Vatanını en çok seven…

Vatanını en çok seven…

Son bir haftadır hem olumlu hem de olumsuz örnekleriyle bir kere daha teyit edilmiş oldu ki; evet, ''vatanını en çok seven işini, görevini, vazifesini, ödevini en iyi yapandır!''

***

Geçtiğimiz günlerde tek tek anlatmıştım hikâyelerini; dün, Rusya karşısında son saniyeye kadar sürdürdükleri mücadeleyle bir kere daha yüzümüzü güldüren Kadın Voleybol Millî Takımı oyuncularımızın her biri, kimine göre "mucize" olan bu "başarı"yı çocuk yaştan itibaren döktükleri alın terinin üzerine inşa etti. Bir disiplinin. Yaşıtları oyun oynarken antrenman yapmaları gerekti; arkadaşları tatile giderken onlar kampa gitti. Kim bilir kaç günü, kaç geceyi ağrılar içinde geçirdi bedenleri…

***

Tokyo''dan madalyayla dönen tekvandocumuz Hakan Reçber

Yakalandığı nörolojik hastalık yüzünden yürüyemez haldeyken başladı yürümeye olimpiyat kürsüsüne!

7 yaşında büyük hayallerle başladığı tekvando hayatı daha 15''ine gelmeden noktalanmıştı; belden aşağısı tutmadı. Hastanede yatmak zorunda kaldı.

Bırakmadı.

Önce ayağa kalktı. Kaybolan reflekslerini kazandı. Yeniden yürümeye başladı; sonra tekmelere ve yeniden uçan tekmelerine…

Düşünsenize nasıl bir fiziksel sınav, nasıl bir psikolojik savaş vermesi gerekmiştir.

***

Mete Gazoz

Adıyla müstesna tamam da; dört nala giden at üstünde geriye dönüp de attığı okunu hedefle buluşturabilen bir milletin evlatları olarak 127 yıldır ulaşamamıştık işte bir nevi "genetik hak(!)" saydığımız o madalyaya.

Okuyoruz işte kaç gündür hikâyesini; omuzları gelişsin diye yüzdü, koordinasyon yeteneği gelişsin diye basketbol oynadı, görme ve dikkat yeteneği gelişsin diye resim kursuna gitti, el-göz koordinasyonu gelişsin diye piyano çaldı Mete; yıllarca…

Ne demek bu biliyor musunuz?

Adanmışlık demek…

***

Keza, prosedürler yüzünden "millî takım arkadaşı"yla karşı karşıya gelince/getirilince, kendini önce kendi ülkesine ispatlamak zorunda kalan Kübra… İkisi de birbirinden Buse Naz''larımız… Yasemin… İbrahim… 16 yaşında bayrak yarışında yüzme takımını neredeyse sırtlayan Merve… 

Madalya alsın veya almasın; sergilediği performans, gösterdiği gelişim, geleceğe dair yeşerttiği umut ve giydiği formanın hakkını son ana kadar veren bir mücadele anlayışıyla alkış kazanan, şimdi bu kıyamet yazının ortasında, misyonlarına bir de "Türkiye''nin yüzünü az da olsa güldürebilmeyi" ekleyen o pırıl pırıl Türk çocukları neyse…

Bir kaplumbağayı kurtarmak için yanmış dalların arasına atılan ormancılarımız da o…

Bir köpeği kurtarmak için gönüllü olarak kilometrelerce yol giden veterinerlerimiz de o…

Bir kuzuyu kurtarmak için kucaklayıp koşan çocuğumuz da o…

Köylerin üzerine çığ gibi büyüyerek gelen alev topuna karşı hortumla, kovayla nöbet tutan muhtarlarımız, köylümüz de o…

Üzerine düşeni yapabilmek için üstlerinden emir bekleyen askerimiz, jandarmamız da o…

Dolayısıyla…

Kimse, ülke yönetimini eline yüzüne bulaştırmanın siyasi sorumluluğundan kurtulmak için mevzuyu çarpıtarak adres şaşırtmaya çalışmasın.

Bu ülkenin aklı başında, vicdanı kurumamış bir tek ferdinin bile ne orman teşkilatı mensuplarının, ne yangın söndürme, kurtarma ve sosyal yardım çalışmalarında görev alan diğer kurum ve kuruluş mensuplarının morallerini bozmaya niyeti de yok, buna yol açacak söylemi, eylemi de yok.

Bu mevsim şartlarına, bu hiç edilmiş imkânlara rağmen insanüstü bir özveriyle kıvılcım sıçrayan her bir ağacı kendi evi, ocağı ve dahi "vatan" sayıp da, canı pahasına sorumluluk alan, "görev"ini ne pahasına olursa olsun yerine getirmeye çalışan herkes tarih yazıyor günlerdir kendi sahasında…

***

Milletin sözü, ne madden, ne manen bir türlü bu seferberliğin parçası olamayan siyasi sorumlulara;

Dünyanın en büyük VIP uçak filosunu oluşturabilip de "devlet envanterine" bir tek yangın söndürme uçağı kaydedemeyenlere…

-Dün Fatih Altaylı hatırlattı işte- TAİ''nin, modifikasyonunu yapıp afet bölgelerinde kullanarak başarısını tescil ettiği yerli yangın söndürme uçağının üretim projesini rafa kaldıranlara…

Var olan uçakları, bir kuru inatla hurdaya çıkaranlara…

Buram buram yanmış hayvan eti kokan, imdadına gözyaşı dışında gram su ulaşamamış kavruk topraklara "keyif çayı" fırlatanlara…

Şoktan çıkıp da henüz neyi kaybettiğiyle dahi yüzleşememiş vatandaşa kredi taksiti anlatanlara…

Böyle bir felaket anında "en hızlı organize edebildiği" şey inşaat projesi/ihalesi olanlara…

"Siyasetin zamanı değil" diye başladıkları cümlenin devamında bile vebali "CHP''li belediyeler"in üzerine yıkma hesabı yapanlara…

İtfaiye konvoyu bekleyen bölgelere lüks makam aracı konvoyuyla gidenlere…

Bir haftadır tanık olduğumuz ve saymakla bitmeyecek eksiklik, yanlışlık, duyarsızlıktan sonra başka bir senaryoya, bahaneye, delile ihtiyaç var mı?

***

Memleketin cayır cayır yanma sebebi ister sabotaj olsun… İster piknikçi terörü… İster küresel ısınma…

Hem yangını söndürme, hem de afet üstüne afetle karşı karşıya kalan toplum psikolojisini yönetmede sergilediğiniz seri beceriksizlik ve basiretsizlik göstergesi;

Bir türlü o Şahin evladımızın sevdiği gibi sevemediniz bu ülkeyi!

Öyle sevseydiniz, -kimse yangın söndürme uçağına veya arazöze atlayıp alevlerin arasına dalmanızı beklemiyor- ama boğazınızda düğümlenen birkaç kelimeden, ama sesinizi ele geçiren istemsiz bir titremeden, ama gözlerinize gidip gidip gelen gölgelerden, ama jilet gibi gömleklerinizin bozulmuş ütüsünden, terinizden, olay yerinden bildiren gazetecilerin bile bulandığı o isle kararmış derinizden, bunu bizim de hissedebiliyor olmamız gerekirdi değil mi?

Yazarın Diğer Yazıları