Zalimin zulmüne "tezgah" açan devlet!..

Ne kadar etkileyici bir sözcük değil mi o?.. Kapsama alanı ne kadar da geniş, etkileme alanı ne kadar da sonsuz...

Vurgusunda nasıl da bir devasa etki var?..

İçinde baskı, içinde korku ve aynı zamanda içinde kucaklayıcı bir merhamet de saklı sanki...

Sıradan bir sözcük değil o... Ülkeyi var eden, yöneten, ayakta tutan, milleti kucaklayan, haksızlığa dur diyen, ayrımcılığı reddeden, siyah-beyaz ayırt etmeden kucaklayan, koruyan, saran, sahiplenen bir vurgulamanın sözcüğüdür o!..

İşte o "devlet" sözcüğünün içerisinde neler yok ki?.. Devletin kurumu, devletin valisi, devletin memuru, devletin askeri ve devletin ta kendisi!!!

Yukarıdaki tanımlamalar, sözcükler, cümleler bir ülkenin yönetiminde kayıtsız şartsız ve de sınırsız söz sahibi olan, kimilerinin "derin" diye de nitelendirdiği, ancak varlığıyla bazen kök söktüren, bazen nefes aldıran ve en önemlisi de çoğu kez adalet de dağıtan devlet...

Eskidendi aslında yukarıdaki tanımlamalar...

"Devletin valisi"nin geçtiği caddelerde dalgalanan bayrağa selam veren çocukların "devlet"iydi o zaman devlet...

Köylerde, bir uzman çavuşun yüzlerce kişiyi esas duruşa geçirebilecek hâkimiyetini de anlatıyordu o devlet duruşu...

Aynı zamanda devlet, yaşamın egemen olduğu, hukukun yürüdüğü, sağlık hizmetinin vazgeçilmez olduğu; bürokrasinin, hareket etmesi gereken her alanda, kendini bazen en ince ayrıntısına kadar, bazen zalimce, bazen de merhametiyle gösterdiği devletti o zamanlar...

Ancak devletin gerçekten "devlet" olduğu dönemler çok gerilerde kaldı...

Artık siyaset geçti devletin yerine... Haksızlığa uğrayan yurttaş, "devlet ne der bu işe" diye düşünemiyor artık... Siyaset, yani hükümet ne yapar diye bakmak zorunda bırakılıyor yurttaş, her dara düştüğünde...

Adalet işlemezse, haksızlık büyürse, bürokrasi rüşvet batağında çırpınırsa ve milletin işi yürümezse işte o zaman akıllara hep aynı soru gelir durur; "Nerede bu devlet?.."

Son yıllarda, yani özellikle son 10 yılda çok sorulur oldu bu yaşamsal soru; "Devlet neredeeeee?.."

Sofrayı vuran "terör!.."

Yukarıdaki sorunun bu kadar sık ve etkili sorulmasının, devletin peşine bu kadar düşülmesinin, varlığıyla-yokluğunun merak edilmesinin yüzlerce nedeni var...

Bürokrasi siyasetle kol kola rüşvet bataklığında çırpınırsa, yurttaş bundan büyük zarar görürken önlem alınmazsa insanlar devleti arar durur işte...

Hastanelerde ilgisizlik insanları ölüme sürüklediğinde, kurbanların yakınları "devlet nerede" diye kapıya-bacaya hatta doktora-hemşireye saldırırken de aslında devleti aramak için çırpınırlar...

Zalimler mazlumları ezmeye çalışırken, mafya sokaklarda tur atarken, uyuşturucu kuryeleri çocukları zehirlerken, tüm bu rezaletlere isyan edenlerin de çaldığı tek kapıdır devlet...

Sokaklarda bombalar patlarken, terörün yol açtığı şiddet olayları millete kan kustururken, şehit cenazeleri Doğu'dan Batı'ya gelirken, herkesin gözyaşlarıyla aradığı kurum da, güç de devletten başkası değildir...

Rüşvetin, yolsuzluğun, adam kayırmacılığın, torpilin, vurgunun zirve yaptığı bir dönemde, insanlar sosyo-ekonomik çarpıklıkların ortasında, siyasetin zalimliklerine isyan edince de, herkes işte o sözcüğün hâkimiyet alanını aramak zorunda kalır... Yani devletin...

Kuyruktan, karaborsaya!..

Bazen en yakında; dürbünle bakılsa görülemeyecek kadar kendini iyi hissettiremezse devlet, işte o zaman ne adalet kalıyor, ne huzur kalıyor, ne de milletin oldum olası güvenine mazhar olan devlete duyarlılık...

Velhasıl, devlet üzerine şüphesiz en çok söz söylenecek, en çok konuşulacak ve en çok tartışılacak dönemde yaşıyoruz...

Çünkü devletin siyasetten soyutlanmış haliyle kendini iyi hissettirdiği, hâkimiyet kurabildiği, etkisini gösterebildiği ve siyasetten sosyal yaşama kadar her şeyin hakkını vereceği bir süreç yok ortada...

Hele de konu, "hak-hukuk-adalet" ve özellikle de "yaşamak" olunca!..

Türkiye'de ne yazık ki terör, yolsuzluk, hırsızlık, IŞİD, Hizbullah, PKK, Suriye ve diğer diplomatik-siyasi rezaletler çok önemli olaylar olmaktan çıkmaya başladı...

Çünkü "yaşayabilmek" öne geçiyor son dönemde... "Yaşamak" için yemek, beslenmek ve doymak zorunda olan milyonların gerekçesi yalnızca budur son dönemde...

Ne kadar acı değil mi; kıyma için Et-Balık mağazalarının önünde, tüp gaz için karaborsacı vurguncuların köhne dükkânlarında, ekmek için fırınların kapısında, yakıt için petrol istasyonlarının önünde kuyruk bekleten eski siyasetten şikâyet eden bir iktidar döneminde de insanlar en doğal beslenme maddelerini bulmakta güçlük çekiyorlar... Hem de varlık içinde çekilen bir vahim yoklukla!..

Pes edip "pazar"a düşmek!..

Evet: bu ülkede, devlet son yıllarda rüşveti, adam kayırmacılığı, torpili, hırsızlığı, vurgunculuğu önleyemedi ama topluma bir dönem kan kusturan sağcısından-solcusuna kadar terörü ve en sonunda da devletin içerisinde "paralel" yapıyla kendi egemenliğini korumaya çalışan cemaati de önemli ölçüde bertaraf etmeyi başardı...

İyi de, AKP siyaseti kendi büyüttüğü bu siyasi güçleri bertaraf ederken, zamların, enflasyonun, açlığın ve işsizliğin ardından giderek kangrenleşen stokçuluk-fırsatçılık ve karaborsacılığın millete son aylarda dayattığı zulmün önüne nasıl geçemiyor?..

Heyhat!.. Terörle, FETÖ ile mücadele eden devlet, patlıcanın kilosunu bir anda 20 liraya, domatesi 10 liraya, soğan ve patatesi 7 liraya, bir kilogram sivri biberi 15 liraya çıkartan zulüm imparatorluğunun ve karaborsacı alçaklığın önüne geçemedi!..

İşte millet tam bu sırada aradı "devlet"i... AKP'nin elinde mahvolan o devlet yönetimi tam bu dönemde, yani sofralara ekmek indirilemeyen, tencerelerin kaynamadığı ve milletin fakr-u zaruret içerisinde pazara çıkamadığı, marketlerin önünden geçemediği bir dönemde neredeydi acaba?..

Enflasyonla mücadele edildiğine ilişkin gülünç logoların pazardan marketlere, mağazalardan AVM'lere kadar her yerde, iş yerlerinin camlarında sırıttığı bir ülkede, doların 7 liraya çıkmasını gerekçe göstererek hastalık düzeyinde zam yapanlar, dolar 5,5 liraya düşmesine rağmen, o zulüm zamlarını geri almazken neredeydi devlet?..

Mafya zam rezaletini zincirleme bir hastalık halinde millete zikretmeye çalışırken devlet neredeydi?..

Nasıl olur da koca devlet terörle uğraşırken, hal mafyasıyla, stokçu alçaklığıyla, karaborsacı vurguncuyla mücadele edemedi acaba?..

Ve o devlet, mücadele edemediği bu çeteye karşı Ankara, İzmir ve İstanbul sokaklarında seyyar sebze "tezgâh"ları açarak mı varlığını göstermeye çalışacak?..

Suyun başını tutanların milleti susuz bıraktığı bir dönemde, taşıma suyla değirmen döndürmeye çalışan devlete "devlet" denir mi sizce?..

Yazarın Diğer Yazıları