"O Gece" - Bugün! 26-27 Mayıs gecesi ve sonrası...

Bugün 27 Mayıs. 27 Mayıs 1960 “Darbesinden” bu yana tam 48 yıl, yarım yüz yıla yakın zaman geçmiş! Bu “harekete” hep özenle “Darbe” demişimdir. Diyorum, çünkü bu, Ordunun “Emir -Komuta zinciri”   dışında bir  “Albaylar Cuntası”  darbesi -Fransızca adıyla- “Coup D’Etat” idi! Ülkede ve Orduda bütün dengeleri altüst etti. Çözdüğünden fazla sorunlar yarattı. Ve bunun içindir ki, TSK bu darbeyi dışladı, bayram olarak “kutlanmasına” son verdi!
Bu “Darbe” sonra haklı sebeplerle yapılan askeri müdahalelerin anlamına ve bence meşruiyetine gölge düşürür! 27 Mayıs hareketini, sonraki  “müdahalelerle” aynı kefeye koymak yanlıştır!   
Hayri Köklü kardeşim, 27 Mayıs hakkındaki değerlendirmesinde, “Mecburiyet hâsıl olmuştu”  diyor... Ben şahsen, bu “darbenin” ve sonrasının hayatta kalan son yakın tanıklarından ve “mağdurlarından” biriyim... 1960’da 36 yaşındaydım, bugün 84 yaşında; araya bu kadar yıl girdiği için bu konuda olabildiği kadar objektif olabiliyorum... Bunun için de açık yüreklilikle söylemeliyim; evet, o günlerin koşullarında,  “mecburiyet hâsıl olmuştu” müdahale kaçınılmazdı! .

Şartlar tamam olunca...
 “O günün şartları” denince; önce 1960 seçimlerinde CHP’nin tek parti yönetimine   “Yeter” demiş, halkın büyük desteğiyle iktidara geldikten ve sonraki 1954 ve 1957 seçimlerinde de iktidarda kalan Demokrat Parti ve liderleri, bu oy çokluğuna dayanarak giderek eleştirilere tahammül edemez oldular. Kendisine destek olmuş basını ve aydınları karşılarına aldılar veya başka yollardan  “elde etmek” istediler. “Mecburiyeti” muhalefetin ve yeraltı aşırı solun tahrikleri “zemini” müsait kıldı! En kötüsü, DP iktidarı duvardaki yazıyı göremedi ve gittikçe de daha pervasızca beter “tedbirlere” başvurdu!
O sırada, sorumlusu olduğum  “Türkiye Radyoları”nın iktidar tarafından pervasızca kullanılması,  “Vatan Cephesi” komedisi, gazetecilerin “Ankara Hilton”a sokulmamaları, bu sözde “tedbirlerdi.”  Bunlar da yetmeyince, hükümetin basını sindirmek için, “Tahkikat Encümeni” kurdurması bardağı taşırdı. Bu yasa kabul edildikten sonra İsmet Paşa’nın TBMM’de “Sizi ben bile kurtaramam” demesi, orada bulunduğum için hâlâ kulaklarımdadır. O noktada “kurtarmak” ister miydi? Bilemem, ama kurtaramadı da! Bütün ipler gerilmiş, kopma noktasına gelmişti.
 Kısacası: İktidarın muhakkak hataları ve aymazlığı vardı. Fakat gizli ve açık “muhalefet” cephesinin asılsız dedikodulara dayanan sistemli tahrikleri, durumu çığırından çıkardı. Tahriklerin başında orduyu, subayları yalanlar ve dedikodularla yıpratmak geliyordu. Mesela Menderes’e atfedilen Battalgazi Ordusu safsatası... ‘Ben Orduyu yedek subaylarla idare ederim’ gibi asılsız dedikodular... Yüzlerce gencin öldürüldüğü, cesetlerinin Et ve Balık Kurumu kombinalarında kıyma yapıldığı rivayetleri, yeraltı komünist örgütün teksir makineleriyle etrafa yayılıyordu. Bunlara öylesine inanılmıştı ki “kıyma makineleri”  iddiası Yassıada’da tahkikat konusu yapıldı! Hatta Gazi Osman Paşa Marşı’nın güftesiyle “Olur mu böyle olur mu- Kardeş kardeşi vurur mu” şarkısı da örgüt propaganda makinesinin ürünü! Ve sonunda böylelikle 27 Mayıs’a gelindi!

Freni patlamış otobüs
Bazılarımız, o zamanlarda, önemli mevkilerde bulunanlardan kimi, Bakanlar gibi “Freni patlamış otobüs gibi uçuruma sürüklendiğimizi” görüyorduk da maalesef baştakiler göremiyorlar ve gittikçe sertleşiyorlardı! Medenî Berk ve Sebati Ataman ile Başbakanın danışmanı Profesör Memduh Yaşa gibilerin uyarılarını, aşırıların tahrikleri bastırıyordu. Bazı milletvekillerinin “Gazeteleri kapatmak yetmez, matbaaların da kapılarına kilit vurmalı”  gibilerden sözleri daha etkili oluyordu! Ben şahsen, rahmetli Menderes’in basınla arasını yapmaya ve radyoları “Vatan Cephesi” rezaletinden kurtarmaya çalıştım, ama bunlara karşı cevap: “Sen Amerika’dan yeni geldin; Türkiye şartlarını bilmezsin... Bu adamları benim karşıma (gazetecileri) çıkarma” oldu. Hatta bu uyarıları yaptığım için “huzurdan” bir süre aforoz edildim!
Soracaksınız; “O zaman neden istifa etmedin?” diye! Açıkçası “şövalyelikten”, gemiyi fareler gibi terk etmemek “kabadayılığından”...  Ancak hemen söyleyeyim, bundan dolayı pişman da değilim. İstifa etmiş olsaydım sonra vicdan azabı duyardım! 

Mecburiyet
Mayıs ayına gelindiğinde, artık  “mecburiyet hâsıl olmuş”, “müdahale kaçınılmaz” hale gelmişti. Ancak bu “müdahale” böyle bir  “Cunta Darbesiyle” mi yapılmalıydı? Aslında rahmetli Menderes de seçimlerin yenilenmesine, iktidarını tazelemeye karar vermişti. Eskişehir’de seçimleri ilan edecekti. Darbeciler ve muhalefet, DP’nin gene kazanacağından korkuyorlardı “önleyici vuruş” yaptılar!
Fakat Darbe Cuntasının -“Milli  Birlik  Komitesi’nin”- iktidarının sonraki icraatı Yassıada Mahkemeleri “darbenin” olası haklılığını ortadan kaldırdı, Türkiye’yi ve bütün dengeleri altüst etti... 27 Mayıs Darbesini coşkuyla,  çiçeklerle karşılayan halk, sonra da basın “Milli Birlikçilere” - “27 Mayısa”- karşı döndü ve demokrasi gene “rayına” sokulduğunda DP’nin devamı olan Adalet Partisi iktidara geldi!
Hiç de “yüksek” ve “adil” olmayan Yassıada Mahkemeleri,  adaletin trajedi komedisi idi. “Bebek, köpek, don” vb.. davalarıyla gülünç olmaktan öte nihai kararlarıyla “meşruiyetini” asıl bu mahkeme kaybetti!
Teşbihte hata olmaz; bütün bu anlattıklarımdan, bazılarının şimdi almaları gereken dersler var!  “Tarih tekerrürden ibarettir”   derler. Ama şairin dediği gibi; ders alınsaydı eğer, hiç tekerrür eder miydi?


YARIN: Üç kurban

Yazarın Diğer Yazıları