Neden, neden, neden?

Dünyanın en büyük silahlı gücü, sana en büyük düşman ve en kanlı terör örgütünü silahlandırırken, bir siyasî iktidar neden millî birliği tahkim etme ihtiyacı yerine, sürekli muhalefetle uğraşır?

Neden dili hep aynı kalır ve yaşanan bunca tecrübeye rağmen iç barışı, kardeşliği, dayanışma duygusunu geliştirecek bir üslubu denemeyi düşünmez?

Bu cumhuriyeti Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları kurdu... Emperyal arzuların ve etnik ihanetlerin yangın yerine çevirdiği coğrafyadan 'milliyetçilik eczası'yla kurtarılan vatanımız ve yeni bir devletimiz oldu... Şimdi o devlet zordayken, kurucusuna genellikle 'etnik takıntılı' tiplerin yaptığı saldırılara karşı neden 'yeterince' tavır alınmaz?

Neden bu tavırsızlığın bir 'vekâlet savaşı' gibi algılanacağından endişe edilmez? Hem 'beka sorunu'ndan söz edip hem de o bekayı sarsıcı adımlardan, farklı düşünce, inanç ve ideoloji mensuplarının adalet içinde yaşayabilecekleri gerçeğinden uzaklaşıyor olmaktan neden dertlenilmez?

Ve neden '2019'u kurtarma' hesabı 'Türkiye Cumhuriyeti'nin bekası'ndan daha önceliklidir?

***

Oysa Türkiye, Suriye yönünden, 1919 şartlarını aratmayacak biçimde sıkıştırılıyor...

Önce ABD'nin PKK/PYD'ye silah verip vermediği tartışılıyordu... Sonra gizlenemeyecek boyutta olduğu anlaşılınca Türkiye'nin endişe etmemesi gerektiği, bunların IŞİD'e karşı kullanılacağı söylendi...

Bu arada Türkiye'nin 'Fırat'ın doğusu, batısı' gibi önceliklerini de oyalayan ABD, Türkiye'nin hava harekâtına karşı üniformalı askerlerini bombalanan yerlere göndererek tavrını belli etmiş oldu...

Kuzey Irak'ta Türk askerlerinin başına çuval geçirildiğinde "Ne notası, müzik notası mı bu?" şeklinde tepkileri hafife alan irade bu defa Kuzey Suriye'de yaşananlar için ABD Büyükelçisi'ni Dışişleri Bakanlığı'na çağırmadı bile...

ABD vitesi daha da büyüttü ve PKK/PYD'ye ağır silahlar verilmesi onaylandı... Rus yapımı hava savunma silahlarının Şırnak'ta mağaralarda bulunduğu bir zaman kesitinde sınır boyumuzun nasıl farklı bir silahlanma içinde olduğu çok net anlaşılıyor... Üstelik YPG'liler sıranın tankta olduğunu söylüyor...

Bu silahlar bölgede IŞİD gerekçesine sığdırılıyor ama IŞİD bertaraf edildikten sonra söz konusu silahların PKK/PYD'den geri alınmayacağı bizzat ABD'li yetkililerce ifade ediliyor...

***

Zaten en büyük tuzak 'güvenli bölge' oluşturulmasında... Stratejist dostumuz Ahmet Türk iyi hatırlatıyor 1991'i...

Birinci Körfez Savaşı'ndan sonra Kuzey Irak'ta da sözde halkı Saddam'dan koruma bahanesiyle 36. Paralelin kuzeyinde 'güvenli bölge' oluşturulmuştu... Türkmenlerin ağırlıklı biçimde dışında bırakıldığı ve Türkiye'yle temasının kesildiği bu bölgenin bugün geldiği aşama ve 'bağımsızlık referandumu' için tarih belirleme çalışmaları ortada...

Ahmet Türk'e göre benzer strateji Kuzey Suriye için hayata geçiriliyor... Dün nasıl Özal "Bir koyup üç alma" fikriyle çuvalladıysa, bugün de "Emevi Camii'nde namaz" fantezisiyle öncekine benzer bir ruh hâli Türkiye'yi 'aynı delikten ısırılma' sürecine soktu...

'Güvenli bölge' ve 'çatışmasızlık bölgesi' gibi adımlar, Barzani'nin yıllar önce sağladığı ve bugün devletleşme arifesine getirdiği avantajların benzerini PKK/PYD için sağlayacak... Böylece 'parçalar'dan biri daha ele geçirilmiş olacak... Bu kadar açıktan gerçekleşen, askerî ve siyasî destekten başka anlam çıkaranın aklından şüphe etmek gerekir...

***

Bunları yandaş medya değerlendirmiyor bile... Daha dün "Kuzey Kürdistan ve 'üçüncü parça' neresi?" sorusunun ilgilendirmediği gibi... "Büyüyoruz, uçuyoruz, bölgesel lider oluyoruz, Osmanlı gibi olacağız, Irak, Suriye bize bağlanacak" temalı uyuşturucu içirip, insanlara sur dibinde hayal kurdurmak siyaseten kâr getiriyor çünkü!..

Oysa siyasî hırslardan bağımsız 'akıl' ve 'kardeşlik' her zamankinden daha çok şimdi lâzımdı bize...

Yazarın Diğer Yazıları