Türk Devletleri Birliği ve Vatandaşlığı (I) / Prof. Dr. Abdulkadir Yuvalı

Türk Devletleri Birliği ve Vatandaşlığı (I) / Prof. Dr. Abdulkadir Yuvalı

 

 

 

+++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++               

Türkler, binlerce yıllık ortak dile, tarihe, kültüre ve Uygarlığa sahip bir millet olarak engin tarihlerinde aynı veya farklı coğrafyalarda yaşadıkları çağlara kültürel değerleri ve siyasi birliktelikleriyle damgalarını vurmuşlardır. Bu yüzden hemen her çağda, yaşadıkları coğrafyalar farklı olsa bile Türk dünyası gerçeği söz konusu olmuştur. Türkler bu birlikteliklerini ortak kültürel değerlerine borçludurlar. Ancak sahip oldukları, birlikteliklerini borçlu oldukları kültürel değerlerle ilgili olarak yaşamış oldukları medleri ve cezirlerinin şahidi hiç şüphesiz insanlık tarihidir.  

Türkler yaşadıkları bölgelerde, gelişen ve değişen şartlarda, ortak değerleri ve çıkarları etrafında siyasi manada bir araya geldikleri süreçlerde, insanlık tarihinde derin izler bırakmışlardır. Zira insanlık tarihinin yerlere ve zamanlara bağlı olarak, Türklerin yok sayılması tarihi anlamsız ve işlevsiz kılmaktadır. Bu bağlamda Türkler de tıpkı çağımızdaki Avrupa Birliği ve beraberinde gündeme taşınmakta olan Avrupa Birliği vatandaşlığına gitmekte olan yolculuğun şahidiyiz.  Bırakınız Ötügen merkezli Türk devletlerini, Büyük Selçuklu devletinin hâkim olduğu hemen coğrafyada günümüzde 26 ayrı devlet bulunmaktadır. XIII. Yüzyılda, Çin dahil hemen bütün Avrasya hâkimi konumundaki Moğol-Türk İmparatorluğu’nun hamuru ve mayası Türkler olmuştur.  Merkezi Asya’da kendi çağının şartlarında ilkel denilebilecek bir sosyal yapıdaki bir kabilenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş olan Cengiz Han’ın kurucusu olduğu Moğol-Türk İmparatorluğu da böyle bir birlikteliğin mümkün olabileceğinin göstergesidir. Zira Cengiz Han Moğol olduğu kadar, askerî ve sosyal yapı Türk devlet geleneği merkezlidir. Çünkü insanlık tarihinde nerede ve ne zaman kurulmuş olursa olsun söz konusu Türk devlet geleneği merkezli kurulmuş olan siyasi teşekküller Türk Devleti olarak tanımlanmaktadır. Bu konuyla ilgili örneklerden birisi de Mısır ve Suriye hâkimi Memlûk Türk Devleti gösterilebilir.  Osmanlı Devleti’ne gelince, devletçi aile ve boy Kayılar, Türk devlet geleneği merkezli bir dünya devletidir.  

Günümüzde, Yeni Dünya Birliği, hakeza bir Avrupa Birliği ve Vatandaşlığı söz konusu olduğu gibi Avrasya merkezli bir Türk birliği ve Vatandaşlığı söz konusudur. Türk birliğinin şahidi insanlık tarihi olduğu gibi günümüzde kurulması mümkün olabilecek Türk birliği ve vatandaşlığının da hiç ama hiç de öyle hayal olmadığının da şahidi yine insanlık tarihi olacaktır. Zira Türk milletinin özünde ve özelliğinde böyle bir cevherin mevcudiyetine dün şahit isek bugün bunun hayata geçirilebilmesi, içinde yaşadığımız yüzyılın şartlarına göre donanımlı olmakla mümkün olacaktır. XVI. yüzyıla kadar batı dünyası hemen her bakımdan çağının gerisinde ve Kilisenin   dogmatik kurallarla boğuşurken, batı Rönesans’ının öncüleri Türk ülkesini ve yöneticilerini GÜNEŞİN ÜLKESİ VE ÇOCUKLARI   olarak tanımlıyorlardı. XVI. Yüzyılda Fransa’nın İstanbul’daki elçisinin Bayan Busbecq, Paris’teki dostuna yazmış olduğu mektuplarının hemen hepsinde adeta İstanbul’un ve Türk halkının fotoğrafını çekmiştir. Söz konusu mektuplardaki ortak ifadelerden birisi de Türklerin en çok nefret ettiği şey İLTİMAS diyordu. Şayet günümüzde İLTİMAS VE TÜREVLERİ günlük hayatımızın yüz karası ise, elbette Türk birliği ve Vatandaşlığına giden yol kapalı olacaktır.

Engin Türk tarihinin bir başka sayfasına göz atacak olursak Türkler, tarihi devirlerden beri Avrasya coğrafyasında güçlü devletlerin sahipleri olarak özgür-bağımsız olarak yüzlerce yıl yaşamışlardır. Uluğ Türkistan’da meydana gelen hadiselere bağlı olarak yurtlarından ayrılanlar, gittikleri yerlerde siyasi varlıklarını devam ettirmişlerdir. Ancak ata yurtlarında; artan nüfus, çıkarlar çatışması, yaşanan diğer çekişmeler, huzursuzluklar ve mücadeleler, Türkler arasındaki birlikteliğin zayıflamasını fırsata çevirmiş olan bazı güç merkezleri, Türkleri öz yurtlarında esarete mahkûm etmişlerdir. Yaşadığımız yüzyılda bu ve benzeri hadiselere bırakınız şahit olmak fiilen yaşıyoruz.

Türkler ata yurtlarında, önce Çarlık ve takiben SSCB dönemlerindeki uygulamalara bağlı olarak uzun süre bir birliktelikleri bozulmuş, ayrı yaşamaya mahkûm olmuşlar, sistemli bir şekilde birbirlerine yabancılaştırılmışlardır. Ancak 1991 yılında SSCB, dağılmasıyla Türkler, yakın tarihlerinde yeni bir fırsat yakalamışlar, Yüce Allah (C.C.), böyle bir fırsatı bahşetmiştir. Zira insanlık tarihi, aynı etnik yapıya, kültürel değerlere sahip milletlerin birlik ve bütünlükleri, akıl ve tecrübe merkezli stratejiler sayesinde gerçekleştirilmiş olduklarının şahidi olmuştur.  Aralarında kan bağı, akrabalık ve dostluk bulunan milletlerin birbirleriyle ilişkileri her zaman güçlü ve sağlam olduğu nispette hassas ve kırılganlığı da göz ardı edilmemelidir. Söz konusu ilişkiler; duygu ile mantığın, gönül ile akıl ittifakı birlikteliğin sürekliliği ve kalıcılığı bakımından da son derece önemlidir.1990’lı yıllar tarihin Türk milletine bahşetmiş olduğu bir şans ve fırsat olduğunu uzak-yakın, dost-düşman herkes kabul etmiştir. Ancak Türk Cumhuriyetlerinin, bu tarihi fırsatı ne ölçüde değerlendirebilmiş olduklarını takdirlerinize sunuyorum. Türkiye’nin öncülüğünde 1991 yılından itibaren, Türk dünyasının ortak kültür değerleri, siyasi ve ekonomik ilişkileri temelinde; TÜRKSOY, TİKA, TÜRK KONSEYİ/TÜRK KENEŞİ, Türk Dili Konuşan Ülkeler İş Birliği Konseyi, Türk Dili Konuşan Ülkeler Parlamenterler Asamblesi, Türk Üniversiteler Birliği, Türk Dünyası Araştırmaları vakfı ile Türk Cumhuriyetleri Devlet Başkanları Zirve Toplantıları çok kısa bir sürede kuruluşlarını tamamlamışlardır. Türk dünyasının, acilen çözüm bekleyen sorunları söz konusu kuruluşlarca hayata geçirilmeli ve Türk Devletleri Birliği’ne giden yoldaki yapay engeller   kaldırılmalı, Türk Devletler Birliği’nin bir tür yol haritası hayata geçirilmelidir. Bu gelişmeler Türklerin birbirlerini tanıma konusunda yolun başındaki duygusal söylemlerin yerini akılcı ve gerçekçi yaklaşımlara dönüştürülmesinin özlemi çekilmektedir. Zira Türk halkları arasındaki iletişimsizlik ve güven sorununun bir anda ortadan kalkması elbette beklenemez. Çünkü batı-doğu Türkistan ve diğer bazı yörelerde aynı milletin mensupları arasında ciddi manada ayrılıklar farklılıklar oluşmuştur. Tarihin adeta hazırlamış olduğu bu fırsatın akıl merkezli yaklaşım ve oluşumlar yanında, meydana gelmiş olan farklılıklara hoşgörü ile yaklaşarak ayrılıkların azaltılması, birlikteliklerin çoğaltılması başlatılacak yolculuğun nihai hedefi Türk Devletler ve Vatandaşlığı olacağına inanıyoruz.