Sosyal medyayı açıyorsun…
Bir kadın Oklahoma’da beş saatliğine kumar oynamaya gidiyor, bebeğini arabada bırakıyor.
Yorumlarda infial: “Nasıl olur! İnsanlıktan çıkmış bunlar!”
Bir diğeri diyor ki: “Ah Amerika, sen de mi?”
Ve biz, bu olayla kahvemizi yudumlarken, o kadını, o arabayı, o casinoyu beynimizin manşetine çekiyoruz.
Ama birkaç dakika sonra parmak bir yukarı kaydırma hareketiyle o kadını unutuveriyor. Çünkü sıradaki videoda köpeğine dans etmeyi öğreten bir adam var ve o köpek, o kadından çok daha “izlenebilir” bir hikaye sunuyor.
İşte modern çağın devrimci buluşu. Gündem değil, akış belirliyor artık hayatı.

***

Hepimiz Wag the Dog izliyoruz sanki ve farkında değiliz.

1997 yapımı Wag the Dog filmini hatırlarsınız.
Amerikan Başkanı bir skandala karışır, halkın dikkatini dağıtmak için bir Hollywood yapımcısı kiralanır.
Ve bir anda “Arnavutluk’ta savaş çıktı” diye bir haber patlar!
Oysa savaş yoktur. Sadece bir kurgu, bir film, bir “hikaye yönetimi” vardır.
Ama halk buna inanır. Çünkü “haber” olarak görmüştür.
Bugün de aynı yöntemle yaşıyoruz, sadece oyuncular değişti.
Filmin yerini “influencer’lar”, gazetecilerin yerini “trend başlıkları”, savaşın yerini “fenomen gözaltıları” aldı.
Bir sabah uyanıyoruz: “19 ünlü gözaltında!”
Başka bir gün “manifest grubunun şovu” konuşuluyor ve gündemden düşmek bilmiyor.
3 - 5 güne “A Milli Takım maçı” geliyor, daha daha “Ünlü çift ayrıldı!” haberleri…
Sabah tekrar: “Oklahoma’da kadın bebeğini arabada bırakmış.”
Bu döngü öyle hızlı ki, gerçek bir haberi yakalamak için neredeyse at gözlüğü takmamız gerekiyor.
Ama kim takar ki? At değiliz, sadece o atın bindiği trend treninin yolcularıyız.

***

Her gün milyarlarca insan aynı anda “neler oluyor?” diye ekranlara bakıyor.
Ama hiçbirimiz “neler olmuyor?” diye sormuyoruz.
Bir ülke ekonomik darboğazdaysa, bir başka ülke sessizce yeni bir yasa çıkarıyorsa, ya da dünya genelinde enerji politikaları yeniden şekilleniyorsa...
Biz o sırada “Kimin dudağı botokslu?”, “Kimin PR’ı tutmadı?” tartışmasındayız.
Televizyon kanallarına bakın…
Bir yanda pembe dizi; “kocası tarafından aldatılan kadın” temalı,
Diğer yanda “kimin evinde hangi ünlü misafir var” yarışması.
Arada bir “deprem oldu” geçer ama merak etmeyin!..
Hemen ardından reklam arası: “Yeni çamaşır deterjanıyla kirler tarihe karışıyor!”

Keşke “kirli gündemler” de bu kadar kolay arınsa.

***

Peki kitleler nasıl uyuşturuluyor?
Medya manipülasyonu öyle karmaşık bir teknoloji işi değil aslında.
Biraz eğlence, biraz öfke, biraz da unutma...
Bu üçü harmanlanınca halkın dikkati istediğin yöne çevriliyor.
Tıpkı Wag the Dog’daki gibi: “Savaş çıktı” dediler, herkes savaşı konuştu.
Kimse “nerede?” bile demedi.
Bugün de aynı:
“Uyuşturucu operasyonu”, “fenomen gözaltısı”, “yasaklı konser”, “yeni dizi”…
Bir bakmışsın herkes aynı şeyi konuşuyor.
Ama bir kişi bile “Bu kadar senkronize gündem değişimi nasıl oluyor?” diye sormuyor.
Çünkü sorsa bile sosyal medya ve medyadaki yüksek sesler onun sesini bastırıyor.
Çünkü gerçeği sorgulayan gönderiler trend olmaz.


Bir taraf ağlıyor, öteki gülüyor.
Birisi adalet istiyor, diğeri dans ediyor.
Bir başkası “ülke elden gidiyor” derken, hemen altında “yeni kahve makinesi tavsiyesi” var.
Bu kadar zıt duygunun aynı sayfada barınabildiği başka bir yer var mı dünyada?
Sosyal medya artık bir haber kaynağı değil, kafa karıştırıcı bir panayır.
Her stand farklı bağırıyor, herkes kendi gerçeğini satıyor.
Ve sen, o panayırda gezinirken, asıl meselelerin üzerinden atlayarak ilerliyorsun.

Çünkü gerçekler, artık filtrelenmeden görünmeyecek kadar “çirkin”.

***

Ünlüler gözaltında, dizilerde aşk üçgeni var, sosyal medyada herkes tatilde...
Ama hayatın kendisi?
O hala ekranın dışında, sessizce bir köşede duruyor.
Bekliyor…

Peki gündem bu kadar hızlı değişirken, asıl gündem nedir?

İşte benim merak ettiğim ve herkesin asıl merak etmesi gereken şey bu olabilir mi?

Herkese iyi seyirler...

Her nerede yaşanıyor ve yaşatılıyorsa...