Nutuk'ta Cumhuriyet (1)

Cumhuriyet'e kademe kademe gelinmiştir. Mutlak idareden monarşiye, monarşiden cumhuriyete geçiliyor.

Birden bire rejim değişmiyor ve birden bire Osmanlı devleti son bulmuyor. Osmanlı'nın sonu 1878 Berlin Antlaşması'yla görülmüştür. 

İlimde geri kalan yenilir. Batı ne zaman üniversite kurdu biz ne zaman kurduk? Batı ne zaman matbaa kurup sıra sıra kitaplar bastı, biz ne zaman, divitçilerin şerrine rağmen, matbaa kurabildik? Padişahlar, yenilik için çabalamadı değil; ama avanelerine güç yetiremediler. Kellelerini bile verdiler.

Tarih tarihte kalmıştır. Bırakın araştıran araştırsın, yazan yazsın. Mefahir (övünmeler) ilim kapısını açmıyor. Düşmanlıklar da öyle. (Şu eser el altında bulundurulmalı: Altay Cengizer, Osmanlı'nın Son Savaşı, Ötüken Neşriyat, 2017, 775 s.)

Nutuk'tan Cumhuriyet'in kuruluş merhalelerini vereceğim. Nutuk'un 1927 baskısından, Mustafa Kemal'in dilinden hususiyetle aktarmak istiyorum. "Söylev", "demeç" onun dili değil. Kim "Söylev", "demeç" diye Nutuk'u yayınlamışsa, Mustafa Kemal'in anlattıklarını vermiyor, kendi düşündüklerini veriyor.

M. Kemal'in "Türkçecilik" meselesi ayrı mevzu. Türkçenin sadeleştirilmesi tartışmalarını bile bile, zamanın entelektüel dilini kullanmışsa, üzerinde düşünmemiz gerekir.

Biz o dili kullanamayız. Yazılarımda çok az bazı kelimler geçirdiğim hâlde, sık sık itirazla karşılaşıyorum. Anlamıyoruz, diyorlar. Haklılar. 

 Ne yazık ki, dilimiz kesintiye uğramış, yaşayan dil öldürülmüştür. M. Kemal'in üslûbunu göstermek için de, Cumhuriyet'i bahane ettiğimi açıkça söyleyeyim!

Nutuk'tan okuyalım:

"Ge­ce ol­muş­tu. Çan­ka­ya'ya git­mek üze­re meclis bi­na­sı­nı terk eder­ken, ko­ri­dor­lar­da ba­na intizâr et­mek­te (beklemekte) olan, Kemaleddin Sa­mi ve Halid Pa­şala­ra te­sa­düf et­tim. Ali Fuad Pa­şa, Ankara'dan ha­re­ket eder­ken bun­la­rın An­ka­ra'ya muvâsalat ey­le­dik­le­ri­ni o gün­kü ga­ze­te­de 'bir teş­yî ve bir istikbâl' ser­lev­ha­sı al­tın­da oku­muş­tum. He­nüz ken­di­le­riy­le gö­rüş­me­miş­tim. Be­nim­le mü­lâ­kat için geç vak­te ka­dar ora­da intizâr­da bu­lun­duk­la­rı­nı anlayınca ak­şam ye­me­ği­ne gel­me­le­ri­ni Mü­da­faa-i Mil­li­yye Ve­ki­li Kâ­zım Pa­şa va­sı­ta­sıy­la teblîğ et­tim. İs­met Pa­şa ile Kâ­zım Pa­şa'ya ve Fet­hi Bey'e de Çan­ka­ya'ya be­nim­le be­ra­ber gelme­le­ri­ni söy­le­dim. Çan­ka­ya'ya git­ti­ğim za­man ora­da, be­ni gör­mek üze­re gel­miş Ri­ze mebusu Fuad, Af­yon­ka­ra­hi­sar mebusu Ru­şen Eş­ref Bey­le­re te­sa­düf et­tim. On­la­rı da ye­me­ğe alı­koy­dum.

Ye­mek esnâ­sın­da; ya­rın cum­hu­ri­yet ilân ede­ce­ğiz! de­dim. Ha­zır bu­lu­nan ar­ka­daşlar, derhâl fik­ri­me iş­ti­rak et­ti­ler. Ye­me­ği terk et­tik. O da­ki­ka­dan iti­ba­ren, sûret-i ha­re­ket hak­kın­da, kı­sa bir prog­ram tes­pit ve ar­ka­daş­la­rı tavzîf et­tim [vazifelendirdim].

Tes­pit et­ti­ğim prog­ram ve ver­di­ğim ta­li­ma­tın tat­bi­ka­tı­nı gö­re­cek­si­niz!

Efendiler; gö­rü­yor­su­nuz, ki cum­hu­ri­yet ilâ­nı­na ka­rar vermek için An­ka­ra'da bu­lu­nan bütün ar­ka­daş­la­rı­mı da­ve­te ve on­lar­la mü­za­ke­re ve mü­na­ka­şa­ya as­la lü­zum ve ih­ti­yaç görmedim. Çün­kü, on­la­rın za­ten ve ta­bi­aten be­nim­le bu hususta hem-fikir ol­duk­la­rı­na şüp­he etmiyor­dum. Hâlbuki o esnâ­da An­ka­ra'da bu­lun­ma­yan ba­zı zevât, sa­lâ­hi­yet­le­ri olmadı­ğı hâlde, ken­di­le­ri­ne ha­ber ve­ril­me­den ve re'y [görüş] ve mu­va­fa­kat­le­ri alın­ma­dan, cum­hu­ri­ye­tin ilân edil­miş ol­ma­sı­nı vesile-i iğbirâr ve iftirâk [kırgınlık ve ayrılık vesilesi] ad­detti­ler." (s. 571). (Devam edeceğiz.)

Yazarın Diğer Yazıları