Katiller niye bulunamıyor?

7 Haziran’da sandık başına gideceğiz ya... Hükümet yine Parsadan taktiği uygulamaya başladı. Rahmetli mesleğini,  “Ya korkutacaksın, ya umduracaksın”  diyerek icra edermiş...
AKP bir yandan “Bizi seçmezseniz, gelecek iktidar memur maaşlarını bile ödeyemez”  diye korkuturken, diğer yandan da millî ve güçlü ordu projeleri ile Türk ruhunu  “umdurmaya” başladı..
Fakat bahsedilen o güzel hayallerin hayata geçirilebilmesi için 12 küsur yıldır Türkiye’yi yöneten AKP iktidarının yapması gereken bir şey yok mu?
“Yok, niye olsun ki”  diyenlere  “ASELSAN”  diyelim ve bu kurum çalışanlarının başına gelen son ’cinayet’ haberini medyaya düşen halleri ile hatırlatalım:
Olay, Çankaya Cebeci Akat sokak 4/2 adresinde meydana geldi. İki gündür işe gitmediği için arkadaşları 28 yaşındaki Erdem Uğur’un evine geldi. Kapının açılmaması üzerine Uğur’un arkadaşları polis ekiplerine haber verdi. Olay yerine gelen polis ekipleri, çilingir yardımıyla girdiği evde Uğur’un cesedi ile karşılaştı. ASELSAN mühendisi Erdem Uğur’un yatağında üzerinde battaniye örtülü, ağzına dayanmış büyük tüp hortumuyla bulunduğu öğrenildi.
Daha önce de ASELSAN’ın dört mühendisi Hüseyin Başbilen, Halim Ünsem Ünal, Evrim Yançeken ve Burhaneddin Volkan peş peşe öldü.
...
Hadi Hırant Dink’in ve rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun katillerini bulmadınız, bulamadınız...
İşin içinde İsrail ve ona destek veren başka ülke örgütlerinin olduğu saklanamaz hâle gelmiş bu cinayetlerin üzerindeki sis perdesi niye kaldırılmıyor?
Başbakan talimat veriyor, Cumhurbaşkanı  “Bulunsun” diyor! Bu talimatlar da tuhaf.
Bir cinayetin çözülmesi için Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın talimat vermesi mi gerek? Böylesine kritik bir cinayetler zincirinde talimat ancak,  “Bu işin sonu ülkenin askerî ve mali bakımdan kalkamayacağı bir neticeye varır” endişesiyle,  “Kapatın”  türünden bir  “talimat”  olabilir... Çünkü,  “savaş sebebi” dir...
Neyse, biz iyi niyetimizi muhafaza edelim... Bu talimatlar üzerine Ankara ve İstanbul Cumhuriyet Savcıları devreye giriyor, gelin görün ki dosyalar  “İntihardır” diyerek tozlu raflardaki yerini alıyor.
Sonra da Devletin Bakanı çıkıyor,  “Burnumuza kötü kokular geliyor, İsrail’den şüpheleniyoruz; milli yazılım konusunda AKP’nin önü kesilmek isteniyor”  diyor. Hatta en yetkili ağızlar çıkıp,  “Bu işin içinde paralel yapı”  var diyerek hâlâ evet hâlâ  “mağdurları”  oynuyor.
...
Tuhaflıklar bitmiyor ki...
TÜBİTAK’a, TÜBİTAK’tan sorumlu bakanın damadı, sahte diploma ile işe giriyor, en kritik birimin başına getiriliyor. Aylarca çalışıyor. Mesele sızınca yahut kokunca TÜBİTAK’tan sorumlu bakan,  “Damadım sahtekâr çıktı”  diyorsa, yani en kritik yerlere bu ülkede üçkâğıtçılar sahte diplomalarla atanabiliyorsa, bir bakan, damadının hangi okul mezunu olduğunu bilmiyorsa, (gerçekten bilmeyebilir amma aile içi bir gerçeği bilmeyen bir bakan Türkiye gibi devasa bir ülkenin en stratejik kurumunun labirentlerini nasıl bilebilir) ASELSAN’ın en millî, Türkiye için en kritik, en kilit projesinde görev alan mühendislerin peş peşe ilginç yöntemlerle ölümlerini  “intihar” a bağlamak, hele bundan bir de mağduriyet çıkarmak, gerçekten büyük bir beceri meselesi olsa gerek...
...
Bu ülkede istihbarat kurumları niye var? Bu kurumları yöneten bu iktidar, TÜBİTAK ve ASELSAN gibi stratejik kurumlarına sahip çıkamıyorsa, ülkenin hangi meselesine sahip çıkabilir?
Bırakın bir ülke meselesine sahip çıkabilmeyi, ülke sınırları ve topraklarına sahip çıkabilir mi?
Nitekim çıkamıyor işte!

Yazarın Diğer Yazıları