“Haydut Devlet”

Amerikalı gazeteci William Blum,  “Haydut Devlet”  isimli araştırmasının “ABD Ordusu ve CIA’in Eğitim Havuzundan Alıntılar” bölümünde, “Zor kullanılmadan” kişilerin nasıl konuşturulacağına dair ilginç bir örnek verir:
CIA elemanları bu metodunda, “sinirleri bozma” stratejisi uygular. Sorgulama durumu, ilk kez karşılaşanların çoğunluğu için yeteri kadar rahatsız edicidir. Amaçları bu etkiyi güçlendirmek ve hedefin aşina olduğu dünya ve kendisinin bu dünyadaki imajıyla ilgili, duygusal bütünlüğünü parçalayan bir travma yaratmaktır.
Bakınız  “travma için” en etkili yol neymiş:
“Kendi giysileri alınır. Çünkü alışık olduğu giysiler kimlik duygusunu güçlendirir ve direnme kapasitesini artırır.” 
Gerçekten de öyledir.
Evet, kişinin alışık olduğu giysiler kimlik duygusunu güçlendirir. Kravatın, takım elbisen vardır, bürokratsındır. Seni çırılçıplak soyarlar. Bürokratlığın bitmiştir. Elinde mendilin vardır, sımsıkı tutarsın. O mendille sanki “ailen arkandadır.” Gelir onu da alırlar. Sen artık bir hiçsindir. Amma yine de kendi bedenine bakar, hafızandaki tarihî sorgulamalarda direnen isimleri hatırlar, kendinde bir güç hissedersin. Bunu engellemek için de bir hapishane elbisesi giydirirler. Telefonun yoktur, makamın yoktur, artık adın bile yoktur. Kimse sana, sen kimseye ulaşamazsın... 
CIA’nin bu metodunun toplumlar için de uygulandığını Türk milletinin yaşadığı süreçlere bakarak çok net görüyor, gerçekten acı çekiyoruz. Önce bu milletin bin yıldır Türkleştirip Müslümanlaştırdığı şehir, köy, mezra, mahalle, sokak adları ellerinden alındı. Ardından  “T.C.” sine musallat olundu. Bayrağı  “tahrik unsuru” olarak görüldü. İnsanlar taşlanır diye evlerine, yakılır diye otomobillerine bayrak asamaz hale geldi. Altın vuruşu da AKP iktidarı yapacak ve “Türklüğü”  yeni bir vatandaşlık tanımını ile Anayasa’dan çıkartacak.
Bundan böyle yeryüzünde Fransa olacak, Almanya olacak, Rusya olacak, Çin olacak, Japonya olacak, hatta Kürdistan olacak amma Türkiye olmayacak. Böylece bu millet hepten kimliksiz kalacak. Tamam, CIA bunu başkaları için yapıyor, amacı da ABD’yi dünya hâkimi yapmak, dünya hâkimi ise onu o mevkide tutmak için. 
İyi de...
Bir devlet, bir hükümet, bunu kendi eliyle kendi milletine nasıl yapar? Niçin yapar? 
Erdoğan, Batman ve Diyarbakır’da konuştu. Türkçenin yanına, eğitim için paralel dil olarak Kürtçeyi vermek ve Türk olan yer adlarını M.Ö. isimlerle değiştirilmesinin önünü açmakla övündü. 
Övündüğü şey, işte yukarıda bizim CIA tarafından kişi bazında örneklendirdiğimiz şeyin sosyal zemin olarak Türkiye’de hayata geçirilmesi değil mi?
Konuştuğumuz dostlar,  “Ama bunlar Müslüman”  diyor. Namaz kıldıklarını, Kur’an okuduklarını söylüyorlar. Peki, bir milletin en önemli kimliklerinden biri de  “aile”  değil midir? Millet, ailelerden oluşmaz mı? İyi de bu, mensupları Kur’an okuyan, dindar iktidar, nasıl oldu da “zinayı suç olmaktan”  çıkarttı? Gazetelerin üçüncü sayfaları çöpe bırakılmış bebek poşetleri ile dolu ise bunun sebebi “zinanın suç olmaması” değildir de nedir? Onlara bunu da mı “paralel yapı” yaptırdı? Hayır, AB hayranlığı yaptırdı, “BOP Eş Başkanlığı” yaptırdı.
Herkes ve iktidarlar için de ölçü “neyi bildiği” değil  “neyi yaptığı” dır...
İslâm tarihinin Osmanlı ve Selçuklu öncesinde, rahmetli Tahir Büyükkörükçü’nün anlatımı ile; kendilerine Kur’an’dan bir âyet hatırlatıldığında, atının üzengisine basıp daha adımı atmadan önce, “Şu surenin şu ayeti, şu sayfanın baştan şu, alttan şu satırı” diye cevap veren ve fakat Kâbe’yi bombalatan halifeler yok muydu?
Başbakan, “Taksim, işçilerin Kâbe’sidir” diyen Demirtaş’a,  “Kâbe’ye laf söyletmeyiz”  diyor. Dertleri Kâbe değil, oy... 
Eğer laf söyletmeyeceksen, “Bakara-makara”  diyerek Kur’an’ı tekfir edenlere laf söyletme de görelim samimiyetini, ihlâsını, mücahitliğini, yiğitliğini...

Yazarın Diğer Yazıları