​​​​​​​"Nerden geldilerse oraya dönerler"!

Kim ne derse desin vatanımız büyük bir tehlike altında bulunuyor.

Geniş, halk tabakaları olmasa bile Türkiye'nin özellikle "Suriye göçü" dolayısıyla büyük tehditler içinde olduğu artık gözlerden kaçmıyor ve saklanamıyor.

Sanki, devleti fethetmek ve dönüştürmek için uğraş veriliyor.

Taksim Toplantıları'nda konuşan Ümit Özdağ'ın da belirttiği gibi "Her şey bir tek adamın kararına bağlanmış durumda."

Gerçekten de, sayıları 5.3 milyonu bulan Suriye'li göçmenlerin yarattığı ekonomik, sosyal ve politik durum Türkiye'yi "sinsice" sarsıyor.

Aslında, bir "demografik mühendislik" tuzağına düşürüldüğümüz de artık iyice anlaşılıyor. Kilis, Şanlıurfa,  Gaziantep ve Mersin'in demografisi neredeyse değişiyor. En önemlisi de, Hatay'ın tehlikesi görmezden geliniyor. Zaten Suriyeli'lerin ülkelerine "geri dönmek" gibi bir niyeti bulunmuyor.

Bu arada, "doğum" dengesi de Suriyeli'lerin lehinde artıyor.

Daha doğrusu, iktidar oluşan kötü durumu ve yakın gelecekteki muhtemel çöküntüyü görmezden geliyor, adeta üstünü örtüyor.

Feci gelişmenin aslında Türkiye kadar olmasa bile Suriye'yi daha da  sarsacağı "tuzaklar silsilesi" olduğunu artık görmemiz gerekiyor.

Şimdiye kadar mültecilere 40 milyar dolar harcadığını öne süren iktidarın, aslında askeri ve diğer masraflarla 200 milyar dolara varan bir "maliyet"le karşılaştığı iddiaları da yeni bir tartışma kapısı açmaya namzet görünüyor.

Ne var ki, işin içine her şeyden önce, galiba "mezhepsel" taassuplar geçiyor.

Çoğu  siyaset insanı, diplomat, asker, yazar ve gazeteci; Türkiye'nin Suriye sorunu yüzünden başının belaya girdiğini kabulleniyor.

Türkiye'nin başı gerçekten de belada !

Türkiye'nin "Arap Baharı" aldatmacasıyla, Suriye'yi yıkmak veya bölmek isteyen Batı ile ittifakından beri bu tez ileri sürülüyor fakat ne yazık ki, olumlu bir gelişme olmuyor.

Üstelik, "kurma" heyecanında bulunduğu ve adına "Güvenli" veya  "Tampon" ne denirse densin, uzunluğunun ve genişliğinin kaç km olacağı kesin olarak belirlenemeyen bu bölgenin oluşmasının doğuracağı menfi sonuçlar ve kuşku aslında eski tarihlere dayanıyor.

İnsan ister istemez, CHP'nin Suriye İçin düzenlediği "Uluslararası Suriye Konferansı"nda gerçekten de "Türkiye, Suriye krizinde çözüm arayan değil ne yazık ki, sorun yaratan ülke durumunda" görüşünü bildiriyor.

Öte yandan, 23 Ekim 2013'te yayınlanan "Orta Doğu'nun Kara Kutusu" adlı kitabımızda konuya değinirken;

"…Irak'ın Kuzeyi'ndeki Kürt oluşumunun alacağı mesafe, bu arada PKK'ya sağlanacak gücün, karşımıza çıkışının hesap edilmesi akılları zorluyor.

Türkiye'nin tehlikeli bir tuzağa düşürüldüğü görülüyor.

Her an, umulmadık beklenmedik gelişmeler karşımıza çıkıyor. Hükümetin bel bağladığı "tampon bölge", insani değil politik değerlendiriliyor." gibi satırlarımızı hatırlatmak bile yetiyor.

24 Eylül 2018'de Yeniçağ'da "Tampon bölge daima baş belası" başlıklı yazımızda da kamuoyu  aydınlatılmaya çalışılıyor;

Nereden bakılırsa bakılsın; özellikle eski deneyimler, tampon bölge veya bölgelerin eninde sonunda ülkelerin başına bela olduğu geçmişten günümüze gösteriliyor.

İsrail'in geçmişte kurduğu ve Irak sınırında meydana getirilen tampon bölgelerde terörün ve çeşitli diplomatik oyunların eksik olmadığı tarihe geçmiş bulunuyor.

En önemli ve duygusal gerçek ise, Türk halkının büyük çoğunluğunun artık  Suriye'li göçmenleri istemediği yolunda görüşünün olduğu ile özetleniyor.

"Nereden geldilerse, oraya dönerler"  görüşü gün geçtikçe büyük taraftar topluyor.

Bu "ahval" altında Türkiye'ye karşı, artık Suriye'li göçmenleri kullanarak bırakın "demografik mühendisliği", her türlü siyasi ve askeri planın uygulanması bahis konusu olsa bile başarı nispetini sıfıra indirmek, Türk milletinin en büyük azmi olması icap ediyor.

 

Yazarın Diğer Yazıları