınca, sarhoş ise bağırınca ruhlarının uzaklaşacağını düşünüyor. Her iki taraf da öfke, hiddet ve süratin aklı ruhtan kopardığını düşünüyor. "Kâh çıkarım gökyüzüne, seyrederim âlemi/Kâh inerim yeryüzüne, seyreder âlem beni" diyen Nesimi  ise bir metafor olarak gökte ruhunu yerde bedenini öne çıkarıyor.

Ruh geride kalır mı? Ruhsuz beden, bedensiz ruh hareket edebilir mi? Gökte ruh yerde beden olunur mu? Daha derinliğine düşünüldüğünde ruh bedene, beden ruha dönüşür mü? Herhalde bu sorulara doğarken ruh bedene iltica ediyor, ölünce de beden ruha veda ediyor diyerek cevap verilebilir.

İş çıkmaza girince ''ruhsuz beden ölüye, bedensiz ruh deliye yakışır'' der geçersiniz.

Tefekkürde yoğunlaşma ruhu bedene egemen kılarken, hareketteki hız da bedeni ruha egemen kılıyor.

Çılgınlık, öfke, hız ruhu geriye bedeni ileriye iter. Tecavüz, gasp, ihanet ruhun; intihar, savaş, cinayet bedenin ölümüyle ilgili olsa gerek!

Günümüz dünyasında hiçbir olgu artık klasik öngörülerle açıklanabilir değildir. Teknolojide ulaşılan seviye beden ve ruh dengesinin bozulmasına neden olmuştur. Yaşamın, zamanın ve doğanın kontrolü mümkün olmayacak derecede hızlanmıştır. Yoğun ritim, ani değişim insanları düşünmeye değil süratli ve hızlı hareket etmeye zorluyor.

Kim bilir eskiden bu yana "aklına mukayyet ol!" ikazlarının altında bu gerçek yatıyordu. 

Günümüzde baş döndürücü bir hızla yaşanan değişime insanların acil uyum sağlama ihtiyacı düşünmeye yeteri kadar zaman bırakmıyor. 

Şair "düşünme arzu et sade bak böcekler de öyle yapıyor" diyerek işin içinden sıyrılmaya çalışıyor.

Ancak adı üzerinde doğasından dolayı insan insanlığının, böcek de böcekliğinin gereğini yapacaktır. İnsan böcek gibi yalnız arzuyla kendisi olamaz.

İnsan böcek gibi hareket etmeyi ancak Kafkavari bir "Değişim" sonucu başarabilir. Ancak Kafka''nın romanının kahramanı olan Gregor bile böceğe dönüşmekle bilincini de dönüştürmüş olmuyor.

Gerçek hayatta insan böceğe dönüşmüyor ama bilinç başka şeylere dönüşebiliyor. Kimi bilinçler bu yüzden Tanrı, Mehdi ya da Hitler olduğunu ilan edebiliyor.

Bir başka ifadeyle yiyecek sorununu halledemeyenler ruhunu, inanç ihtiyaçlarını gideremeyenler ise bedenini kontrol edemiyor.

Bu yüzden olacak Mahatma Gandi "Bu dünyada öylesi aç yaşayan insanlar var ki, Tanrı onlara ancak bir somun ekmek suretinde görünebilir" diyor. Sonuçta insanı bu bağlamda "ne yiyorsa O''dur" diye tarif ediyor. İlginç değil mi?

Yazarın Diğer Yazıları