“Dönemin Başbakanı!”

17 polis, Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük yolsuzluk operasyonuna imza attı. Dört Bakan görevinden el çektirildi. 

Suçlama, ses kayıtları ile destekli olarak Başbakan’a kadar uzandı. Tutulan zabıtlarda,  “Dönemin Başbakanı”  ifadesi kullanılması o gün bugündür “Hükümeti yıkmaya teşebbüs” suçu olarak havuz medyası tarafından pompalanıp duruyor. Düşünebiliyor musunuz, 17 polis, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini yıkacak! Bu iddiayı kabul edebilmek için ya hükümetin üfürükten bir hükümet olması ya da bu polislerin her birinin Afganistan’ı Rus işgalinden kurtaran Amerikan film artistleri gibi bir güce sahip bulunması lâzım.
Hele suçlamayı haklı göstermek için polislerin  “Dönemin Başbakanı”  ifadesini ısrarla dile getirmeleri yok mu, insan kendini,  “Korku insana ne hukuk cinayetleri işlettiriyor”  demekten alıkoyamıyor.  Bir kere, o günün Başbakanı  “Dönemin Başbakanı” değil mi? 
 Diyelim ki, sürçülisan oldu, bir polis tarafından yapılan bir sürçülisan bu kadar ciddiye alınıyor da, koskoca Başbakan tarafından söylenen, “Ben çocuklarıma helal lokma yedirmedim” demesi niye ciddiye alınmıyor? Niye savcılar,  “Aha bak, itiraf da etti?”  diye kayda geçip, gereğini yapmıyor?
Netice, onca bilgi, onca görüntü, onca ses kaydına rağmen onlar yine mağdur. Savcıların emri ile cerahati deşip hukukun ve toplumun önüne koyanlar ise suçlu oldu çıktı. Şimdi tutmuş,  “Yolsuzluk yapanın elini keseriz” afra tafrası ile milletin gözüne perde çekmeye çalışıyorlar amma Kılıçdaroğlu’nun ifadesi ile aslında yaptıkları “Yolsuzluk yapanın elini öpmekten” başka bir şey değil...
Anayasa Mahkemesi Başkanı ve Genelkurmay Başkanı’nın da ifade ettikleri gibi paralel yapı ile ilgili bütün suçlamalar “Belgesiz”  suçlamalar. Her iki kurumun başındaki şahıs da,  “Belgesiz hareket etmeyiz”  diyerek isimsiz yapılan şu şucu, bu bucu ihbarlarını çöpe attıklarını söylediler.
Lâkin kendinizi bu yolsuzlukları ortaya çıkartan kamu görevlileri yerine koyunuz. Başbakan’ından Cumhurbaşkanı’na, İçişleri Bakanı’ndan Adalet Bakanı’na hemen herkes, havuz medyasından hükümetin şerrinden korkan şahsiyetsiz gazete ve televizyonlara kadar hemen herkes, gün 24 saat sizi “Vatan haini, dış güçlerin işbirlikçisi” olarak suçluyor. Böyle bir durumda kendinizi nasıl hissedersiniz? Onların okula giden çocukları, eşleri, anneleri nasıl hisseder?
...
Gerçekten bir “Paralel yapı” var ise ve gerçekten “Dış güçlerle iş birliği” yapılmış ise, bunun bilgi ve belgesi ortaya konmalı, hesap da sorulmalıdır. Amma Anayasa Mahkemesi Başkanı ve Genelkurmay Başkanı’nın dile getirdikleri gibi “bilgi” ve  “belgesiz” linçler, varsa gerçek suçluların, emniyet içerisinde cemaat dayanışmasını her şeyin üstünde gören ve Erdoğan’ın bir zaman, “Ne istediler de vermedik” diye övündüğü oluşumun bile haklı görülmesine sebep oluyor.
...
“İleri demokrasi” denilerek geldiğimiz noktanın “Demokrasi” kısmından yalnızca elinde Kalaşnikof olan PKK istifade ederken “İleri”  kısmından da bugünkü serveti siyasete başladığı andaki servetinden çok çok  “ileri” olanlar istifade ediyor. Sıradan vatandaşa, emekliye, dula, yetime ise bu zevattan bir kişinin bir öğünde yediği yemek parası ile bir ay geçinmek, çoluk çocuğunun ve ailesinin zaruri ihtiyaçlarını gidermek için kredi kartına sarılmak, bir onlara bir de bankalara soyulmak düşüyor...
Ve biz bu bedeli Erdoğan’ın rakibi Ekmeleddin İhsanoğlu’na 70 bin oy daha kazandıramadığımız için ödüyoruz. 
Yani biz bu günleri bir bakıma boykotçu çok bilmişlere ve sahilde 50 liraya lahmacun yemeyi oy kullanmaktan çok daha büyük vatan görevi sayan vatanperverlere borçluyuz!
Kendilerine teşekkür ederiz!

Yazarın Diğer Yazıları