Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Agah Oktay GÜNER

Agah Oktay GÜNER

Yeni yıla gülümseyerek girelim

                Gülmek canlılar içinde sadece insanlara verilmiş ilahi bir lütuftur. Saadetin, sevincin, gerçekleşen ümitlerin, sevdiklerimizin başarılarının bizdeki karşılığı saadet gülücüğüdür.

                Bir de ihanetlerin, yalnızlığın, karşılaştığımız nankörlüklerin ruhumuzu yakan zulmüne acı bir tebessümle seyirci oluruz.

                Son yıllarda toplum olarak ne yazık ki saadet kahkahalarından nasipsiz kaldık. Çoğu gün şehitlerin ve yaralanan yiğitlerimizin gönül yakan haberleri toplumumuza gülmeyi unutturdu. Halbuki biz güldüren, güldürürken düşündüren büyük dahilere sahibiz. Nasrettin Hoca, Bektaşi Babası, Bekri Mustafa, Keloğlan ve daha nicesi bize hikmetli, ibretli gülmeyi öğretmiştir.

                Timur ve Nasrettin Hoca farklı zamanlarda yaşadı. Ancak Timur'un zulmüyle yanan bizim insanımız O'na olan öfkesini, lanetini Nasrettin Hoca'nın ağzından, O'nun irfan hazinesi fıkralarıyla ifade etmiştir.

                Bir gün Nasrettin Hoca'ya Timur; "Yahu şu Abbasi Halifelerinin her birisi birer lâkap almış kimi el Mutazım-Billah, kimisi de el Mütevekkil-Allah diye anılıyormuş. Acaba onların zamanında hükümdar olsaydım bana ne ad koyarlardı?" diye sorar. Hoca hiç çekinmeden "Sana da Neüzzü-Billah derlerdi" diye cevap verir.

Mevlana'dan ibret ışığı

                İnatçılık, tenkide tahammülsüzlük, benim dediğim en doğrudur  diktatörlerin hamurlarının ortak değerleridir. Bu kafa ile Stalin, Hitler, Mussolini arkalarında milyonlarca ölü, sakat insan, açlık ve çile bıraktılar.                                                                         

                Hitler bir akıl hastanesini ziyaret eder. Kendisini demir parmaklıklar arkasından seyreden delilerden birisi dilini çıkarır, alay eder. Hitler öfkelenir ve deliye; "Ben führerim, hareketine dikkat et" diye çıkışır.  Deli başını sallar, "Buraya düşmeden ben de böyle diyordum..." diye mırıldanır.

                Stalin de bir akıl hastanesine gider ve konuşma yapar. Deliler çılgın gibi alkışlar. Beyaz gömlekli bir adam alkışa iştirak etmemektedir. Stalin  bu adamı çağırarak niye alkışa iştirak etmediğini sorar. Adam; "Onlar hasta, ben doktorum" cevabını verir.

Bazı siyasi partilerimizin yöneticileri gerçekle yüz yüze gelmekten devamlı kaçar. Düşünseler galibiyete ulaşmanın sırları mağlubiyetlerinde gizlidir. Bu tip politikacıları çok güzel anlatan bir Temel fıkrası var: "Hayatında ilk defa at yarışlarına giden Temel yarışta hiç şansı olmayan bir ata büyük para yatırır. Yarış başlar, Temel'in atı en geridedir. Önde birbiriyle çekişen atlara para yatıranlar heyecanla ayaktadır. Atı en arkada olan Temel'den hiç ses çıkmaz. Mağlubiyeti sindiremeyen Temel bir süre sonra ayağa fırlar ve başlar bağırmaya: Hey yavrum hey, ata bak ata! Kattı hepsini önüne kovalıyor".

                               Ülkemizde genel hastalık; insanımızın tenkide tahammülsüzlüğüdür. Parti içi demokrasinin yokluğunun, her kuruluştaki, her kademedeki sıkıntının sebebi budur. Çok eski bir sosyal derdimiz olmalı ki Yüce Mevlana ev hikayesiyle yedi buçuk asır öncesinden günümüze ibret ışığını sunuyor. Adamın birisinin kırk yıldır içinde oturduğu bir evi varmış. Gün olmuş duvarda bir çatlak belirmiş, adam hemen çamuru karmış, çatlağı doldurup sıvamış. Çatı çatlamış, binanın temeli çatlamış hep aynı şekilde çamurla çatlaklar kapatılmış. Ev sahibi bir gün işten eve dönmüş, ne görsün; ev yıkılmış! Yerinde sadece bir enkaz var. Ağlayarak enkazın yanına diz çökmüş, Aziz evim kırk yıllık dostluk böyle mi bitmeliydi? Neden haber vermedin beni terk ettin? diye sitem ederken enkaz dile gelmiş: "Sevgili sahibim ne zaman ağzımı açsam sen çamur doldurdun. Feryadımı duymadın, başka ne yapabilirdim."

                Evet bu hikaye her kademedeki yöneticiye, bütün siyaset ve devlet adamlarına ibret olmalıdır.

En büyük saadet

                Adaletsizlik toplumun bünyesinde tamir edilemez yaralar açar. Bir ülkede bir vatandaş ölürse kilisenin çanı 2 kere, ölen bir asilzade ise çan 3 kere, ülkenin kralı ölürse 4 kere çalınırmış. Günün birinde hak kapısı bilinen mahkemede bir vatandaş haksız yere mahkûm edilmiş. Kilisenin çanı tam 5 defa çalmış. Meraka düşen ahali kiliseye koşmuş, papaza "Kraldan daha önemli biri var mı ki o kişi ölünce çanı beş defa çaldın?" diye sormuşlar. Papazın cevabı ise: "Evet, Kraldan daha önemli bir şey var! Bu gün adalet öldü."

                Yeni yıla hapishane duvarları içinde, hürriyetinden mahrum giren gazeteci arkadaşlarımıza ve bütün mazlumlara dayanma gücü ve hür günler diliyorum.

                               2018 devletimize dirlik düzenlik, milletimize huzur ve refah silahlı kuvvetlerimize, emniyet güçlerimize zaferler getirsin. Her birimiz karşımızdakine sevgiyle, saygıyla değer verelim.

 Unutmayalım ki kimseye kalmayacak olan bu dünyada en büyük saadet, insanların saygı ve sevgi duyduğu bir mezarda yatabilmektir.

Yazarın Diğer Yazıları