Murat Ağırel, Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu için karar çıktı

Murat Ağırel, Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu için karar çıktı
Yeniçağ Gazetesi yazarı Murat Ağırel, 109 gün sonra hakim karşısına çıktı. Ağırel ve gazetecilerin yargılandığı davada ilk duruşma bugün görüldü. Mahkeme, Barış Pehlivan, Hülya Kılınç ve Murat Ağırel'in tutukluluğunun devamına karar verirken, Barış Terkoğlu için tahliye kararı verdi. Bir sonraki duruşma için tarihi ise 9 Eylül olarak belirlendi.

8 Mart’tan bu yana Silivri Cezaevi’nde tutuklu bulunan Murat Ağırel ile OdaTv Genel Yayın Yönetmeni Barış Pehlivan, Haber Müdürü Barış Terkoğlu, muhabir Hülya Kılınç, Yeni Yaşam gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Ferhat Çelik ve Yazı İşleri Müdürü Aydın Keser, ‘istihbarat faaliyeti ile ilgili bilgi ve belgeleri ifşa etme’ iddiasıyla bugün hakim karşısına çıktı.

Mahkeme, Murat Ağırel, Barış Pehlivan ve Hülya Kılınç'ın tutukluluğunun devamına karar verdi. Barış Terkoğlu ile Yeni Yaşam Gazetesi'nden Ferhat Çelik ve Aydın Keser için ise tahliye kararı çıktı. Bir sonraki duruşma 9 Eylül'de görülecek.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturma sonucunda gazeteciler hakkında iddianame hazırlanmıştı. 50 sayfalık iddianamede altısı tutuklu, biri serbest, biri de yurt dışında olmak üzere sekiz sanık yer alıyor.

Yapılan savunmaların ardından mütalaasını veren savcı, gelecek celseye kadar esas hakkındaki mütalaanın hazırlanması için süre verilmesini ve Erk Acarer yakalama kararının devamı ile sanıkların tutukluk halinin devamını istedi.

Savcının mütalaasının ardından sanık avukatları söz aldı. 45 dakikalık aranın ardından mahkeme heyeti karar için toplanacak.

YENİÇAĞ AN BE AN BİLDİRİYOR

09:40 Murat Ağırel ve diğer sanıklar cezaevi aracı ile basın mensuplarının giremeyeceği otoparka, oradan direkt duruşma salonuna yine farklı bir kapıdan alındılar.

09:45 Duruşma salonu dışındakilerin görüntü almasına da imkan verilmiyor.
Duruşmanın başlamasına kısa bir süre olmasına rağmen adliye önünde yoğun bir kalabalık yok.

Duruşma, iddianameyi kabul eden Çağlayan’daki İstanbul 34’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek.

09:50 Murat Ağırel'in eşi Dilek Ağırel Adalet Sarayı'na geldi. Görünüşe bakılırsa onu duruşma salonuna alacaklar...

10:05 CHP eski Milletvekili ve gazeteci Barış Yarkadaş ile İYİ Parti İstanbul İl Başkanı Buğra Kavuncu adliye önünde konuşma yaptı.

10:10 Duruşma saati yaklaşırken güvenlik görevlileri Adliye koridorlarında da fotoğraf çekilmesine müdahale etmeye başladılar.

10:20 Duruşma saatinin yaklaşmasıyla birlikte gazetecilere destek vermek için gelen kalabalık da arttı.

10:40 Mahkeme salonuna sanık ailelerinden toplamda 12 kişi girebildi. Barış Pehlivan'ın annesi ve babası duruşma salonuna alınmadı.

MAHKEME SALONUNDA KORONA TEDBİRİ

10:45 Tutuksuz sanık Eren Ekici ise SEGBİS sistemi ile duruşmaya katıldı. Duruşmaya katılımın fazla olması sebebiyle mahkeme başkanı korona virüsü önlemleri kapsamında salona sosyal mesafe kuralına uygun sayıda tutuklu sanık yakını ve gazetecinin alınmasına karar verdi.

10:50 Aile bireylerinin dışında 6 basın mensubu içeri alındı. İçeri girebilen isimlerden biri gazeteci İsmail Saymaz oldu. Saymaz'ı, sanık avukatlarından birinin içeri çektiği görüldü.

10:56 Diğer basın mensuplarının dışarıda kalması nedeniyle mahkeme salonu önünde Yeni Yaşam, KRT ve T24 muhabirleri arasında kısa süreli gerginlik yaşandı.

11:00 Mahkeme salonuna 6 kişi dışında basın mensuplarının alınmaması nedeniyle CHP Genel Başkan Yardımcısı Muharrem Erkek ve adliye görevlileri arasında tartışma yaşandı.

İşte o görüntüler:

11:05 CHP ve İYİ Parti İstanbul ilçe teşkilatları da gazetecilere destek vermek için adliyeye geldi.

11:10 Gazeteci Vedat Yenerer'in Yeniçağ'a aktardığına göre bazı basın mensupları dışarı çıkarılırken, sanıklar mahkeme salonuna alındı ve duruşma başladı.

11:20 Mahkeme başkanı önce sanık savunmalarını alacağını, iki tanık dinleneceğini ve yarım saatte bir ara verileceğini söyledi.

ÖZGÜR ÖZEL'DEN YENİÇAĞ'A AÇIKLAMA

11:35 CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel de adliyeye geldi. Mahkeme salonu önünde. Özel, salonun önünde Yeniçağ'a yaptığı açıklamada, "Daha önce cezaevinde de her birisini ayrı ayrı ziyaret etmiştik. Duruşmayı da bugün kalabalık bir milletvekili grubuyla takip etmeye geldik. Tabi Covid şartlarından dolayı içeriye sadece 6 kişilik bir grup alındığı için bir selamlama yaptık. Kendilerine moral verdik. Önümüzdeki saatler içinde de takip edeceğiz duruşmayı. Hiç suçlanmaması gerek bir şeyle suçlanıyorlar. Burada yapılan iş gazetecilik. Gizli kalması gerek bir cenaze varsa, bunu devletin gizli yapması lazım. Tutuksuz yargılanmalarını bekliyoruz." dedi.

11:47 İddianame okunmaya başlandı.

11:50 Murat Ağırel'in savunmasına başlandı.

12:00 Duruşma salonunda CHP'li vekillerin yanı sıra, İYİ Parti İstanbul il Başkanı Buğra Kavuncu ve İYİ Parti Kurucular Kurulu Üyesi Vedat Yenerer yer aldı.

ATATÜRK'ÜN O SÖZLERİYLE SAVUNMA

12:44 Murat Ağırel Atatürk'ün sözü ile savunma yaptı. Ağırel, "Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün de dediği gibi, "'Kalem kılıçtan daha kuvvetlidir. Kılıç kullanan kol bir gün yorulur ve kılıcını kınına koyar.' sözünü ilke alarak, acemice yaptığım yazarlık ve hayalim olan gazetecilik mesleğini, profesyonelce yapmaya başladım.

Ulusumuzun bağrından çıkarak Cumhuriyet devrimlerini canı pahasına savunacak olan ilerici güçleri yıldırıp, usandırmaya çalışan,Ulusumuzu ve devletimizi ele geçirmek, çökertmek isteyen gerici ve emperyalist güçlerin varlığını bilen bir yurttaşım." şeklinde konuştu.

12:52 Ağırel'in annesi Yeniçağ'a yaptığı açıklamada, oğlu ile ayrılığın çok zor olduğunu, hiç utanmadığını oğlu ile hep gurur duyduğunu belirtti.

13:05 Murat Ağırel'in savunması tamamlandı, Ağırel savunma için ek süre talebinde bulundu.

13:25 Mahkeme heyeti duruşmaya ara verdi.

13:35 Verilen aranın ardından duruşma tekrar başladı. Yeni Yaşam Gazetesi'nden Aydın Keser ve Ferhat Çelik savunma yaptı.

15:40 Duruşmaya verilen ikinci ara sona erdi. Hülya Kılınç savunma yaptı.

16:08 Odatv Genel Yayın Yönetmeni ve Cumhuriyet yazarı Barış Pehlivan savunmasına başladı.

16:50 Pehlivan'ın savunması bitti. Duruşmaya ara verildi

17:10 Odatv Sorumlu Haber Müdürü Barış Terkoğlu savunmasına başladı.

18:21 Eren Ekinci'nin savunması bitti ve 15 dakika ara verildi.

19:02 Duruşmada tanık muhtar Cemali Merter dinleniyor. Merter, "Hülya Kılınç’tan başka sanığı tanımadığını" söyledi. Merter, şu ifadeleri kullandı:

"Deprem bölgesi olduğu için çadırlardaydık 19 Şubat'ta. S.’nin şehit olduğunu söylediler, biz S.’yi TSK’da elektrik teknisyeni olarak biliyorduk.

Hülya hanım aradı ailesini ziyaret edebilir miyim dedi. Yok ben geleceğim görüşmek istiyorum dedi. Pazar günü geldi. Beni şehit evine götürür misin dedi.

Bana birkaç soru sordu: Nasıldı cenaze, kalabalık mıydı? İlgini çeken bir şey var mıydı?

Birkaç saat sonra yine geldi gözüne takılan bir şey var mı diye sordu bir çelenk vardı abla dedim."

Mahkeme Başkanı: MİT mensubu olup olmadığından niye bahsetmediniz?

Merter: Heyecanıma verin.

Mahkeme Başkanı: Eren Ekinci’yi tanıyor muydunuz?

Merter: Sima olarak tanıyorum. Üçümüz hiç bir araya gelmedik

19:10 Savcı mütalaasını veriyor. Mütalaada savcı şunları kaydetti:

"Gelecek celseye kadar esas hakkındaki mütalaanın hazırlanması için süre verilmesi.

Erk Acarer yakalama kararı devam.

Hepsinin tutukluk halinin devamına..."

19:15 Murat Ağırel'in avukatı Ruşen Gültekin savunma yaptı

19:38 Hülya Kılınç'ın avukatı Celal Ülgen savunma yaptı

19:50 Barış Pehlivan'ın avukatı Hüseyin Ersöz savunma yaptı

20:05 Barış Terkoğlu'nun avukatı Yiğit Akalın savunma yaptı

20.30 Avukatlar savunmalarını bitirdi. Duruşmaya 45 dakika ara verildi.

İLK SÖZ MURAT AĞIREL’DE

Kimlik tespitinin ardından tutuklu sanıkların savunmasına geçilen duruşmada ilk olarak Yeniçağ Gazetesi Yazarı Murat Ağırel savunmasını yaptı. Ağırel'in savunması şu şekilde;

Sayın Başkan, Değerli Heyet, Değerli İddia Makamı, Kıymetli Avukatlar ve Kıymetli Hazirun; Mahkemenizde sanık sıfatı ile bulunma nedenim, 2937 sayılı Kanunun 27. maddesi ile birlikte TCK'nın Devlet Güvenliğine ve Siyasal Yararlarına İlişkin Bilgileri Açıklama başlıklı 329 maddesinde tanımlanan suçları işlediğim iddiasıdır.

İddia makamının savlarına karşı savunmamı elbette yapacağım. Ancak öncelikle bazı hususları önemle mahkemenize arz etmek istemekteyim. Zira bu hususlar savunmamın içerisinde yer alacak olan bazı olguların temelini oluşturmaktadır.

Sayın Başkan ve değerli heyet ben Adana'nın Ceyhan ilçesine doğmuş işçi emeklisi bir babanın ve ev hanımı bir annenin 6 çocuğundan biriyim. Ailem, Anadolu tabiri ile kendi yağında kavrulan bir ailedir.

Lise eğitiminden sonra İstanbul'a geldim. Hem okumak, hem de çalışmak zorunda kaldım. Bu süreç içerisinde biz kaç kişiyiz sivil toplum platformuna katıldım. Bu platform ADD, ÇYDD, CKD, CUMOK gibi yurtsever 110 derneğin bir araya gelmesiyle oluşmuştur.

Bu sivil toplum kuruluşlarının katılımı sonucu milyonlarca yurtseverle birlikte; Cumhuriyet Mitingleri,Hukuka Saygı, Şehitlere Saygı, Teröre Lanetgibi mitingler düzenledik.

Bu mitinglerin amacı yaklaşan tehlikeye dikkat çekmek ve yetkili kişileri uyarmaktı. 2008 yılı Temmuz ayında Kadıköy'de gerçekleştirilen "Hukukuma Dokunma" mitinginde yaptığım konuşmada bu dönemin terör örgütü lideri ve çetesi FETÖ hakkında söylediklerimden sonra 2008 Eylül ayında kumpas davası olan Ergenekon davasına eklendim. Sonraki yıllarda FETÖ Terör Örgütü ile mücadelem artarak devam etti.Ancak 15 Temmuz hain darbe girişiminin meydana gelmesini ne yazık ki engelleyemedik.

Hain darbe girişiminden sonra devlet kurumlarının ve yöneticilerinin bu yapı hakkında gerekli malumata sahip olduklarını artık aman vermeyeceklerine inanmıştım. Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün de dediği gibi, "Kalem kılıçtan daha kuvvetlidir. Kılıç kullanan kol bir gün yorulur ve kılıcını kınına koyar." sözünü ilke alarak, acemice yaptığım yazarlık ve hayalim olan gazetecilik mesleğini, profesyonelce yapmaya başladım.

Ulusumuzun bağrından çıkarak Cumhuriyet devrimlerini canı pahasına savunacak olan ilerici güçleri yıldırıp, usandırmaya çalışan,Ulusumuzu ve devletimizi ele geçirmek, çökertmek isteyen gerici ve emperyalist güçlerin varlığını bilen bir yurttaşım.

Bütün yaşamım bu hain yapılar ile işbirliği halindeki çeteler, taşeron terör örgütleri ve yoksul halkın alın teri ile oluşturulmuş kamu kaynaklarını yağmalayan, yolsuzluk yapan kişiler ile mücadele ile geçti. Bundan sonra böyle olmaya devam edecektir.

Ben ulu önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün devrimlerini kendime rehber edinmiş bir kişiyim. n ışığında hayat mücadelesine devam eden Kemalist Türk genciyim. Kumpas davası olan Ergenekon davasından 2019 yılında beraat ettim.

Beraat ettikten sonra hakkım olmasına rağmen tazminat davası açmadım. Bunun sebebi ise; şayet alacağım tazminat, bu kumpası kuran hainlerin cebinden çıkacak olsa saniye düşünmezdim.

Ne yazık ki muhtemel alacağım tazminat, fukaranın cebinden ödenecektir. Dosya avukat vekalet ücretini dahi iade almadım. Bunu yapmış olsaydım rahatsız olur uyumazdım. Boğazımdan geçmezdi. Sayın Başkan değerli heyet; Mahkemenizde iddia edildiği gibi bir suçun olmadığını ve nasıl olmadığını savunacağım.

Zira bu olmayan suçlamalarla tam 120 gündür cezaevinde bir hücrede tek başıma tutuluyorum.

Hakkımdaki suçlamalar, ne bir somut delile dayanıyor, ne de vicdana sığıyor. İddia makamının tarafınıza sunduğu iddianame bana göre bir "niyetnamedir".

Neden böyle nitelendirdiğimi ve savunmamı anlatmaya başlayayım;İddianame içerindeki, iddiaları çürütecek benim savunmamı ise doğrulayacak belgeleri savunma metni içerisinde numaralandırdım ve ek dosya olarak tarafınıza da sunuyorum.

Şubat ayının ilk haftasında "SARMAL" isimli kitabım satışa çıktı ve büyük bir ilgiyle karşılaştı. Bu nedenle devamlı tanıtımlara ve kitap imza günü etkinliklerine katıldım. 22 Şubat günü yani suç işlediğinim iddia edilen, yanitweet paylaşımını yaptığım gün, CKM (Cadde Bostan Kültür Merkezi)’nde imza günü etkinliği saat 15:00’da yapılacaktı. (EK-1) O günün sabahında TELE1 TV'de Namık Koçak'ın programına canlı yayın konuğu olarak katıldım ve kitabım hakkında konuştuk. (EK-2) Sonrasında Kadıköy CKM'ye gittim. İmza etkinliği başlamadan yirmi dakika önce Sputnik Radyo RSFM'de Ahu Özyurt'un sunduğu programa, telefon ile canlı yayına bağlandım.

Bu canlı yayın 14:40 da başladı 15:00'a kadar sürdü. Konu sadece kitabım "SARMAL"dı.(EK-3) İmza etkinliği çok kalabalıktı, saatlerce kitap imzaladım. Etkinlik 19:00 civarlarında bitti. İmza sonrası CKM yanında yer alan bir kafede eşim, çocuğum, arkadaşlarım ile bir süre dinlendik. 20:00-20:30 gibi evime gittim.

Ertesi gün, İzmir Alsancak'ta imza günüm vardı.(EK-4) Seyahatimi uçak ile gerçekleştirecektim. Uçuş saati de sabah çok erken saatteydi. Hazırlık yapmam ve pazartesi yayınlanacak olan gazete makalemi hazırlamak zorundaydım.

Yazımı hazırlamam ve göndermem ancak saat 22:10 civarında gerçekleşti. Gün boyunca haberlerden uzak kalmıştım. Televizyondan haber özetlerini izledim. Sayın Cumhurbaşkanı bir otoyol açılışına katılmış ve açıklamalar yapmıştı.

Açıklamasında "Libya'da birkaç tane şehidimiz var" demişti.(EK-5) Yanlış duydum herhalde diye düşündüm, Cumhurbaşkanlığı ve Anadolu Ajansı'nın haberlerine baktım. Tekrar dinledim. Gerçekten Cumhurbaşkanı şehitlerimiz için "tane" demişti. İnanılmaz üzüldüm.

Bu vatan uğruna gözünü kırpmadan can veren yiğitlerden eşya gibi “tane” diye bahsedilmesi çok üzmüştü beni. Yazımı göndermemiş olsam bu konuda yazacaktım. Şehitlerimizkaç kişiydi? İsimleri neydi?

Bunu öğrenip sosyal medyada paylaşmaya ve sonrasında da yazı yazmaya karar verdim. Sosyal medyaya baktım. Konu hakkında binlerce kişi paylaşımda bulunmuştu. Daha öncesinde ise Libya'da bir geminin vurulduğu ve şehitlerimizin olduğu haberleri vardı. Hatta Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın'a da bu sorulmuştu.

Sayın Kalın isabet etmediğini bildirmişti. (EK-6)Ancak çeşitli haber kaynaklarında ve sosyal medya paylaşımlarında geminin vurulduğunu gösteren görüntüler yayınlanmıştı. (EK-7) Bu habere ait şehitler hakkında da paylaşımlar yapılmıştı.

Benim dikkatimi ise,Habertürk Güvenlik Uzmanı olan askeri harekât konularında devamlı TV'lerde gördüğümüz ve şehitler konusunda en doğru bilgiler veren Abdullah Ağar'ın 19 Şubat'ta yaptığı "Vatan kimi zaman bilinen kimi zaman da BİLİNMEYEN kahramanlarıyla yükselir" yazıp ek olarak paylaştığı fotoğraflı paylaşımı çekti.

Çünkü bununla ilgili herhangi bir resmi açıklama veya demeç yoktu. (EK-8) Sosyal medyaya daha dikkatli baktım. Benimde yazarı olduğum Yeniçağ gazetesi internet haber servisi bu konuda bir haber yapmış ancak kaldırmıştı. Yeniçağ İnternethabersorumlusu Batuhan Çolak silinen haberi kendi twitter hesabında birkaç tweet mesajı ile haberleştirmişti.

Okudum. Şehitlerimizden birisi emekli olmasına rağmen tekrar göreve çağrılmış sonra şehit olmuş, cenazeleri de törensiz yapılmış yazıyordu.(EK-9) Cumhurbaşkanı'nın "tane" açıklaması ve üzerine bu bilgi beni derinden üzmüştü. Batuhan Çolak'ı aradım. Bu bilginin daha önce de gazeteciler tarafından bilindiğini ancak doğrulatamadığını, hiçbir yerde de resmi bir açıklama olmadığından bahsettim. Batuhan’da “devlet kurumları biliyor, ama resmi bir açıklama yapılmadı” dedi. Şehitlerimizin törensiz gömüldüğünden bahsetti.

Üzüntülerimizi paylaştık. Her Türk evladı gibi ben de her şehit haberinde çok üzülürüm. Çünkü şehitlerimiz“tane” değildir. Bir babadır, ağabeydir, oğuldur, kocadır, sevgilidir. Şehit şehadete erdiğinde can veren sadece kendisi değildir. Tüm sevdikleridir.

Şehidimiz ister asker, ister polis, ister memur, ister vatandaş olsun. Hepsi bu toprakların evlatlarıdır. Hak ettikleri değeri göstermek zorundayız. Yapılacak tören bu değerlerden en önemlisidir. İşte tam bu saikle, gazeteciliğin vermiş olduğu haber refleksi ile düşüncelerimi ve üzüntülerimi paylaşmak istedim.

Sosyal medyaya yeniden baktım. "Sol" gazetesi Yeniçağ Gazetesini ve Batuhan Çolak'ı kaynak göstererek yine aynı saatlerde paylaşım yapmıştı. (EK-10) Şehitlerimizle ilgili haberlerin Batuhan ve Yeniçağ'da yayınlanma saati öğle sularındaydı. Çok basit bir araştırma ilesosyal medyada şehitlerimizden birinin devre arkadaşlarının paylaşımını gördüm. "1993'lüler Derneği"nin paylaşımıydı. Şehidimizin de fotoğrafı vardı. (EK-11)

Ancak farklı farklı fotoğraflar kullanılıyordu. Biraz daha bakındım. Muhtarın paylaşımına tekrar denk geldim. Şehitlerimizin baba adı,adresi,defin yeri bildiriliyordu.(EK-12) Yorumlar kısmında da şehidimiz hakkında bilgi ve fotoğraflar vardı. Fotoğrafın üzerinde "bize emanet" yazılı bir logo ile "Türk Özel Kuvvetleri" yazılı bir adres vardı. (EK-13) O adrese baktım. "Bordo Bereliler" adlı adrese de baktım.(EK-14)Ekşisözlük,Facebook, Twitter şehitlerimizin resimleri ile bilgiler ile doluydu.

Şehitlerimizden biri albaydı. Diğerinin binbaşı olduğu yazılıydı. Yorumların birinde de "meslek memuru" ifadesi vardı. İlk defa duydum.

Meslek memuru tabiri Dışişlerinde kullanılır diye biliyordum. Kendi kendime Dışişleri Bakanlığı memurunun ne işi var orada dedim. Bu konular hakkında bilgi sahibi olabileceğini düşündüğüm kişileri arayarak görüşlerini sormak istedim. Dışişleri Bakanlığından uzun yıllar önce emekli olmuş bir büyüğümü aradım.

Onun da bilgisi yoktu. O da benim gibi sosyal medyadan gördüğünü, tören yapılmadığı için sosyal medyada çok tepkinin olduğunu söyledi. Sosyal medyadaki bilgilerden bahsettik, “Bunlar yardım görevlisi subaylardır.Yardım görevlisi olduklarını belirtmek için bunlara Case officer, meslek memuru denir” dedi. Ben de şehitlerimizin yardım gemisinde görevli subaylar olduklarına kanaat getirerek sosyal medyada yer alan paylaşımı yaptım. Bu paylaşımı yapmamda ki gayem şehitlerimizin şahadetini yüceltmek ve bu kahraman vatan evlatlarının hak ettiği ilgiyi ulaşmasını sağlamaktı.

Düşünsenize bu topraklar uğruna can veren yiğitlerimizden "tane" diye bahsedilip geçiştiriliyor, tören dahi yapılmıyor. Hangi Türk evladı bunu kabul eder. Amacım bunları dile getirip şehitlerimizi yâd etmekti. Başka bir amacım, düşüncem, kastım yoktu.

Gazetecilik refleksi ile şehit olmuş askerlerimizin, kahramanlarımızın “tane” diye nitelendirilmesine, törensiz defnedilmesine binlerce kişi gibi tepki vermek ve şehitlerimizin hakkındaki doğru bilgiyi paylaşarak şahadetlerini yüceltmekti. (EK-15) Paylaşımımı yaptıktan sonra, paylaşımımın altına küfür, hakaret ve tehdit mesajları yazıldı.

Anlam veremedim. Çünkü benim paylaşımlarıma asla böyle bir şey yapılmazdı. Hesabımı gizli yani kilitli duruma getirdim. Paylaşımımı da avukatım Aylin Özgül Kırmızıoğlu’na gönderdim ve kontrol etmesini istedim. Ben de ertesi gün hazırlıklarını yapmaya başladım. Bir süre sonra avukatım aradı "Hiçbir şey yok paylaşımda, şehit haberlerinden ne olur?" dedi.

Ben hazırlanmaya devam ettim. Yine de rahat edemedim. Aklım takıldı. Paylaşımı kaldırmak istedim. Telefonumu elime aldığımda Turkcell servisinden bir mesaj aldım. (EK-16) "2 G’ye geçmek istiyor musunuz onaylıyor musunuz?" tarzındaydı. Anlam veremedim. Turkcell operatörü aramak istedim ancak telefonum arama yapmıyordu. Aynı mesaj bir kez daha tekrarlandı. Ters bir şeyler oluyordu. Twitter hesabıma baktım, giriş yapılamıyordu.(EK-17)Maillerimi kontrol ettim.

Ona da erişemiyordum.(EK-18)Hesaplarım ele geçirilmişti. Uçak saatine kadar hesaplarımı geri almak için uğraştım, başaramadım. Değerli Başkan, değerli heyet; Sizi anlattığım haberleri sosyal medyadan derlemem ve şehitlerimiz hakkında paylaşım yapmam toplam 50-60 dakika içerisinde gerçekleşmiş ve sadece 43 dakika aktif kalmıştır. Sonrasında hesabımı ele geçirenler tarafından paylaşım kaldırıldı. Ertesi günü sabah saatlerinde Batuhan Çolak aradı ve aynı şekilde hesaplarına el konulduğunu bildirdi.

Yeniçağ gazetesinde E-operasyon isimli bir haber yayımlandı. Haber nedeniyle çok kişi aradı röportaj yaptı. Sonrasında hesabımı el koyanlar tüm maillerimi ve tüm tweet paylaşımlarımı silerek bir paylaşım yaptılar.(EK-19)Bana da WhatsApp programı ile bir mail ve şifre gönderdiler (EK-20).Bu saatte hesabıma girebildim. Savcılığa da bu konuda suç duyurusunda bulundum (EK-21). O günden sonra konu kapandı. Odatv haberi ile benim paylaşım arasında 11 gün vardı. OdaTV haberinden Barış Terkoğlu gözaltına alınınca ancak haberim oldu.

Haberin içeriği hakkında bilgi sahibi olduğumda ise şaşırdım. Zira ben tören yapılmadığını biliyordum. Bunu da paylaşımımda belirtmiştim. Barış Terkoğlu gözaltına alındıktan sonra malum medya organlarında hedef olarak gösterilmeye başlandım. Zira kitabım "SARMAL"ın, "PELİKAN" adlı bölümünde belirttiğim tüm isimler beni hedef gösteriyordu. MİT'in ifşasından bahsediliyor ve ilk ifşanın ben ve Batuhan tarafından yapıldığı yazılıyordu. (EK-22)Hatta "Yeniçağ’ın MİT ifşasındaki rolü"manşeti atılıyordu.

Bu paylaşımı yapan "Yekvücut" hesabıdır. (EK-23) Yine aynı isimler tarafından bu haber paylaşılmaya başlamıştı.Bunun üzerine benim ve Batuhan'ın da gözaltına alınacağımızı düşündüm. Beklediğim gibi oldu. 6 Mart günü Başsavcılıktan arandım. Savcıya yönlendirildik. İfademi verdim. Savcının sorduğu her soruya cevap verdim. Sayın savcı bana paylaşımımı gösterdi. Paylaşım saat olarak 11:06 yazıyordu.

Yanlış olduğunu söyledim. Sayın Savcı bir videodan bahsetti ve videoyu kimin çektiğini tespit etmeye çalıştıklarını, fotoğrafların sosyal medyadan bulunamayacağını bildirdi. Ben de kendisine “Fotoğrafların sosyal medyada yer aldığını, videoyu görmediğimi” bildirdim. Savcı diğer savcı ile bir yere gidip geldikten sonra tutuklanma istemiyle mahkemeye sevk edildim. 8. Sulh Ceza Mahkemesi karşına çıktım. Savcılık ifademi tekrarladım. Belgeleri sundum.

Mahkeme adli kontrol şartı ile serbest bıraktı beni. Tahliye olduktan birkaç saat sonra daha önce planlanan Ankara kitap fuarına katılmak üzere Ankara'ya hareket ettim. (EK-24) Dönüşte arandığımı, eski kayınvalidemin evine gidildiğini, eski kayınbiraderimin de Vatan Caddesine gidip tutanak tuttuğunu aranmam üzerine öğrendim. Polis memuru ile konuştum "Beni arasalardı, zaten gelirdim" dedim. Yolda olduğumu birkaç saate kadar geleceğim bildirdim.

Avukatım ile birlikte Çağlayan Adliyeye gittim. Sonrasında 5. Sulh Ceza Mahkemesi’ne çıkarıldım. Savcı 11. Sulh Ceza Mahkemesi’ne itiraz etmiş, Nöbetçi 5. Sulh Ceza olduğu için davaya bu hâkimliğin baktığını öğrendim. Mahkemedesavcının 24 saat dolmadan neden tutuklama istediğini öğrenmek istediğimizde "kaçma şüphesi" ve "delilleri karartma" gibi nedenlerin ileri sürüldüğünü öğrendim. Yani yeni bir gerekçe de yoktu.

Aynı iddia ile 8.Sulh Ceza Mahkemesi tahliye etmişti. Savunmamı yaptım. Avukatlar savunmasını yaptı. Ara verildi. Sonra karar için içeriye çağırıldık. Ben savunma kürsüsüne tam geçmeden ve avukatlar daha salona girmeden, sulh ceza hâkimi bana "tutuklandın" dedi. Dışarı çıkardı. Avukatım Aylin Hanım karara itiraz etti, ancak yararı olmadı.

Dışarıda kararı beklerken mübaşir kararı getirdi. Ben okumadan imzaladım. Avukatım Onur Cingil karar metnini imzalarken karara baktı, müvekkilim tahliye edilmiş dedi. Hepimiz şaşırdık. Evrakı mübaşir ile birlikte inceledik.

Karar metninde 3 tane farklı karar vardı.(EK-25) O esnada 13-15 avukat 3 milletvekili de evrakları kontrol etti. Tüm yaşananlar kameralarcaher an kayıt edildi. Mübaşir bir hata yapıldığını söyledi ve evrakları almak istedi ancak vermedik. Mübaşir içeri gitti ve bu sefer kalem görevlisi ile geri geldi ve cam kenarında diğer suretleri incelediler.

Ben de yanlarına gidip “Nasıl böyle bir şeyin olduğunu” sordum. “Anlamaya çalıştıklarını” söylediler. Avukatlarım hâkim ile görüşmek istedi. Mübaşir durumu hakimebildirdiğinde sesler koridora kadar geldi. Sonrasında Sulh ceza hâkimi polisleri çağırdı. Bir süre sonra farklı karar geldi. Avukatlarım karara şerh düştüler ve tutanak şeklinde kararın altına yazdılar. (EK-26) Polislerin nezaretinde Silivri'ye teslim edildim.

Sayın Başkan, sayın heyet, Bu anlattıklarım noktası ve virgül ile yaşadıklarımın tamamıdır. İlk günden itibaren tüm sulh ceza hâkimliklerine belgeleri ile birlikte itirazlarda bulunmamıza rağmen dikkate alınmadı ve ret cevabı verildi. Hukuki savunmayı avukatlarım yapacaklar, tabii ki ancak iddianamenin nasıl gerçekleri yansıtmadığını yine belgeleri ile anlatmak istiyorum. Şu ana kadar anlattıklarıma ait 26 belge dosyada mevcuttur.

İddia makamının düzenlediği iddianame 50 sayfa. Benden bahsedilen kısım sadece 2,5 sayfa. Bu 2,5 sayfa içerisinde tam 7 defa "ilk olarak", 2 defa "ilk deşifre" ve 11 defa da "caseofficer" ifadeleri kullanılmıştır.

İddianameye giriş kısmında OLAY başlığı altında 7 Şubat MİT krizi olarak bilinen davaya ve MİT Tırları davasına atıf yapılmış ve üçüncü paragraf sonunda yapılan soruşturmalarda şüphelilerin FETÖ, PYD Silahlı Terör örgütü mensubu oldukları ve kapsamlı bir plan dâhilinde ve casusluk kastı vurgusu yapılmıştır. Bizim yargılandığımız bu dava ile bağı belirtilmemiş olmasına rağmen, örnek olarak bu davaların hatırlatılmasının nedeni iddianamede yer alan "planlı hareket" ve "kast" iddialarının altını doldurma gayretidir.

Zira tüm sanıkların birbiri ile irtibatları HTS kayıtları, sinyal takibi ile tespit edilmiş, MİT, terör savcıları, emniyet güvenlik şube sanıkları hakkında kapsamlı araştırmalar yapmıştır. Bunları ek klasörlerde görüyoruz. Sayın iddia makamının iddiasına delil olabilecek şahsım ile ilgili tek bir bulgu yoktur. Ne sanıklarla bir irtibatım ne de herhangi bir terör örgütü ile en küçük bağım bulunmamıştır. (EK27)Çünkü yoktur.

Sanıklardan Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan'ı tanırım, bilirim. Yurtseverliklerine de kefil olurum. Barış Pehlivan ile en az 14 -15 ay önce görüşmüştüm. Terkoğlu ile de yine 14-15 aylık zaman zarfında görüşmem olmamıştır.

Telefon irtibatı olarak sadece Terkoğlu’nusohbet için bazen arardım. Ancak uzun zamandır onu da yapmadım. Sayın Savcıların bu iddiasına ait bir delil bulunmamaktadır. Ancak çok basit bir şekilde bir arama yapılsa FETÖ terör örgütüne karşı verdiğim mücadeleyi, hem de 17/25 Aralık baz alınmadan 2007 yılından itibaren çok net şekilde görürdü diye düşünüyorum. FETÖ Terör Örgütünün faaliyetleri ve FETÖ Terör Örgütü mensubu kişilerin faaliyetleri ile ilgili çok sayıda yazı yazdım. Yazdığım yazılara erişim yasakları kondu.

Hakkımda tazminat davaları açıldı. Halen de bir tazminat davası devam etmektedir. Benden tazminat isteyen kişi, dava görülürken FETÖ'dentutuklanmıştır.Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünce yapılan 15 Temmuz öncesi veya sonrasında yapılan incelemelerde aleyhimde olabilecek hiçbir şey bulunmamıştır. (EK-28) Sayın İddia makamı yine aynı başlık altında TBMM'nin 02.01.2020 tarih ve 1238 karar numaralı 03.01.2020 tarih 30997 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren TSK'nın Libya gönderilmesi ile ilgili tezkere metnine yer vermiştir. MİT Tırları Davası’na, Libya Tezkeresi’neatıfta bulunması bir meşruiyet yaratma çabasıdır.

Ancak sonuçsuz kalmıştır. Ek klasör evraklarına bakalım, FETÖ/PDY ile bağımız 8 ana başlıkta araştırılmış. 15 Temmuz öncesi/sonrası HTS kayıtları, baz istasyon verileri ve aklınıza gelebilecek her konu araştırılmış ve titizlikle incelenmiş. Sonuçta ne bulunmuş? Hiç… Peki, kendi adıma Libya karşıtı bir yazım, makalem, mesajım veya açıklamam var mı? O da yok…

Ancak iddianamenin aksi yönde Libya ile ilgili politikaları destekleyen makalelerimi size savunma ekimde sunuyorum(EK-29) İddia makamı aynı konu başlığı adı altında MİT’in görevlerini açıklamış ve (j) maddesinden sonraki paragrafta "2937 Sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu ve ilgili kanunlar uyarınca faaliyetlerini gizli olarak yürütmektedir" denilmiştir.

Aslında MİT'in Libya'da görev yaptığını ilk duyuran kişi Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan'dır. Cumhurbaşkanı, Milli İstihbarat Teşkilatının (MİT) yeni hizmet binası "KALE"nin açılış töreninde, “MİT’in Libya’da başarılı görevler icra ettiğini” konuşmasında açıklamıştır. (EK-30)2937 sayılı Kanuna göre Cumhurbaşkanı suç mu işlemiştir? Kanunda "Cumhurbaşkanı" hariç diye bir ibare var mıdır?

Bizler MİT'in nerede görev aldığını nasıl bilebiliriz? İddianamenin 8 sayfasında "Şehit MİT mensuplarının kimlik bilgileri, fotoğrafları ve cenazeye katılan diğer MİT mensuplarının görüntüleri bir plan dâhilinde sistematik ve koordineli biçimde twitter isimli sosyal medya hesapları ile bir kısmı gazete ve internet siteleri üzerinden ifşa edilmiştir" denilmiştir.

Şunu belirtmem gerekir ki, benim Twitter paylaşımım ile diğer bahsedilen haber ve fotoğraflar arasında bir benzerlik bulunmamaktadır. İki birbirine benzemeyen soruşturma neden birleştirilmiştir, anlam veremiyorum. İddia makamı yapılan haber ve paylaşımı sistematik ve planlı bir faaliyet olarak görüyorsa, bunu da ortaya koyması gerekir.

Oysa bu konuda iddia makamının sunduğu tek bir delil dahi yoktur. Suçu ve bunun arkasındaki planı devletin her türlü imkânına sahip olan MİT, terör savcıları, emniyet birimleri böyle bir şey gerçekten varsa, daha önceki davalarda olduğu gibi şemaları ile birlikte bunu mahkemenize sunmaz mıydı?

Ayrıca İddia makamının, iddialarının daha bizler savcılık makamında ifade dahi vermeden sosyal medyada dile getirilmesinin tesadüf olduğunu umut ediyorum. İddia makamı, iddianamenin 8. sayfasının 5. paragrafında "Şüpheli tarafından 22.02.2020 tarihinde yapılan ve MİT mensuplarının kimlik bilgileri, fotoğrafları, mesleki konum ve unvanları ile birlikte deşifre edildi" denilmektedir. Sayın Başkan lütfen şahsıma ait paylaşımıma bir kez daha bakınız, paylaşımımda mesleki konum, unvan ve MİT bilgisi nerede yer almaktadır?

Libya’da şehitlerimizin olduğunu Sayın Cumhurbaşkanımız açıklamış, muhtar ilk paylaşımı yapmış, fotoğraflar her yerde paylaşılmış, oysa günler sonra ise ben paylaşım yapmışım. Paylaşımda hangi bilgi, belge yer almaktadır? Bu iddiaya ait paylaşımım ortadadır. İlk paylaşımı yapanlar ortada, serbest, hatta sanık dahi değiller.

İddia makamı aynı paragrafta "Şüpheli tarafından yapılan ifşa eyleminden birkaç gün öncesinde şehitlerin MİT mensubu olduğu bilinmeksizin ve beyan edilmeksizin bir kısım paylaşımların yapıldığı tespit edilmişse de söz konusu paylaşımların hiçbirinde şehitlerin MİT mensubu olduğuna yönelik herhangi bir ibare veya ima bulunmadığı, Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu olduklarının belirtildiği anlaşılmıştır" denilmiştir.

İddia makamı benden önce paylaşım yapanların varlığını kabul etmiş, ancak benim paylaşımımda "kasıt"olduğuna, önceki paylaşımları yapanların kastı olmadığı kanaatine varmış. Benim hakkımda savcılık makamının art niyetli olduğu açıktır.

Paylaşımımda "caseofficer, meslek memuru kahramanlarımız" demişim. Benden önce yapılan paylaşımlardan birkaç örnek vermek istiyorum. -19 Şubat tarihinde Muhtar Cemali Merter'in paylaşımın altındaki yoruma Ahmet Hafize Kayalı adlı kullanıcı "Libya' da şehit olan gizli Kahraman", - 21 Şubat tarihinde Ahmet Özkan adlı kullanıcı "Libya' da üst düzey 3 MİT elemanına yapılan saldırıda 2 şehit 1 yaralı haberi doğru mu" -19 Şubat'ta Abdullah Ağar "isimsiz kahraman" gibi paylaşımlar ile benim paylaşımımı arasında ne fark vardır?

"Gizli", "isimsiz", "kahraman” gibi tanımlamalar TSK kastı taşıyor da,"caseofficer,meslek memuru kahramanlarımız" nasıl MİT kastı taşımaktadır?(EK-31) İddianamenin 8.Sayfa, 6.paragrafında; "MİT mensubu şehitlerin fotoğrafları ve kimlik bilgileri ile birlikte bilerek ve isteyerek özellikle kullandığı "caseofficer meslek memuru" teknik ifadesini MİT mensuplarının yurtdışı faaliyetlerini deşifre etmek kast ile kullandığı, bu şekilde şehitlerin MİT mensubu olduklarını ve yürütülen MİT faaliyetlerinde şehit düştüklerinin soruşturma kapsamındaki tespit doğrultusunda ilk olarak şüpheli Murat Ağırel tarafından sosyal medyada ifşa edildiği, söz konusu paylaşımda "caseofficer" vurgusu yapılarak şehitlerin Libya ülkesinde yürüttükleri görevlerin yabancı istihbarat birimlerince de anlaşılarak bilgi verildi anlaşılmıştır" denilmektedir.

Sayın Başkan, değerli heyet; Neresinden başlayacağımı inanın bilmiyorum. Savcılık makamı yani iddia makamı böylesine ciddi bir iddiayı sadece "niyet"olarak bildirmiştir. MİT'in yurtdışında görev aldığı zaten Cumhurbaşkanı tarafından tüm dünyaya bildirilmiştir. Şehitlerimize ait fotoğrafları ilk olarak devletin muhtarı Cemali Merter, TC. Türk Özel Kuvvetleri, Bize Emanet, Bordo Bereliler, şehidin ruhuna el Fatiha gibi sitelerde isimleri,ölüm tarihleri ile paylaşıldığı sunduğum belgelerde açıkça görülmektedir.

Öyle ise, bana yönelik bu suçlama neden yapılmıştır, anlaşılamamaktadır. Şehit haberi bizzat Cumhurbaşkanı tarafından bildirilmiştir. Diğer iddia ise "caseofficer meslek memuru" ibaresinin MİT terimi olduğu iddiasıdır.

Soruşturma savcısının 8.Sulh Ceza Mahkemesine gönderdiği tutuklama talebi yazısında aynen şöyle denilmektedir: "Bu terim üzerinde yapılan incelemede "caseofficer" teriminin olay subayı şeklinde çevirisi yapılsa da genellikle istihbarat terimi olarak İngilizce dilinde kullanıldığı yine devamında yer alan meslek memur ibaresinde TSK bürokrasisi içerisinde askeri bir unvan veya görevi tanımlamak için kullanılmadığı istihbaratta yer alan kişilerin kendilerini böyle tanımladıkları bahse konu ibarenin cümle bütünlüğü içerisinde yapılan değerlendirmesinde resmi istihbarat kurum görevlisi şeklinde çevirinin yapılabileceği".

Sayın Başkan, Ben bu ibarenin anlamını gerçekten bilmiyordum. Ancak Sayın Savcı dahi “caseofficer”ın anlamının olay subayı olduğunu, resmi bir terim olmadığını ve istihbarat çalışanlarının kendilerini böyle tanımladıklarını, meslek memuru ibaresinin de kurum görevlisi olduğunu belirtmiştir.MİT’in yaptığı suç duyurusunda dahi “caseofficer” ifadesi yer almamaktadır.İstihbarat çalışanları gerçek unvan ve görevlerini elbette söylemezler ve kendilerini “Case Officer” olarak tanımladıklarını savcı bizzat söylemektedir.

Sayın İddia Makamının, beni tutuklayabilmek ve tutukluluğu devam ettirebilmek için tek sığındığı ibare budur.“Case officer”ın Türkçe karşılığı olay subayı olmasına, subay sadece TSK'da kullanılmasına rağmen benim istihbarat manasında kullandığımı iddia etmektedir. İngilizce-Türkçe sözlüğe bakınca “Case Officer” ifadesinin sadece istihbarat anlamında kullanmadığını çok rahatlıkla görürsünüz.

Sayın Mahkeme ve İddia makamına bazı belgeler sunuyorum. Zira bu sunduğum belgeler, iddianame savcılarının bütün niyetlerini boşa çıkaracak niteliktedir. İlk belge bir eleman arama sitesine ait. Türkiye menşeli bir site. Site adı www.gelbaşla.com.

Bu sitede bir eleman arama ilanı var. Aranan elemanın görevi tam da savcıların iddia ettiği gibi “caseofficer” olarak belirtilmiş. Kim adına, hangi kurum adına aranıyor dersiniz? Kamu yararına çalışan dernek statüsüne sahip olan, yönetiminde eski başbakanın eşinin dahi bulunduğu “Yeryüzü Doktorları” adlı yardım kuruluşu adına.

Eğer iddianamedeki, iddia doğruysa, bu dernek istihbarat ajanı arıyor. Bu da demek oluyor ki, bu dernek, istihbarat faaliyetleri yürütüyor. Değil mi? Böyle bir iddia nasıl akla mantığa uygun olabilir? Mantıksız değil mi? İşte savcılık makamının iddiası da bu kadar mantıksızdır. (EK-32) Yeryüzü Doktorları adlı dernek “caseofficer” ilanı ile raporları denetlemek ve yazmak, şirket içi stratejik ve planlama toplantılarına katılmak vs. gibi görevler için sözleşmeli personel arıyor aslında.

Yeryüzü Doktorları Derneği “caseofficer” ilanı ile nasıl istihbarat elemanı aramıyorsa, ben de tweetimdeki bu imayı,bu kasıtla kullanmadım. İddia makamı yine “caseofficer” kelimesinin yurt dışında kullanıldığı,istihbaratyetkilisi anlamına geldiğini belirtmektedir.

Mahkemeye yine bu iddianın doğru olmadığını gösterecek dünyanın çeşitli yerlerinde paylaşılmış “caseofficer” iş ilanlarını sunuyorum: (EK-33) Mesela www.jobsite.co.uk adlıİngiltere'nin en büyük eleman arama sitesindeki bir ilanı sunuyorum; 21 günlüğüne saati 9.3 sterline çalışan aranıyor.

Yine İngiltere'de www.charityjop.co.uk adlı sitede yer alan ilanda “caseofficer” ibaresi yer alıyor. Peki ne aranıyor? Bağış toplama düzenleyicisi. www.reed.co.uk adlı sitede “caseofficer” adı ile farklı görevlerde aranan eleman ilanlarını görebilirsiniz. Peki yine Linkedin adlı sosyal paylaşım sitesine bakalım. Burada iş ilanları ve çalışanların hesapları var. İş pozisyonları var. Mesela Rukiye Çakıroğlu iş pozisyonunda; “Türk Kızılayı şirketinde Case Officer” yazmaktadır. Yine diğer bir iş pozisyonunda; “Rekabet Başuzmanı/Chief Case Officer” tanımlamasıyla Çağlar Deniz Ata’ya ait bir hesap bulunmaktadır. (EK-34) Şimdi Kızılay, istihbarat kurumu mudur?

Kızılay çalışanı, MİT ajanı mıdır? Kızılay MİT'e mi çalışıyordur? Nasıl bu sorular mantıksız ise; benim “Case Officer” lafı ile istihbarat ajanını kast ettiğim iddiası da mantıksız ve gerçeğe aykırıdır. Bunun gibi yüzlerce örnek verebilirim. Gazeteci her konuyu bilen insan değildir. Gazeteci bilgi ve haber kaynaklarına ulaşır, bu kaynaklardan topladığı bilgi ve haberleri okurlarına sunar ve yorumlarını da gerçeklere, olaylara, olgulara dayarsa inandırıcı olur.

Askeri bilgi isteyen teknik konularda yazı yada haber yazabilmek için bilgi sahibi olmak gerekir. Bu konularda teknik bilgi alınabilecek hiçbir yetkiliye ve kaynağa başvurmadan aklına geldiği gibi yorum yapmak okura da saygısızlık demektir. Buraya kadar verilen sınırlısayıdaki örnekten görüleceği üzere “caseofficer” yabancı kaynaklı bir ifade olup çok farklı alanlarda kullanılmaktadır.

Kısaca tarım, eczacılık, uluslararası kuruluşlar, hukuk, güvenlik, hayır kuruluşları, bilişim ve benzeri birçok alanda “caseofficer”olarak çalışan kişiler olabilir. “caseofficer” sadece istihbarat alanında çalışan kişileri değil, herhangi bir alanda bir konu ile ilgili sorumlu olan ve koordine de bulunan kişileri kast eden genel bir ifadedir.

Davadan sorumlu hukuk müşaviri anlamında bile kullanımı vardır. Bir diğer önemli örnek ise iş dünyasında en fazla kullanılan Linkedin sayfalarında bir arama yapıldığında farklı alanda çalışan bazı kişilerin iş pozisyonunu “caseofficer”olarak tanımladığını da görmek mümkündür. Ayrıca benim, iddia makamının düşünme sınırlarını zorlayarak art niyetli dile getirdiği ifşa iddiasını yapmak istediğimi düşünelim. Bu ifşa için yüzlerce yöntem var ki bunu, kendi resmi Twitter hesabındanyapmak en ahmakça yöntem olsa gerek. İddia makamının hiçbir delil ve somut verilere dayanmayan akıl ve mantığın sınırları zorlanarak yapılan suçlamanın gerçeği yansıtmadığı aşikârdır. Şehitlerimize ait kimlik bilgisi ve fotoğraflar benim paylaşımımdan günlerce önce defalarca paylaşılmıştır.

“Case officer” ibaresinden de istihbarat terimi çıkarılmadığı belgeler ve örneklerle sabittir. Aslında bu hususta çok daha fazla örnek mevcuttu. 22 Şubat'ta hesaplarımızın ele geçirilmesi, şehitlerimizin MİT mensubu olduklarının ortaya çıkması ve bizlerin tutuklanması sonrası, paylaşımlar silinmiştir. Bir diğer konuda paylaşımımdaki caseofficer ifadesinden sonra gelen “meslek memuru” ifadesidir.

İddia makamı "Bu terim üzerinde yapılan incelemede "caseofficer" teriminin olay subayı şeklinde çevirisi yapılsa da genellikle istihbarat terimi olarak İngilizce dilinde kullanıldığı yine devamında yer alan meslek memur ibaresinde TSK bürokrasisi içerisinde askeri bir unvan veya görevi tanımlamak için kullanılmadığı istihbaratta yer alan kişilerin kendilerini böyle tanımladıkları bahse konu ibarenin cümle bütünlüğü içerisinde yapılan değerlendirmesinde resmi istihbarat kurum görevlisi şeklinde çevirinin yapılabileceği"ni iddia etmektedir.

İddia makamı sadece “meslek memuru” ifadesini yazarak, eğer google veya diğer arama motorlarından, birisine dahi yazarak arama yaptırsa, gerçeğin bu olmadığına ulaşabilecekti. (EK-35) Meslek memuru araması yaptırdığınızda karşınıza çıkan şey, Dışişleri Bakanlığı’nda kullanılan ve mesleğe yeni başlayan personel anlamındadır. Bununla da yetinmeyip, eğer Dışişleri Bakanlığı’nın resmi web sayfasına girerseniz, meslek memurunun:“Meslek memurları, Dışişleri Bakanlığının görevlerinin yerine getirilmesinde, çeşitli kademelerde görev ve sorumluluk alarak diplomasi mesleğini icra eden Bakanlığın yönetici kadro memurlarıdır.” ifadesiyle ne iş yaptığını anlayabilirsiniz.(EK-36) Oysa iddia makamının iddiasının aksine meslek memuru ifadesinin “istihbarat kurum görevlisi” anlamında kullanıldığı tek bir kaynağa dahi ulaşmanız mümkün değildir.

Ben zaten savunmamın başında da belirttiğim gibi bu ifadeyi, o gece kısa bir araştırma yapmam sonucu, Dışişleri Bakanlığı’ndan emekli olduğunu bildiğim bir kişiyle de görüştüğümü belirtmiştim. İddianamenin 7. Paragrafında:“Şüpheli Murat Ağırel’in kullandığı 5322784.. numaralıGSM hattının görüşme kayıtları incelendiğinde, suça konu paylaşımı yaptığı gün saat 14.46 da şüphelinin Sputnik isimli haber ajansına ait (RossiyaSegodnya Uluslararası Haber Ajansı Türkiye İrtibat Bürosu adına kayıtlı) 2128093.. numaraları sabit telefonla 914 saniye, 15 dakika 14 saniye görüşme yaptığı tespit edilmiştir.” denilmiştir. Sayın Başkan, Bahse konu telefon görüşmesi Türkiye'de 6 yıldır yasal faaliyetlerini yürüten SputnikRSFM’deki Ahu Özyurt’un programına canlı yayında bağlanıp Sarmaladlı kitabım hakkındaki konuşmamdır.

Deşifresini, YouTube kaydını, radyonun açıklamasını mahkemenize sunuyorum. (EK-37) İddia makamı bu görüşme ile ifşa iddiasına yurtdışı bağlantılı olduğu algısını yaratmak istemiştir.Davada gizlilik kararı olmasına rağmen HTS kayıtları, ilk günden itibaren hakkımda yalan çarpıtılmış maksatlı haber yapan gazetelere servis edilmiştir. Bu gazeteler “15 dakikalık sır görüşme” manşeti ile çıkmış, televizyon kanalları dakikalarca bu görüşmeyi Sputnik ismini vermeden sır görüşü olarak iletmiştir. (EK-36) Sanırım bu da tesadüftür.

SputnikRadyonun yasadışıymış gibi sunulması ilk değildir. Daha önce SETA isimli düşünce kuruluşunun bir raporunda da yer almıştır. Tesadüf, bu bilgi de kitabımda yer almaktadır. Lütfen bana bu iddianın, bilginin, neden iddianamede sanki bir suç deliliymiş gibi sunulmasının mantıklı izahını yapar mısınız? Sayın iddia makamı akla mantığa sığmayan tamamen hayal sınırlarını zorlayan iddialarını, içeriğini sunduğum HTS kaydı ile desteklemeye çalışmıştır.

Radyo programına katılmak suç mudur? Suç ise bu radyo kanalı neden açıktır? İktidar mensupları da bu radyoya bağlanıp görüş bildirmişlerdir. Eğer suç ise, Onlar da bu suçu işlememişler midir? İddianamedeki bu iddia ve delil de gerçeği yansıtmamaktadır. Sayın Başkan Değerli Heyet, Anayasa Mahkemesi’nin 30.12.2015 tarih ve 2015/123 K. sayılı kararının 42. maddesinde “Etkin ve adil bir soruşturmanın koşullarından biri, soruşturmanın gizliliği ilkesidir.

Bu ilke sayesinde, bir taraftan soruşturma işlemlerinin açığa çıkmasının önüne geçilerek delillerin karartılması ve soruşturmanın amacının tehlikeye düşmesi önlenmekte, diğer taraftan da kişilerin kamuoyunda suçlu olarak gösterilmesinin önüne geçilmektedir. Bu yönüyle soruşturmanın gizliliği,, hem maddi gerçeğin ortaya çıkarılması için bir zorunluluk arz etmekte hem de Anayasa’nın 38. maddesinde güvence altına alınan “suçsuzluk karinesi”in gereklerinin yerine getirilmesine yardımcı olmaktadır.” denilmektedir.

Tam aksine soruşturma aşamasında, savcılık makamı benim linç edilmemi engellemediği gibi, izlemiştir. İddianame daha mahkemenize dahi sunulmadan, iddianame de yer alan bir takım suçlamalar çeşitli medya kuruluşlarında yer almıştır.

Yine iddianamenin 9 sayfasında 4. Paragrafta:“Erk Acarer isimli kişi ile eş zamanlı olarak yazılı basın aracılığıyla da duyurularak yaygınlaştırılmaya çalışıldığı.” denilmiştir. Sayın Başkan; Ben Erk Acarer’i tanımıyorum. Hiç iletişimim olmamıştır. Kendisiyle daha önce tanışmadım. Mahkemelerin tamamına verdiğimiz itiraz dilekçelerinde bu kişinin paylaşımlarını delil olarak sundum, dosyada tamamı mevcuttur.Yazılı basın aracılığıyla nasıl yaygınlaştırdığımız, nerede yaygınlaştırdığımız belirtilmemiştir, dosyaya delil sunulmamıştır.

Erk Acarer iddianameden ve eklerden öğrendiğimize göre yurtdışında yaşıyor ve başka davalarda da yargılaması devam eden bir kişi. Benimle hiçbir irtibatı olmayan bir kişiyle nasıl oluyor da, “eş zamanlı” hareket etmişim”in delili nedir? Bunun cevabı iddianamede yoktur. Burada bir husussa daha dikkatiniz çekmek istiyorum. MİT mensuplarını ifşa etmek isteyen kişi, kendisine ait olan resmi tvitter hesabından mı yapar? Böyle bir mantık olabilir mi? Zaten çeşitli davalardan yargılanan, yurt dışında yaşayan bir kişinin yeni bir suç işlemesinden dolayı ceza alması da söz konusu değilken, ben neden kendi resmi Twitter hesabımdan iddia edilen ifşayı gerçekleştirmiş olabilirim.

Yurtdışınınanlayacağı şekilde İngilizce istihbarata mesaj verecek kadar ajanlık faaliyetlerini bilen bir kişinin Erk Acarer’in mevcut durumundan yararlanmaması aptallık olsa gerekir. İddia makamı iddianamenin 15. sayfasında savunma ve mahkeme aşamalarında belirttiğimiz "ifşanın ifşası olur mu, olmaz, mahkeme kararları var" savunmamıza istinaden karşı tez olarak AYM’nin 30.12.2015 Tarihli 2014/122 E. 2015/123 K sayılı Resmî Gazete'nin 29640 sayısında 01.03.2016 Tarihinde yayımlanan karar içeriğinde de:"Aynı maddenin dava konusu 3 fıkrasında ise denilmek suretiyle bu husus ayrıca bir başlık altında incelenmiş olup ifşa edilmiş olsa dahi MİT başkanlığının görev ve yetkilerinden doğan faaliyetlerine ve bu faaliyetler kapsamında görev alan personellerine ilişkin bilgilerin yayımlanması yayılması veya açıklanmasının ayrıca bir suç olarak düzenlenmesinin Anayasa'ya aykırı olmadığına karar verilmiştir.” denilmiştir.

Ne yazık ki ben AYM kararında böyle bir açıklamayı göremedim.Aksine şöyle yer almaktadır: "Maddenin 3. Fıkrasında düzenlenen dava konusu kuralla MİT mensuplarının ve ailelerinin kimliklerinin ifşa edilmesinin suç olarak ön görülme nedeni, bu kişilere ve ailelerine kendileriyle aynı durumda bulunan kişilere nazaran özel bir imtiyaz ve ayrıcalık tanımak değil yürüttükleri görevler nedeniyle kimliklerinin ifşa olmasının MİT mensuplarının görevlerini yerine getirme imkânı ortadan kaldırılması ve kendileri ile birlikte ailelerinin güvenliklerini tehdit altına sokmasıdır dolayısıyla dava konusu kural ile anılan kişilerin özel durumundan kaynaklanan nedenlere dayalı olarak farklı bir kuralın düzenlenmesi söz konusu olup bunun eşitlik ilkesini zedeleyen bir yönü bulunmamaktadır.” (EK-39) Yani AYM kararına göre korunan MİT mensubunun yürüttüğü görev nedeniyle ifşa olmasının önlenmesidir.

Yani hem hâlihazırda ifşa olmuş bir bilginin suç oluşturmayacağı hem de vefat etmiş bir MİT mensubunun, buna ait bilgilerin yürütmekte olduğu herhangi bir görev kalmadığından bu madde kapsamında suç olmadığı bu karar ile açıktır.

İddia makamı bilerek isteyerek kastederek AYM kararını çarpmıştır mı demeliyiz şimdi? Sizce bu yapılanlar hataen yapılabilecek şeyler midir? İddianamenin 18-19 sayfasında yer alan soruşturmaya başlanıldıktan sonra yürütülen dezenformasyon faaliyetleri başlığı altında, yine aynı şekilde şüpheli Murat Ağırel’in 08.03.2020 tarihinde tutuklanması talebiyle sevk edildiği İstanbul 5. Sulh Ceza Hakimliği’nce serbest bırakıldığı şeklinde bir kısım yayın organlarında Murat Ağırel hakkında birbirinden farklı iki karar başlığı altında yalan haberler yayımlanmış ve sahte olarak düzenlenen sorgu tutanağı sosyal medyada dolaşıma sokulmuştur.

Söz konusu sahte belge düzenleyenler kullananlar yayanlar hakkında sahtecilik suçundan ayrıca soruşturma başlatılmıştır denilmiştir. Bu olayın ayrıntılarını anlatmıştım.Buradan mahkemeniz huzurunuzdan, Adalet Bakanlığı, HSK ve mahkemenize suç duyurusunda bulunuyorum. O gün bir hukuk cinayeti işlenmiştir. Savcılık makamı olayı kapatmaya çalışmak istemektedir ve soruşturma açmak suretiyle bizi korkutmaya çalışmaktadır. Yine daha önce de belirttiğim medya organları ve şahıslar da aynı doğrultuda kullanılmıştır Bu da tesadüf olsa gerek. Sayın Başkan, Değerli Heyet, Bu evrakları yani mahkeme kararlarını mahkemenize sunuyorum.

Şayet sahte ise orada bulunanlar UYAP kare kodunu nasıl vermişlerdir? UYAP numarası nasıl tutturulmuştur?İlk karar ile ikinci karar metinlerinde bulunan yazım hatalarını nasıl tahmin etmişlerdir? Mahkemenin kararından sonra yapıldığını iddia ediyorsa; onlarca avukat, üç milletvekili, Çağlayan Adliyesi’nin kamera kayıtları ortadadır.

Hepsi tanıklığına başvurulmasını talep ediyorum. Ayrıca olay gerçekleştiğinde, 5.Sulh Ceza Hâkimi yeni bir dava duruşmasındadır. O davada bulunan avukatlar, sanıklar vekatipler; yaşananlara ve Sulh ceza hâkiminin polislere verdiği emirlere, polislerin cevaplarına ve Sulh ceza hâkiminin telefon konuşmasına şahitlerdir.

Savcılık makamı başlattığı soruşturmada kimi dinlemiştir? Kamera görüntülerini izlemiş midir? Avukatların karardaki şerhlerini okumuş mudur? Ben ikinci defa hukuk cinayetine tanık oldum. Maktul yine bendim. Sayın Başkan, Değerli Heyet, Ben bir makale yazmadım, bir haber de yapmadım. Sadece sosyal medyada yer alan fotoğraflar ve bilgiler ile şehitlerimizin şehadetlerini yüceltecek, aynı zamanda “tane” ve törensiz defnedilmelerine tepki olacak bir tweet mesajı paylaştım. Gazeteci refleksi ile doğrulanmış, Cumhurbaşkanı’nın açıkladığı bir üzücü haber hakkında düşüncemi açıklamaktır. Tüm yaptığım, kastım budur. İddia makamı art niyet gözeterek benim paylaşımından önce yapılan paylaşımların fotoğrafları bilgileri görmezden gelmiştir.

Aleyhime olan tüm mantık sınırlarını zorlayan delilsiz ithamlara yer vermiştir. Lehime olan hiçbir delile yer vermemiştir. Hukuk cinayetinin işlendiği mahkeme kararı ile tutuklandım. Gerçeği öğrenmek yerine savcılık makamı “sahte” diye baskı kurmuştur. Mahkemeler sunduğumuz dilekçeleri görmezden gelip katalog suçları terör suçları gibi dava konusu ile alakası olmayan maddelerle tutukluluğun devamına karar vermiştir. Tüm soruşturma sürecinde gizli kalması gereken bilgiler medyaya servis edilmiş ve kamuoyunda dava ile ilgili algı yaratılmaya çalışılmıştır.

Aynı yapılar tarafından silinen tweet mesajlarım sanki suç gibi servis edilmiştir. İddianame içinde yer alan HTS bilgileri de aynı şekilde servis edilmiştir. İddianamede işlemediğim suçlar isnat edilmiştir. Tüm iddia“caseofficer” üzerine kurulmuşken örnekleri ile açıkladığım gerçeklik es geçilmiştir. İddiayı güçlendirebilmek adına bir radyoya yaptığım canlı yayın bağlantısı suçmuş gibi eklenmiş,olmayan mahkeme kararları çarpıtılarak iddianameye eklenmiştir. Ben sadece bir tweet mesajı paylaştım.

Haftanın bir günü TELE1‘de,bir günü de Halk TV'de programa katılan, gazetede haftada üç gün makale yazan, kitapları olan, onlarca televizyon kanalındaki programlara katılan, paneller konferanslarda konuşmacı olan ben iddia edildiği gibi bir hainliği ahlaksızlığı sadece bir tweet mesajı ile mi yapacağım? Bu hangi mantığa sığmaktadır. NSA ve CIA ajanı olan Edward Snowden’in, “Sistem Hatası” adlı kitabının 155. sayfasında “Casusların kendi aralarında, sosyal ilişkiler kurmalarını sağlayan kendi tarzında bir Facebook’u var.

Casuslara kurum ekipleri, çalışmaları ve görevleri hakkında bilgiler sunan kendi tarzında bir wikipedi ve bir de casusların bu dağınık gizli ağda arama yapmaları için Google’un kurum içi kullanım amaçlı versiyonu var.” diye belirtmektedir. Bunun gibi çok çeşitli haberleşme yöntemleri varken, hainlik yapacak kişi kendi resmi tweetter hesabından mı paylaşım yapar?

İddia makamı iddianamesinde, tutukluluk gerekçesi olarak başka kişiler üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunması konusunda kuvvetli şüphe bulunduğu, özel kast, somut deliller ve şüphelilere ait delilleri karartabileceğim, bu şüphelilerin kaçmalarına imkân sağlayabilecek bilgileri serbest kalması halinde aynı suçu işleyen kişilere aktarabileceğime yer vermiştir. Sayın Başkan, İddianamede yer alan bir kişi tutuksuz, bir kişi yurt dışında ve diğerlerinin hepsi tutukludur.

Somut deliller nelerdir?Neden iddianamede ve eklerinde yer almamaktadır?Serbest kalmam halinde kimi nasıl etkileyeceğim? İddia makamı MİT Yasasında yer alan, MİT mensupları ve ailelerinin kimliklerini makam görev ve faaliyetlerine herhangi bir yolla ifşa edenler bölümü iddianamede yer alan her sanıklailgili ayrı ayrı doldurmuştur.

Şöyle ki kanun maddesinde veya ya da ve/veya değinilmemiş kanun koyucu ve kelimesi ile kesin hüküm bildirmiştir. Yani kanunun ihlali için MİT mensuplarının ve ailelerinin kimliklerini makam, görev ve faaliyetlerini paylaşmak zorunluluğu vardır. Benim paylaşımımda aileleri yaşadığı yer makam görev faaliyet gibi bilgilerin hangisi vardır?

MİT mensubu kimliklerini ben, ailelerin kimliklerini Odatv, makam görev faaliyetlerini de Yeni Yaşam ve Erk Acarer paylaştırılmış görünmektedir. Türk Dil Kurumu'na göre ifşa, gizli bir şeyi açığa çıkarmak demektir. Alenileşmiş bir bilginin devlet sırrı kapsamında değerlendirilmesi söz konusu olabilir mi? Gizli olmadığı gibi ifşası da söz konusu değildir.

Düşünün MİT'in Libya' da görev yaptığı Cumhurbaşkanı tarafından tüm dünyaya ilan ediliyor. Gemi vurulduğu haberi yapılıyor. Cumhurbaşkanı sözcüsü yalanlıyor. 19 Şubat'ta konunun uzmanları, muhtarlar, şehitlerin arkadaşları paylaşımlar yapıp fotoğraflarını paylaşıyor, cenaze töreninde yakalara fotoğraf takılıyor, yüzlerce kişi cenazeye katılıyor, cenazeden canlı yayın yapılıyor, MİT Başkanlığı çelenk gönderiyor, Cumhurbaşkanı Libya'da şehitlerimiz var diye açıklama yapıyor, yüzlerce binlerce paylaşım yapılıyor.

Bunlar ifşa olmuyor. Benim paylaşımımın 11 gün sonra ifşa kastı olduğuna karar veriliyor. Bu hangi mantığa, hangi hukuka, hangi vicdana sığmaktadır? Amaç nedir? Bu kadar tesadüf fazla değil midir? Yoksa savcılığın asıl amacı yine kitabımda da yer alan bir kişinin daha savcı sorgusuna girmeden yazdığı gibi “elbet bu iftiraların hesabı sorulacaktır” itirafı mıdır?(EK-40) Sayın Başkan, Milliyetçilik ilkesi; ulusal onur ve ulusal bilince dayandığı için ulusal bağımsızlığın vazgeçilmez öğesidir. Anayasa hükümleri sokaktaki vatandaştan Devleti'nin tepesindeki kişiye kadar herkese bağlayıcı temel hükümler taşımaktadır. Bu hükümler bir kez çiğnenmeye başlandı mı bu yolun hangi çıkmaz sokakta biteceğini kestirmek çok güçtür.

Değerli başkanım, değerli heyet Gazetecilik benim çocukluk hayalimdi. Mesleğe başlamama sebep olan Uğur Mumcu’dur. Gazeteci kalemini namusu bilir. Yurtseverlik, milliyetçilik, Atatürkçülük ülküsünden ayrılmaz. Yalana dolana paraya tamah etmez. Bugüne kadar belgesiz tek bir makale yazmadım, yanlış hiçbir bilgiyi de paylaşmadım. Evet, ben daha önce ifşa yaptım. Yoksulun, fakirin alın terini sömüren, kamu kaynaklarını yağmalayan, din bezirgânlarını ve çeteleri belgeleri ile ifşa ettim. Uyuşturucu baronları hakkında yazdım, ölüm tehditleri aldım. FETÖ üyelerinin nasıl yurtdışına kaçtığını yazdım.

Tazminat davası açtılar. Davayı açanlar tutuklandı, ben hala yargılanıyorum. Yaptığım bir tane yolsuzluk haberine bile dava açılmadı. Tamamı belgelidir çünkü. Şayet suçum, tutuklu olmamın sebebi bu ise bundan onur duyarım. Ben gücünü halktan alan, kalemini namusu bilen Kemalist bir gazeteciyim. Kemalizmin ilkelerinden milliyetçilik ilkesi, ulusal onur ve ulusal bilince dayanır. Başkaldıran milliyetçiliğin adı “antiemperyalizm”dir. Antiemperyalistliğive bağımsızlığı karakteri yapmış olan bana karşı yapılan bu delilsiz, mesnetsiz suçlama vicdansızlıktır.

Bir toplumu ayakta tutan temel dayanaklarından biri Adalet duygusudur. Bu duygu bir kez yara aldı mı demokrasinin temelleri de sarsılmış demektir. Adalet bağımsız mahkemeler eliyle dağıtılırsa adalet duygusu güçlenir. Çağdaş demokrasilerde adaleti dağıtacak suçluyu suçsuzu ayırt edecek tek yetkili organ mahkemelerdir. Milyonluk soygunlara, yolsuzluklara, yoksulluğa alıştırılan Türk halkı hukuksuzluğa da alıştırılmaya çalışılmaktadır. Hukuk devleti, vatandaşlarına hukuk güvenliği sağlayan demektir. Hukuk devleti ilkesi, insan hakları ile ilgili bütün ilkelerin anasıdır. Bugün karşı karşıya olduğum çağ dışı hukuk uygulamaları, keyfi soruşturma süreçleri, hukuk devletine yakışmamaktadır.

Hukuk adli hataların değil; barış, düzen ve adaletin aracıdır. Bugün adaletin tecelli edeceğine inanıyorum inanmak istiyorum. Yüce mahkemenizin toplum vicdanını rahatlatacak, haksızlığa hukuksuzluğa dur diyeceği kararı vereceğine inanıyorum. Mahkemenizden öncelikle tahliyemi, sonrasında ise suçsuzluğumun nişanesi beraatimi talep ediyorum

Odatv Sorumlu Haber Müdürü Barış Terkoğlu savunmasında şu ifadeleri kullandı:

Sayın Başkan, Sayın Heyet;

Öncelikle şunu söylememe müsaade edin. Bu davanın ille de bir yerinde olacaksam savcısı değil, sanığı olmayı tercih ederim. Bunun bir sebebi var. İnsan ancak kafasını kaldırıp ufka baktığı zaman dünyanın yuvarlak olduğunu görebilir. Ben de istikbale baktığımda bu davada verilecek mücadelenin, ülkemin adaletine katkıda bulunacağını ve yargının çürümüş dallarının budanmasına vesile olacağını görüyorum.

Emin olun, bu baş aşağı duran fotoğraf düzeldiğinde, bu iddianameleri yazanlar kendilerinden öncekiler gibi işledikleri günahlarla anılacak! Ancak biz; bir fikirde, bir kelimede, bir harfte yaşamaya devam edeceğiz.

Sayın Hâkimler…

Yargılanırız, varsa suçumuz mahkûm oluruz, ardından infazımız yerine getirilir. Hukukun ilerleyişi budur. Oysa siyasi intikam davaları pek de öyle işlemiyor. Önce infaz ediliyorsunuz, yargılama ona yetişmeye çalışıyor.

Biz, Odatv’nin gazetecileri, bu mahkemede sanık olmadan önce yıllarca böyle yaşadık. İktidar içindeki çetelerden beslenen sürülerin hakaretleriyle, tutuklayın çığlıklarıyla, ölüm tehditleriyle terbiye edilmeye çalışıldık. Sonumuzun El Kaidecilerin Charlie Hebdo dergisini katletmesi gibi olacağını söyleyen kamu görevlileriyle bile karşılaştık. Nihayetinde katillerin yapamadığı işe savcılar talip oldu.

Bundan dolayı dert yandığımı sanmayın. 1871’de kendi vatanının yandaş medyasında hain ilan edilen Victor Hugo, “insanın kendisine yapılan saldırıları okuması kendi dışkısını koklamasına benzer” diyor. Ben de içinde benden bir şey de olsa bu kokuyu sevmediğim için okumuyorum.

Bu nedenle bir gazeteci uyarmasaydı fark etmeyecektim. İktidar içindeki çetelerin bir tetikçisi, bizim hapishane ile uslanmayacağımızı, Alman Devleti’nin Kızılordu Örgütü’ne yaptığı gibi, hapishanede katledilmemiz gerektiğini söylüyordu. Ne güzel fikir özgürlüğü! Katledilmiş bir kamu görevlisinin cenazesini haber yapmak müebbetlik, gazeteci katletme propagandası serbest!

Uzağa gitmeyelim. Bu hikâye bana Almanya’yı değil, bizden birini, Mithat Paşa’yı hatırlattı. Mithat Paşa bizim büyük bir reformcumuzdur. Halen hayatımızda olan Ziraat Bankası da meslek liseleri de onun eseridir.

En önemlisi, Mithat Paşa demek Meşrutiyet demekti, Anayasa demekti. Yıldız Sarayı’nın bahçesinde çadır mahkemesi kurdular, hükmüne idam yazdılar. Yapamayınca hapishanede gardiyanlarına boğdurdular.

Bunu şu nedenle anlatıyorum. Çadır mahkemesinde mahkeme reisi Mithat Paşa’ya “iddianameyi nasıl buldun” diye sorunca, Mithat Paşa “iki mahalini doğru ve sahih buldum” dedi. İki noktasını doğru bulmuştu.

Biri başlangıçtaki besmele, öbürü sonundaki tarihti. Mithat Paşa “geri kalan yerleri yalan, yanlış ve tutarsızdır” diyordu.

Bir Mithat Paşa geleneği. Ben de bir iddianameyi elime alınca önce başına ve sonuna bakarım. Kendim için de öyle yaptım. Ve dedim ki “başı da sonu da yalan, yanlış ve tutarsız”.

BİZİ TUTUKLAYAN YAPILANMA

Önce son sayfasından başlayayım...

İddianamenin sonunda, herkesin bildiği soruşturma savcısının yanında İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı İrfan Fidan’ın ve vekili Hasan Yılmaz’ın imzalarını görünce şaşırmadım. Hatta “iddianamenin üzerindeki gölge mürekkebe bulanıp suretini göstermiş” diyerek üç imzalı bu iddianameye sevindim.

Açıp baktım. 7 Şubat’ta Hakan Fidan’ı tutuklamaya çalışarak MİT’e büyük kumpas kurmakla suçlanan eski yargı mensuplarının iddianamesinin altında tek bir savcı imzası var. FETÖ’nün polislerinin ve imamlarının MİT’e kumpasla suçlandığı iddianamedeyse iki imza. Zaman Gazetesi iddianamesi tek imzalı. TUSKON iddianamesi de, FETÖ Çatı Davası iddianamesi de tek savcının izini taşıyor.

Peki bu işin sırrı nedir?

Sayın Heyet, Türkiye’de yaşanan sıradışılıkların sebebi sorulduğunda çoğu zaman verilen yanıt “devlet”tir. Oysa yakından baktığımızda müsebbibin “devlet benim” diyen çeteler, tarikatlar, ya da örgütler olduğunu görürüz.

Korkunun gerçeğin üstünü örttüğü dönemlerde devlet üniformasının içindeki bu oluşumları anlatmak zordur. Çoğunlukla bir grup öncü vitrine taş atmaya cüret eder. Yazı, haber ya da kitap; aydının yuvasındaki yılana attığı taştır. Çıkan yılan düşmanını sokarken varlığını da herkese gösterir.

FETÖ dönemi yargılanmamız böyleydi. Yargıda, poliste, orduda örgütlenmiş yapılanmadan söz edenlerin başına kötü şeyler geliyordu. 1. Odatv davasında yargılananların ortak özelliği FETÖ’yü deşifre eden eserleriydi. İşte buna diyalektik diyorlar.

FETÖ’yü gösterenlerin tutuklanması FETÖ’nün görünmesine yaradı. Örnek olsun, Haliç’te Yaşayan Simonlar, Fethullahçıların polisteki örgütlenmesine odaklanırken, Hanefi Avcı’nın kitap yüzünden tutuklanması kitabın tezini ispatladı.

Bu iddianamedeki imzalara gelirsek…

Biz Odatv’deki haberlerimizde, Barış Pehlivan ile yazdığımız kitaplarda, ben yazılarımda yargıdaki olağandışı işlerden bahsediyorduk. Adliyeleri esir eden grupların adaletin hükmünü değil, kendi özel gündemlerini icra ettiğini anlatıyorduk. Açık söyleyeyim, bizi cezalandırmak için sebep yaratılacağını biliyorduk.

İddianamede gördüğümüz ikinci ve üçüncü imzalar “biz de tam da bunu kastetmiştik” dedirtti.

Öte yandan bir şey daha var…

Bizim duruşmaya çıkana kadarki hukuk serüvenimiz bir dizi olağandışılıklar içeriyor. MİT Kanununa dayanarak tutuklandık. Hem bugüne kadar bu kanunla ilgili uygulamalar, daha doğrusu “uygulamamalar”, hem de hukukçuların kamuya bildirdiği görüşler aynı şeyi söylüyordu. O da bu kanunun karşılığının hapisliği önemsiz kılacak kadar olduğuydu.

Buna rağmen birileri bizim tutuklu yargılanmamızı istiyordu. Tabiri caizse hesabı peşin almak istiyorlardı. Olağandışılıklara bir gece yarısı komedisi eklendi. Dolandırıcılara ya da hırsızlara tanınan infaz indiriminden Meclis’e gece 3’te gelen kanunla muaf tutulduk.

Türkiye’de halihazırda MİT Kanunundan yargılanan bizden başka kimse muhtemelen olmadığı için bu müdahale bizim için yapılmıştı. Ancak yeni düzenleme yine de 3 yıl hapse denetimli serbestlik hakkı tanıdığı için bir kez daha tutukluluk önemsizleşti. İşte bu durumda, soruşturmaya bir elin değerek tuz eker gibi yeni suçlamalar ekeceğini düşünüyordum.

Beklediğim oldu. O elin sahipleri görülüyor ki bu iddianameye 2. ve 3. imza olarak düştü.

Kısıtlılık getirilen iddianameden bizzat bu savcıların Sabah Gazetesine yaptığı sızıntıları, ya da açık usul hatalarını herkes biliyor. Ben başka bir noktaya dikkat çekiyorum.

Sayın Heyet, buradaki yargılamaya konu olan haberin altında Hülya Kılınç’ın değil, üçümüzün birden adını görseniz ne düşünürdünüz?

İşte ben bu iddianame için aynısını düşünüyorum.

Belli ki bazı zorunluluklar iddianameyi en azından görüntüde 3 imzalı kollektif bir eyleme dönüştürdü.

BU SAVCILAR FETÖ’DEN BAHSEDEMEZ

Mithat Paşa usulüyle devam ediyorum.

Bu kez iddianamenin başına dönelim…

İddianamenin başlangıcında MİT’in FETÖ’nün hedefi olduğu anlatılıyor. Sonra da bir daha FETÖ kelimesi bile kullanılmıyor.

Ben bunun ya iddia makamının bilgisizliğinden ya da suçluluk psikolojisinden kaynaklandığını düşünüyorum.

Sayın Hakimler, cehalet ne çok okuyanların ne hiç okumayanların meselesidir. Cehalet, çoğunlukla tek kitap okuyanların kusurudur.

Söyleyeceğim şu, MİT’in FETÖ’den başka düşmanı yok mu? Yoksa bu savcılar başka bir şey bilmiyorlar mı? Mesela PKK ya da IŞİD de MİT’in düşmanı değil mi? Konumuz Libya, konuyu genel kültür düzeyinde bilenler dahi MİT’in Birleşik Arap Emirlikleri ya da Mısır gibi bir sürü devletin hedefinde olduğunu size söyler.

Tek kitaplı savcılar nedense bunlarla değil iddianamenin geri kalanında bir daha bahsetmedikleri FETÖ ile başlıyorlar.

Öte yandan suçluluk psikolojisi de var. Çünkü FETÖ, 7 Şubat 2012’den önce de MİT’i hedef aldı. Bizzat Odatv davasında benimle birlikte MİT’in Orta Asya Masası’nın başındaki Kaşif Kozinoğlu tutukluydu. Hapiste şüpheli bir şekilde öldü.

Bu şu demek: Biz, savcıların MİT’i hedef almasını milat saydığı tarihten önce FETÖ tarafından hedef alındık. Hem de bir MİT yöneticisi ile birlikte.

Şimdi bu salondaki herkese soruyorum: O gün İlhan Cihaner’i tanıyor muydunuz? Elbette. Çünkü o savcılık yetkilerini bu yapıya karşı kullanmış ve bedelini ödemişti. Daha çok tanıdığınız isim sayarım.

Peki o gün bu iddianameye imza atanları tanıyor muydunuz? Hayır. İşte suçluluk psikolojisi dediğim budur.

Eğer MİT ya da FETÖ ile bu davaya başlayacaksanız öyleyse bize yapılanlarla başlayacaksınız. Savcılar ise “gökten üç elma düşmüş” diye başlamışlar. Bu koca boşluk ülkemizin noksanlığı değil, bu iddianameyi yazanların kendi geçmişlerinin ayıbıdır.

BİZE KURULAN TUZAK

Sayın Hâkimler, basit bir sorum var: Devlet yurttaşlarına tuzak kurar mı? Hukuk devleti tabii ki kurmaz. Ama devletin üniformasını kendi aidiyetlerine kalkan yapanlar kurar.

Bakın, Atatürk’ün harpte başarılı olmanın anahtarını açıkladığı bir söz vardır: “En iyi şekil, zihnen düşmanının tarafına geçmek ve onun bakışıyla meseleyi çözmektir.”

Biz de mahkemelerde bunu yaparız. Savcıların gözünden davaya bakarız. Niyetlerini okuruz.

Şimdi, bu iddianamenin açıkça ortaya koyduğu bir tablo var:

MİT mensubu S.C.’nin şehadetinin ardından sosyal medyada yüzlerce paylaşım yapılıyor. MİT ve savcılar izliyor.

Ailesinin köyünün muhtarı babasının adını da vererek 19 Şubat’ta duyuru yapıyor. Üstelik bu köyünün neresi olduğunun da bilinmesi demek. MİT ve savcılar izliyor.

Onlarca sitede şehitle ilgili haberler çıkıyor. MİT ve savcılar izliyor.

İddianamede görülüyor ki bu davanın sanıkları olan Murat Ağırel’in ya da Erk Acarer’in 22 Şubat’taki paylaşımlarını da MİT ve savcılar izliyor.

Yeni Yaşam Gazetesi 23 ve 24 Şubat’ta haber yapıyor. MİT ve savcılar izliyor.

Ardından Ümit Özdağ Meclis’te olayla ilgili bütün ayrıntıları açıklıyor. MİT ve savcılar izliyor.

Özdağ’ın açıklaması ertesi gün basında haber oluyor. MİT ve savcılar izliyor. Uluslararası medyada olay haber oluyor. MİT ve savcılar izliyor.

3 Mart akşamı Odatv’de şehidin cenaze haberi yayınlanıyor. 4 Mart sabahı saat 04’te ben evimden gözaltına alınıyorum. Neredeyse iki hafta uyuyan MİT ve savcılar o gece uyumuyor!

Dediklerimi doğrulayan bir evrak daha var. İddianame eklerinde yer alan Emniyet Raporu şöyle başlıyor: “Başsavcı Vekili Hasan Yılmaz’ın, 3 Mart 2020 tarihli sözlü talimatları kapsamında Odatv’deki habere ilişkin gerekli araştırmanın yapılarak...” Demek o gece sahiden uyumamışlar.

Bakın MİT’in Odatv için suç duyurusunun tarihi 4 Mart. Savcılığa saat kaçta şikâyet geldi, beni gözaltına aldıran Hasan Yılmaz saat kaçta harekete geçti, polisler kaç saatte eve geldi? Belli ki MİT’in suç duyurusu benim gözaltına alınmamı bekledi, ya da bir eksiklik sonradan tamamlandı.

Sayın Hâkimler, 10 yıl önce “kumpas” diyorduk. Bugün buna “tezgâh” diyoruz. Serçeler, bıldırcınlar, güvercinler kafese giriyor. Karga gelince kapak kapanıyor. Demek ki Odatv’deki haber olmasa böyle bir dava hiç açılmayacaktı.

Bunu nereden biliyorum? Çok basit, İrfan Fidan ve Hasan Yılmaz’ın yönettiği savcılık, bütün soruşturmaları Odatv haberinden sonra başlatıyor. Hatta Ümit Özdağ hakkındaki fezleke bile Odatv Haberinden sonra yazılmaya başlıyor.

Bakın burada komik bir şey var. Ümit Özdağ ile ilgili soruşturma, açıklama yaptığı gün değil, hafta değil, benim gözaltına alındığım gün yani 4 Mart 2020’de başlatılmış. Savcı Hamza Yokuş imzalı tutanak “resen soruşturma açılmasına karar verildi” diyor. Yani soruşturma açıldığında orada da MİT’in bir şikâyeti yok.

Şimdi gelelim savcının Özdağ hakkında soruşturma açmaya nasıl karar verdiğine. Tutanaktan aynen aktarıyorum: “4 Mart 2020 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığı’mızca yapılan olağan internet taramasında…” Çok acayip değil mi? 26 Şubat ile 4 Mart arasında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nda internet mi kesikti? Savcı bu kadar gün “olağan internet araması” neden yapmadı? Siz savcının yazdığı gibi bunun “olağan” olduğunu düşünüyor musunuz?

Elbette hayır! Ortadaki tablo çok açık. İstanbul’daki savcıları da Ankara’daki savcıları da hatta MİT’i de birileri harekete geçirdi. O “birileri” kimse Odatv’den başlamak üzere herkese tezgâh kurdu.

Odatv Genel Yayın Yönetmeni Barış Pehlivan savunmasında şu ifadeleri kullandı:

"Sayın Başkan, Değerli Üyeler…

Bundan yüzyıllar önce, dünyanın birçok yerinde mahkumlara azap çektirme törenleri yapılırdı. Kişi önce halkın önünde suçunu itiraf eder, sonra vücudu dört ayrı ata çektirilerek parçalanır, yakılır, kül hale getirilirdi.

Neyse ki artık modern hukuk sistemi var, rahat olalım değil mi?

Ancak Sayın Heyet…

Bu davanın soruşturma sürecinde yaşadıklarımızı düşününce benim aklıma hep o sahneler geliyor. Vücut yerine aklın, belleğin ve dolayısıyla gerçeğin nasıl parçalanmaya, nasıl yalan rüzgarında savrulacak kül haline getirilmeye çalışıldığını gördüm.

George Orwell’ın bir sözü var:

“Geçmişi denetim altına alan, geleceği de denetim altına alır. Şimdiyi denetim altına alan, geçmişi de denetim altına alır.”

Bizi bu sanık sandalyesine oturtanların temel motivasyonu da işte bu söz. O halde bana düşen; şimdiyi anlamak ve geleceğimizi kurtarmak için geçmişi doğru anlatmaktır. Bunu da yok etmek istedikleri aklımıza, belleğimize ve gerçeğe sahip çıkarak yapacağım.

Bundan 9 yıl önceydi. Yine tutukluydum. İlk duruşmaya günler kala, televizyonda bir son dakika haberi vardı. Kaşif Kozinoğlu ölmüştü.

Kozinoğlu MİT’in Asya Bölgesi başmüşaviriydi. Hayatımda ilk kez televizyonda yüzünü gördüğüm Kozinoğlu, genel yayın yönetmeni olduğum Odatv’ye bilgi/belge sızdırdığı iddiasıyla tutuklanmıştı.

Ve savunmasını dahi yapamadan, çok şüpheli şekilde Silivri’de hayata gözlerini yumdu.

O zamanki Odatv davasının sanıklarının ortak yönü; Fethullah Gülen’in ve örgütünün içyüzünü herkes korkarken deşifre etmesiydi.

Bizleri içeri atanlara inat, kimlerin tutuklanacağının ABD’li diplomatlara önceden söylendiğini ortaya çıkaran “Sızıntı” adlı kitabı yazdık. Barış Terkoğlu ile o kitabı yazdığımızda 7 Şubat MİT Krizi bile daha yaşanmamıştı.

19 ay tutuklu kaldım, beraat ettim. Cezaevinden çıktıktan sonra avukatlarımla birlikte savcılığa başvurduk ve şunu istedik: Bilgisayarlarımıza Kozinoğlu’ndan gelmiş gibi gizlice yüklenen MİT raporlarını kim koydu? Kozinoğlu’nu öldüren, bizlerin aylarını/yıllarını cezaevinde geçirmemize neden olan o MİT belgelerinin kimin tarafından hem evimize hem ofisimize girerek yüklenildiğini bulun, dedik. Bu şikayetimizin üzerinden yıllar geçti. Bulunmadı, belki de araştırılmadı bile…

Sayın Başkan, Değerli Üyeler….

9 yıl önceki Odatv davasında; Fethullahçılar bilgisayarımıza MİT belgelerinin yanısıra sahte dokümanlar da yerleştirmişti. Kendi yazdıkları gerçek dışı örgüt talimatları üzerinden, haberlerimiz suç olarak gösterilmişti.

Tarihin tekerrürüne bakın ki; o davada “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik” ile suçlanmama delil neydi biliyor musunuz?

Odatv’de yaptığımız şehit cenazesi haberleri!

Ne acı!

Aradan 9 yıl geçti, ben yine şehit cenazesi haberi ile tutukluyum.

Neyse ki; Fethullahçılar gibi bilgisayarıma belge yüklemediler, direkt haberi suç delili yaptılar, diye sevinmeli miyim üzülmeli miyim?

Geleceğiz bugüne…

Ama dedim ya; neden bugün burada olduğumuzun izi yakın geçmişte.

Cezaevinden çıkınca tüm dünyada Fethullah Gülen’in izini sürdük. Afrika’dan Avrupa’ya onlarca ülkede Fethullahçıların nasıl bir casusluk örgütü kurduğunu ‘’Mahrem’’ adlı kitabımızda ortaya koyduk. Kitabımızdaki uyarıları dikkate almak yerine, satış sayfalarına ve reklamlarına mahkeme kararıyla yasak getirdiler. Biz yine gazetecilik yaptık, onlar yine hukuksuzluk.

Haklarını yemeyelim; ‘’Mahrem’’ kitabını örgütü anlamak için FETÖ davalarına delil olarak koyan savcılar da oldu bu topraklarda, bir nebze katkımız olduysa bu hain örgütle mücadeleye ne mutlu bize!

Israrla, TSK’daki Fethullahçılara Odatv’de dikkat çektik. Onlarca manşet yaptık. Bizi “Ordunun moralini bozuyorsunuz” diye eleştirenlere, komplo teorisi yapmakla suçlayanlara, davalarla korkutmalara rağmen, FETÖ’nün darbe girişimi hazırlığı içinde olduğunu yazdık. Bunu yıllara varan deneyimle ve gazetecilik yaparak görüyorduk.

Ve maalesef haklı çıktık. 15 Temmuz oldu. İsmimiz darbe sonrası infaz edilecekler listesinden çıktı.

Şimdi tam burada bir virgül koyacağım…

Ve bugüne geleceğim.

Sayın Başkan, Değerli üyeler…

Size özet bir kronoloji sunacağım. Sunacağım ki, bize isnat edilen suçlamanın temelsiz olduğunu hep birlikte anlayabilelim.

Tarih: 03 Ocak 2020.

Resmi Gazete ’de yayımlanan kararla TSK Libya’da görev yapmaya başladı. Bu tezkerenin üzerinden 3 gün geçti. Cumhurbaşkanı Erdoğan MİT’in yeni hizmet binasının açılışında canlı yayında konuştu. Onlarca TV kanalının 6 Ocak’ta yayınladığı bu açılışta, Erdoğan aynen şöyle dedi:

“MİT Libya’da üzerine düşen görevleri hakkıyla yerine getiriyor.’’

Böylece, ilk Erdoğan’dan öğrendik; Libya’da MİT’in de görev yaptığını.

Tarih: 19 Şubat 2020

Libya’da şehitlerimiz olduğuna dair haberler sosyal medyaya fotoğraflarıyla birlikte düşmeye başladı.

Aynı gün…

Manisa’daki muhtar Cemali Merter, şehidimizin adını ve soyadını, babasının adını ve soyadını, cenazenin ne zaman nereye defnedileceğini ilk kez yayımlanan fotoğrafıyla herkese açık / herkes tarafından görülecek şekilde sosyal medyada paylaştı.

Yine aynı muhtar bir paylaşım daha yaptı. Hem kendi mahallesindeki şehidin hem de diğer şehidin farklı fotoğraflarını, üstünde “Libya görevi şehitlerimiz” yazan, isimlerinin-soyadlarının ve doğum tarihlerinin olduğu bir görsel paylaştı.

Tarih: 22 Şubat.

Cumhurbaşkanı Erdoğan “Libya’da birkaç tane şehidimiz var” açıklaması yaptı.

Aynı gün…

Sosyal medyada şehitlerin isimleri, fotoğrafları ayrıntılarıyla defalarca paylaşıldı.

Tarih: 23 Şubat.

Şehitlerimizden diğerinin devre arkadaşları tarafından yapılan açıklamada, cenazenin nereye defnedildiği ve kendilerinin de katıldığı, cenazeden bir çelenk karesiyle duyuruldu.

Hatta o ildeki cenazeye MİT Başkanı Hakan Fidan’ın da katıldığı iddiası haber sitelerinde yazıldı.

Tarih: 24 Şubat.

Bazı internet sitelerinde şehitlerin özgeçmişleri ve MİT’te ne kadar süredir çalıştıkları haberleştirildi.

Tarih: 25 Şubat.

İYİ Parti Milletvekili Ümit Özdağ Meclis’te bir basın toplantısı yaptı. Milletvekili Özdağ, milyonlarca kişinin takip ettiği sosyal medya hesaplarında da yayımlanan açıklamasında; Libya şehitlerinin kimliklerini, MİT mensubu olduklarını, nasıl şehit olduklarını ayrıntılarıyla anlattı.

Bu açıklama onlarca haber sitesinde ve ertesi gün de gazetelerde yer aldı.

Sayın Başkan Değerli Üyeler…

Şu ana kadar…

Libya’ya TSK ve MİT mensuplarının gittiğini, Libya’da şehitlerimiz olduğunu, şehitlerimiz arasında MİT mensuplarının da olduğunu, şehit olmalarının nasıl gerçekleştiğini, şehitlerin açık kimliklerini / fotoğraflarını / memleketlerini / mezarlarının nerede olduğunu, hangi görevlerde ne kadar süre çalıştıklarını ve ailelerinin kimlik bilgilerini…

Sırasıyla…

Cumhurbaşkanı Erdoğan, muhtar Cemali Merter, onlarca sosyal medya hesabı, milletvekili Ümit Özdağ ve onlarca haber sitesi ile gazeteden öğrendik.

İşte tüm bunlar bittikten, tüm bu saydığım bilgiler ve fotoğraflar alenileştikten, yani tüm bu içerikler milyonlarca kişiye ulaştıktan…

Tam 1 hafta sonraya gideceğiz.

Ama öncesinde kısa bir bilgilendirme yapmalıyım.

OdaTv kadrolu editörlerinin yanı sıra, Türkiye’nin dört bir yanında birçok gazetecinin gönüllü olarak emek vermesiyle 13 yıldır yayın hayatına devam ediyor.

Bir araya hiç gelmediğimiz birçok yerel muhabir, hem çok daha geniş kitlelere hitap ettiği için, hem yerel yayın organlarında haberlerine yer verilmediği için, hem de yandaş değil objektif gazetecilik yapıldığı için OdaTv’ye haber gönderir. Biz de o haberlerden uygun gördüklerimizi okurla buluştururuz.

İşte bugün sanık sandalyesinde oturan meslektaşım Hülya Kılınç da, Odatv’ye gönüllü olarak haber gönderen yerel gazetecilerden biridir. Kendisi Manisa’da deneyimiyle ve kaleminin namusuna sahip çıkmasıyla bilinen bir gazetecidir.

Bir haber vesilesiyle, birkaç yıl önce internet üzerinden iletişime geçmiştik ama buluşmamız Çağlayan Adliyesi’ne nasip oldu. Hülya Kılınç, Manisa’da yaşanan ama tüm Türkiye’nin ilgilenebileceği haberleri bize gönderir, biz de değerlendiririz.

Şimdi…

Ne demiştik? Libya şehitlerimize dair her bilgi ifşa olduktan 1 hafta sonrasındayız.

2 Mart Pazartesi sabah Hülya Kılınç’tan bir mesaj aldım. Hülya Hanım, Libya’da şehit olan askerlerimizden birinin Manisalı olduğunu söyledi ve cenazesine dair bir haberle OdaTv’nin ilgilenip ilgilenmeyeceğini sordu.

Bakınız, Hülya Kılınç o anda şehidimizin sadece asker olduğunu düşünüyor ve bana da öyle iletiyor. Ben de ilgili haberi değerlendirebileceğimizi söyledim. Yani haberin Hülya Hanım tarafından hazırlanmasına başlama anında MİT yok gündemimizde. Amacımız sadece şehit cenazesi haberi yapmak.

Aynı günün akşamı…

Hülya Kılınç şehidin MİT mensubu olduğunu bana söyledi. Haberi hazırdı ama cenaze anından fotoğraf geleceğini belirtti. Ben de başka yerde yayımlanmayacaksa haberi ve fotoğrafı beklediğimi söyledim.

Ertesi sabah…

Yani, 3 Mart Salı sabahı…

Hülya Kılınç bana haber metnini ve fotoğraflarını attı.

Şimdi…

Haberle hemen ilgilenmedim. Daha sıcak konular vardı gündemde. Akşama doğru haber metnini açtım. Şehit MİT mensubu olduğu için ilk olarak, açık kaynaklardan bir de ben teyit etmek istedim. Muhtarın paylaşımı dışında başka nerelerde isminin geçtiğini internetten arattım. Amacım, daha önce nerelerde alenileşip alenileşmediğini bulmaktı. Bu, benim habere dair yayın kararımı etkileyecekti.

Açık ismini Google’da arattığımda, milletvekili Ümit Özdağ’ın basın toplantısının haberlerini ve videolarını buldum. Yani o anda, haberi yayınlamadan önce şehidin fotoğraflarını, isim ve soyadını, nasıl şehit olduğunu, MİT mensubu olduğunu, cenazeden bazı görüntüleri ayrıntılarıyla birçok yerde haber olarak gördüm.

Sayın Heyet…

OdaTv’de bugüne kadar yüz binlerce haber yayımladık. Bu nedenle birçok kanun gibi, MİT Kanunu’nu da biliyorum. Zaten haber öncesindeki bu ön ekstra araştırma da MİT Kanunu nedeniyleydi.

Ve en nihayetinde…

Her şey bizden önce ifşa olmasına rağmen, şehidin ailesini düşünerek, onlara bir zarar gelmesin diye, cenazenin kaldırıldığı köyün ve mahallenin adını, mezarlığın adını, şehidin soyadını, anne ve babanın adı ile soyadını yayımlamadık. Tam da burada şuna dikkat çekmek isterim:

Odatv’nin yayımladığı ‘’Libya’da şehitlerimiz var’’ haberi değil. Bu, ‘’Libya’da şehit olanlar MİT mensubuydu’’ haberi de değil. Bu, bir şehidin cenazesinin haberi sadece. Şehidin asker ya da istihbaratçı olmasıyla ilgilenmiyorduk biz.

Kaldı ki…

Benim bu haberi verirken özel bir açı bulmam gerekiyordu. Zira şehidin cenazesi 13 gün önce kaldırılmıştı. Haber gazetecilik terimiyle ‘’bayat görünsün’’ istemedim. O yüzden ‘’cenazeden kare bulduk’’ açısı vererek, habere ‘’güncellik’’ katmak istedim.

Bu nedenle cenazeden vatandaşların ve çelengin görüldüğü 2 karenin üzerine OdaTv imzası koydum. Ama asıl, Hülya Kılınç’ın kendi çektiği mezarlık karelerine ise, bize özel olmasına rağmen OdaTv imzası koymadım. Açıkçası, mezarın üzerine logo koymayı şehide saygısızlık olarak düşündüm.

Ama…

Ama’sını anlatacağım.

Önce…

Evet, 3 Mart Salı akşamı haberi yayımladık Odatv’de.

Jet bir hızla, sabaha karşı haber müdürümüz Barış Terkoğlu ve Hülya Kılınç gözaltına alındı, tutuklandı. Bir gün sonra da sırtımda cezaevi çantamla geldiğim Çağlayan’dan Silivri’ye ben de gönderildim.

Ve şimdi…

Aylar sonra karşınızdayız.

Kafası karışık, suçlayayım derken bocalayan ve bu nedenle de her yerinden dökülen bir iddianame var elimizde.

Savcıların bize yaptığı temel suçlama; ‘’MİT mensuplarını ifşa etmek.’’ Şehit cenazesi haberimizle bu suçu işlediğimizi iddia ediyorlar.

Biz de bu soruşturmanın başından bu yana diyoruz ki; ‘’Haberimizde ifşa yoktur. Bizden önce ifşa edilen bilgiler vardır. Bu yüzden suçtan da bahsedilemez’’

Savcılar da iddianame içinde bu savunmamıza yanıt veriyor: ‘’Şüpheliler soruşturmaya konu haberin zaten ifşa olmuş bir bilginin haberleştirilmesinden öteye gitmediği yönünde savunma yapmışlar ise de, haberde yer alan bilgiler ve fotoğraflar daha önceden ifşa olmuş bilgiler değildir.’’

Şimdi…

Duralım.

Biz diyoruz ki; daha önce ifşa edildi!

Savcılar yanıt veriyor; hayır ifşa edilmedi!

Bir virgül…

Hemen Türk Dil Kurumu’na (TDK) başvuruyoruz ve ifşa nedir, ona bakıyoruz:

İfşa’nın sözlük anlamı şu:

‘’Gizli bir şeyi açığa çıkarmak’’

Güzel. O halde savcılar diyor ki:

‘’Ey Odatv! Haberindeki bilgiler ve fotoğraflar daha önce açığa çıkmamıştı, ilk sen yayımladın!’’

Aslında tam da bu tartışmayı yaparak, burada şunu da demiş oluyor savcılar:

‘’Daha önce ifşa edilmiş olsaydı suçsuzdunuz!’’

Güzel. Ama anlattım ya; MİT şehidine dair kimlik ve fotoğraflar dahil her şey bizden çok önce alenileşti. Savcılar başka bir şeye işaret ediyor olmalı.

Evet, tam da bunu yapıyorlar.

Savunmamıza yanıt verdikleri, okuduğum bölümün hemen altında…

Bu davanın, diğer gazeteci sanıklarını suçladıktan sonra, Odatv’nin yaptığını iddia ettikleri ifşaya geliyorlar. Ve diyorlar ki:

‘’Odatv de, cenazeye katılan MİT mensuplarının görüntülerini yayımladı’’

İddianamede kalın harflerle ‘’ilk defa’’ diye vurgulayarak, ‘’bak işte, daha önceden ifşa olmamış bunlar, o yüzden suçlusunuz’’ diyorlar.

Bakınız…

Meselenin bam teli burası.

"BU YANLIŞTAN DERHAL DÖNÜLMELİDİR"

Yeniçağ’a konuşan CHP Milletvekili ve gazeteci Utku Çakırözer "Gazeteciler maalesef yargılanıyor. Bunlar haberle ilgili değil. Bütün gazeteciler özgürlüklerine kavuşmalıdır. Bu yanlıştan derhal dönülmelidir." İfadelerini kullandı.

Zafer Arapkirli ise "Sevgi ile nefretin çatışması. Ülkeyi yöneten zihniyet nefret üzerine bir politika izliyor. Düşünen insandan, yazan insandan. Birikimli donanımlı insandan nefret ediyorlar. Hepimizden bu yüzden nefret ediyorlar. O yüzden avukatlar doktorlar gazeteciler itilip kakılıyor." dedi.

Sözcü gazetesi yazarı Yılmaz Özdil Yeniçağ’a yaptığı açıklamada “Adalet sarayı önündeyiz adaletin bir kulübesi var mı birazdan öğreneceğiz içeride yargılanan arkadaşlarımız adına gurur duyuyoruz” dedi.

Adliye'den yansıyan ilk görüntüler:


NE OLMUŞTU?

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, konuyla ilgili “Bu altı gazetecimiz yargıcın karşısında olacak, kendilerini doğru haber yaptıkları için savunacak. Hepimizin gözü o mahkemede olacak. Hiçbir zaman hiçbir güç gerçekleri engelleyemez” ifadelerini kullandı. Murat Ağırel de önceki gün yaptığı açıklamada, “İki dosyayı birleştirdiler. OdaTv, ben ve Yeni Yaşamcılar altı tutuklu sanık aynı davadayız. Ama bizim birimizle irtibatımız yok. HTS kayıtlarımız yok. Baz istasyonunda birbirimizin yanından dahi geçmiyoruz. İnsanın bu iddialara baktığında akıl ve mantığını yitirmesi işten bile değil. Üstüne bir de tecrit uygulanıyor. İlk duruşmada 24 Haziran’da tahliye edilmemiz gerekir” demişti.

Diğer taraftan Barış Pehlivan’ın avukatı Hüseyin Ersöz, kendilerine, salgın nedeniyle duruşma salonuna hiç kimsenin alınmayacağı yönünde bir uygulama olabileceğinin bildirildiğini söyledi. Ersöz, “Bu davada yargılananların gazeteciler olduğu ve kamuoyunun yakından takip ettiği bir yargılama süreci olacağı göz önüne alınarak, izleyici kısıtlamasına gidilmemesini talep ettik” dedi. Gazetecilerin uzun süredir yakınlarını göremediklerini dile getiren Ersöz, “Sanıkların eşleri başta olmak üzere en az bir yakının da duruşma salonuna kabul edilmesini istedik” ifadesini kullandı.

20 YILA KADAR HAPİS İSTEMİ

Gazeteciler hakkında, "Devletin güvenliğine ve siyasal yararlarına ilişkin gizli kalması gereken bilgileri açıklama" ve "istihbarat faaliyeti ile ilgili bilgi ve belgeleri ifşa etmek" suçlarından 9’ar yıldan 20’şer yıla kadar hapis istemiyle dava açılmıştı.