Gülenler ve ağlayanlar!

Siyasi hayatı boyunca mevcut düzenden  “Müslüman’a zulmediyor”  diye yakınan Başbakan Erdoğan kürsülerde hukukun evrensel değerlerinden bahseder, “Şiir okudum beni hapse attılar”  diye de gözyaşı dökerdi. 
Ve bu mevcut hali, “12 Eylül Anayasası” der, yerden yere vururdu.
İktidar oldu, eline güç geçti, çok geç de olsa, 2010’da bu sisteme bir ‘referandumla’ neşter attı ve bu neşterle HSYK’nın yapısını değiştirdi.
“Darbecilere, vesayetçilere, değişime direnenlere karşı demokrasinin zaferi” diye övündüğü bu değişikliğe üç yıl sonra, “Yargıyı bağımsız kılarak hata yapmışım”  yani, “Bağımsız yargıyı kendime bağlıyorum” demek isteyerek “neşter” değil “falçata” darbeleri indirmeye başladı. 
Çünkü yargı, çevresinin “yolsuzluk” ve  “usulsüzlük” girdabında boğulduğunu fotoğraflar, “tape”lerle ortaya koymuş, Bakanları koltuklarından etmiş, çocuklarını da mahkûm ettirmişti. 
Az kalsın kendi oğlu Bilal efendi de sorguya çekilecekti ki, Başbakan onu hemen kanatları altına aldı, hukuktan, savcıdan kaçırdı. Şu anda Bilal efendi  “görüldüğü yerde tutuklanıp” hâkim karşısına götürülmesi gereken biri.
Peki,  “görülemiyor” mu? Görülmesine görülüyor amma onun babası var, Başbakan, o da Başbakan’ın makam otosunda görünüyor, sıkıysa  “tutukla” sıkıysa “sorgula” da görelim!
Yani, Erdoğanlar artık hukuk tanımıyor. Küçüğü mahkeme celbine icabet etmiyor, büyüğü mahkemenin aradığına  “yardım” ve “yataklık” yapar görünüyor..
Gelelim Sayın Gülen’e!
...        
Üç yıl önceki referandumda, “(...) imkân olsa mezardakileri bile kaldırarak o referandumda ’evet’ oyu kullandırmak lâzım. Mezardakiler bile kalksın. Ben zannediyorum kalkarlar da...”  noktasından, “Ocağınıza ateş düşsün”  çizgisine niye gelindi?
...
İşin acı tarafı fillerin tepişmesi yüzünden çimenlerin ezilmesi, asıl gözden kaçan bu.. 
Şunu kabul edelim ki Türkiye,  “sermaye birikimi ve dağılımı çok yetersiz” bir ülke. 
Para ve şirketler yabancı ülkelerin acentesi konumunda olan ailelerin kontrolünde. 
Anadolu daha yeni yeni birikim sağlıyor, fabrikalar kuruyor, istihdam oluşturuyor. Kayseri’den Gaziantep’e Türkiye’nin her noktasında dünyaya açılan pek çok iş adamı var ve millet bunlarla övünüyor.
Ve bu kişiler bir yandan çocuklar okusun diye Gülen ve cemaatine, muhafazakârlar iktidar olsun diye de AKP’ye destek çıkan firmalar, holdingler.
Erdoğan tutmuş, “Gülen’e yardım ediyorlar” diye bu holdinglerden, bu şirketlerden hesap sormaya başlamışsa hem kendi ayağına, hem Türk sanayisinin ayağına, hem  “iş iş”  diye çırpınan işsiz gençlerin ayağına kurşun sıkmış olacak..
Eğer Erdoğan “İktidarın yolsuzlukları ortaya çıkmasın” diye bu yola giderse bu tahribat “Büyük Orta Doğu Projesi Eş Başkanlığı” ve “Öcalan’a ‘sayın’ “kankalığı” ile yaptığı kötülüklere bedel bir başka kötülüğü “Nefsim! Nefsim!” diyerek bu millete yaşatacak...
Yapılması gereken; Gülen ve cemaatinin devlet içinde devlet olmaktan vazgeçtiğini açıkça söylemesi ve bunda samimi olması, Erdoğan’ın da nerede bir yolsuzluk varsa, oğlu dâhil, üzerine gidip hesap sormasıdır.
Hukukun da Allah’ın da emri budur.
Gelin görün ki bizim bu isteğimizin olması neredeyse imkânsız gözüküyor. Çünkü çamur eteği geçmiş, boğaza çıkmış gibi...

Yazarın Diğer Yazıları