Netanyahu değil Nebelayahu!
Tetikçi emrini örgüt elebaşından alır.
Bu Amerikalı abiden alıyor.
Tetikçi eylemini tabancayla, tüfekle yapar.
Bu bombayla, füzeyle yapıyor.
Tetikçi haraç almak için saldırır.
Bu ülkelere el koymak için saldırıyor.
Tetikçi birkaç kişiyi vurur.
Bu binleri on binleri vuruyor.
Tetikçi bir kabadayıyı örnek alır.
Bu Hitler’i örnek alıyor.
Tetikçi eylemde yüzünü kapatır.
Bu vicdanını kapatıyor.
Tetikçi kendini kimse görmesin ister.
Bu bütün dünya görsün istiyor.
Tetikçi sabıkalı olmaktan korkar.
Bu sabıkasız olmaktan korkuyor.
Tetikçi eylem başına kazanır.
Bu saldırdığı ülke başına kazanıyor.
***
Evet, karşımızda Netanyahu yok Nebelayahu var.
Son günlerde pek çok köşe yazarı “Tetikçi” diyor ona.
Kesinlikle katılmıyorum.
Haraç için motosikletle gelip sağı solu kurşunlayarak kaçan tetikçiler de suçlu ama her şeye karşın Nebelayahu’ya benzetilmek haksızlık değil mi onlara?
UĞUROĞLU’NUN KİTABI: PROJE
Türk basınının son 50 yılına damga vurmuş isimlerden biridir Orhan Uğuroğlu.
Günaydın gazetesinde 10 yılı aşkın süre birlikte çalıştığım için onun bitip tükenmeyen enerjisine, kabına sığmaz mesleki heyecanına, yaptığı özel haberlerle diğer gazetelerden meslektaşlarına yaşattığı derin üzüntülere yakından tanığım.
1980’lerde teknoloji bugünün çok gerisindeydi. Bu yüzden siyasi liderleri yurt içinde ve dışında izlemeye giderken portatif karanlık odayı ve diğer teknik aygıtları beraberinde götürürdü. Bunlar vasıtasıyla otel odalarında alelacele kurduğu düzenle çektiği filmlerin banyosunu hızla yapıp basar ve gazetenin yazı işlerine geçerdi. Diğer gazetecilerden bir diğer üstünlüğü de buydu.
Turgut Özal’ın başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı dönemleri onun mesleki anlamda en parlak zamanı sayılır.
Neredeyse adım adım izlediği Özal’la sadece siyaset adamı-gazeteci değil adeta baba-oğul ilişkisi kurmuştu.
Özal sonrasında mesleğini çeşitli gazete ve televizyonlarda sürdürdü. Bunlar arasında Cem Uzan’ın gazete ve televizyonları da vardı.
Gazeteciliği nedeniyle saldırıya uğradığı, darp edildiği hatta öldürülmek istendiği zamanlar da oldu.
***
Çok önemli siyasi olayların içinde yaşamış bir gazetecinin bunları tüm ayrıntılarıyla yazması gerekirdi.
Kendisiyle her konuşmamızda anlattıklarını dinlerken ısrarla “Yaz kardeşim bunları yaz!” derdim.
Neyse ki sonunda ilk kitabı “Proje” geçtiğimiz günlerde yayımlandı.
Değerli hukukçu İbrahim Kaboğlu ile duayen gazeteci Rahmi Turan’ın önsözünü yazdığı kitapta Uğuroğlu, 2016-2025 dönemine ilişkin çeşitli gözlem ve değerlendirmelerini paylaşıyor okuyucuyla. Örneğin son cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi 6’lı masanın nasıl kurulduğu, sonra neden dağıldığı konusunda yazdıkları son derece dikkate değer.
Bir arkadaşı ve okuru olarak Orhan Uğuroğlu’nun, Özal dönemini ve Cem Uzan’la çalışırken yaşadıklarını ayrıntılı olarak yazıp bir an önce kitap olarak bastırmasını sabırsızlıkla bekliyorum.
***
Bu vesileyle Orhan Uğuroğlu’nun başrolünde olduğu ilginç bir olaydan bahsetmek istiyorum.
12 Eylül darbesini yapanlar 1983’de demokrasiye geçmek istediler.
Ama geçilecek yeni dönemde de ipleri ellerinden bırakmak istemiyorlardı.
Bu düşünceyle emekli general Turgut Sunalp’e Milliyetçi Demokrasi Partisi’ni (MDP) kurdurdular.
Birçok partinin seçime girmesini engelleyen darbeciler, Anavatan Partisi (ANAP) ile Halkçı Parti’ye (HP) ise adaylarından bir kısmını veto ederek seçime katılma hakkı tanıdılar.
Hesap çok basitti.
Seçime 3 parti katılacak, bunlar arasında MDP askeri yönetimin de desteğiyle ipi göğüsleyecekti.
Ne var ki evdeki hesap çarşıya uymadı.
Sunalp belki iyi bir askerdi ama iyi bir siyaset adamı değildi, seçmene hiç sempatik gelmedi.
Seçim tamamlanıp oylar sayılmaya başlanınca sonuç kısa sürede ortaya çıktı. ANAP birinci, HP ikinci parti olmuştu. MDP ise tam bir hayal kırıklığı yaşayarak ancak üçüncü olabilmişti.
Bundan sonrasını Orhan Uğuroğlu’ndan dinleyelim:
“Günaydın gazetesi haber müdürünün verdiği görevle gece yarısı yanımda gazeteci arkadaşım Mehmet Öztoprak olduğu halde MDP Genel Merkezi’ne gittim.
İktidara geleceklerine kesin gözüyle bakarken üçüncü olabilen MDP tam bir sessizliğe bürünmüştü. Partinin ışıklarının çoğu sönüktü. Kapıda güvenlik elemanı dışında kimse yoktu.
O elemana partide yetkili kimse olup olmadığını sordum.
Aldığım yanıt aynen şöyleydi:
‘Sadece paşamız kaldı. Herkes çekip gitti.’
Mehmet’le içeri girip Sunalp’in makam odasına yöneldik.
Odanın kapısını yavaşça açtım, başımı içeri doğru uzattım.
Masasında adeta yıkılmış bir halde oturuyordu Sunalp.
‘Sayın Paşam, seçimle ilgili bir değerlendirmeniz olacak mı’ diye seslendim.
Dönüp bize baktı ve işte ne olduysa o anda oldu.
Çevik bir hareketle yerinden fırladı, belindeki tabancasını çekip üzerimize doğru yürüdü.
Ne diyeceğimizi, ne yapacağımızı bilemedik, donup kaldık.
İlk toparlanan bendim.
Mehmet’e bağırdım:
‘Kaç Mehmet kaç! Paşam çok sinirli!’
Önde Mehmet arkasında ben merdiven eşiklerini üçer dörder atlayarak kaçtık, kendimizi genel merkez binasından dışarı zor attık.”
RTÜK’ün verdiği cezalar!
Yangına körükle gitmek...
Yanan ağacın son sözleri…
CHP’DE 4 BÜYÜK KRİZ
‘Beyaz Yaka’yı bırak ‘Mavi Yaka’yı tak!
ANOREKSİYA DEĞİL SOSYAL MEDYA
Netanyahu değil Nebelayahu!
İnsan 250 yıl yaşayabilir mi?
Göçmen kökenli ama göçmenlere düşman!
SİYASET VE ARGO









