Ne mutlu “Türkçe”m diyene!..

Her meslekte olduğu gibi yazarlıkta da bazen sizi üzen, moralinizi bozan gelişmelerle karşılaşabilirsiniz. Nitekim geçen hafta bu sütunda çıkan “Türkçenin başına gelenler” adlı yazımıza yöneltilen eleştiriler yüzünden “Türkçe”miz adına üzüldük.
İşte söz konusu eleştirilerden (mealen) birkaç cümle:
“Ne mutlu ’Türkçe’m diyene sözü ırkçılık kokuyor. ‘Ne mutlu Türk’üm diyene’ sözünden zor kurtulduk. Bu yeni slogan da neyin nesi?”
“Dünya globalleşti, küreselleşen dünyada İngilizce öğrenmek yetmez. Eğitimin de İngilizce olması gerekir.”
“Türkçe hiçbir devirde bilim ve felsefe dili olmamıştır, bundan sonra mı olacak?”
Türkiye’de yaşayan, Türkçe konuşan, meramını Türkçe anlatan ve nihayet eleştirilerini Türkçe yapan bir insan “Ne mutlu ’Türkçe’m diyene” sözünden niye rahatsızlık duyar bilmiyorum. “Anne” demekle “annem” demek aynı mıdır? Anneler yavrularına “kuzu” mu der, “kuzum” mu der?
Eminim bu vatandaşlarımız Yahya Kemal’in şu sözünü okumuş veya duymuş olsalardı böyle düşünmeyeceklerdi:
“Vatan fikri bizde daima vardı; fakat Namık Kemâl’in, bu fikri kalbimizde yeni bir nefesle uyandırdığı gibi, bir diğer Türk şairi çıkıp da lisan fikrinin kutsiliğini uyandırsaydı, bize öğretseydi ki bizi ezelden ebede kadar bir millet halinde koruyan, birbirimize bağlayan bu Türkçe’dir. Bu bağ öyle metin bir bağdır ki vatanın hudutları koptuğu zaman bile kopmaz, hudutlar aşırı yine bizi birbirimize bağlı tutar; Türkçenin çekilmediği yerler vatandır, ancak çekildiği yerler vatanlıktan çıkar, vatanın gövde ve rûhu Türkçe’dir.”
Ortada vatan fikri mi kaldı, diyeceksiniz? Haklısınız. Namık Kemâl’in: “Çocuk annesini, baba âilesini hangi duygularla severse, insan da vatanını o duygularla sever.” Yahut  “Bir insan için; dünyaya nispet vatan, oturduğu şehre nispet kendi evi hükmündedir” cümlelerini hatırlayanlarımız kaldı mı?
Takriben yüz sene önce Tevfik Fikret’in:
“Toprak vatanım, nev’-i beşer milletim, insan//İnsan olur ancak bunu iz’ânla, inandım”  düşüncesi küreselleşmeyle birlikte kuvveden fiile geçti ve bu kozmopolit dünyanın dili de artık İngilizce oldu.
Fakat şunu da unutmamak gerekir ki bir zamanlar ilim dili Arapça idi. Biz biliyoruz ki Batılılar Rönesansı Arapça eserlere borçludurlar. 12. yüzyılda, Başpiskopos Raimunda’nun, değişik din ve ırktan bilginleri bir araya getirerek İspanya’da Toledo mütercimler okulunu kurduğunu ve başta tıp, astronomi olmak üzere matematik, geometri, astroloji, felsefe vb. alanlarda birçok Arapça eserin Latince’ye tercüme edilmesini sağladığını yine Batılı kaynaklar yazıyor.
19. yüzyılda dünyaya Fransızca hâkimdi. Şimdi de İngilizce... İkide bir alfabe değişikliği yapmasak -her alfabe değişikliği yeni bir hâfıza kaybı demektir- ve “bilim”i ideolojiye/siyasete kurban etmesek gayet tabii Türkçe de bir dünya dili olurdu. Yarın olmayacağını da kimse söyleyemez. Yeter ki “bilim”i her şeyin üstünde görelim. “İngilizce”miz sayesinde Batılı kaynaklardan yaptığımız usulüne uygun intihallerle doçent, profesör olmanın bilimle uzaktan yakından bir ilgisi yoktur.
Kısacası; YÖK başkanımız Türkçe bilim dili değildir der, Cumhurbaşkanımız Türkçe ile felsefe yapılamaz buyurur, bilim adamlarımız da İngilizce eğitim veren bir kurumdan mezun olduğumdan dolayı Batılı kaynaklardan daha kolay -usulüne uygun-iktibaslar/intihaller yapabiliyorum. Bu sebeple genç yaşta profesör oldum, şimdi oturdum zevkime bakıyorum, diye böbürlenmeye devam ederse kim bilir Türkçenin başına daha neler gelecektir.  
Bilmem bunları dillendirmek insanları niye rahatsız ediyor?..

Yazarın Diğer Yazıları