O zaman yazıya devam usta

O zaman yazıya devam usta

Yazmak çok ilginç bir serüvendir. Bir bulaştın mı, bir daha kurtulman pek mümkün değil. Ya derin bir hayal kırıklığı yaşaman, ya da artık asla yazamaman gerekir ki yakanı kurtarasın. Psikiyatr yazar Anthony Starr, "Yaratma Dürtüsü" adlı eserinde yaratıcılıkla delilik arasındaki ince çizgiden söz eder. Yazar denen fani, özellikle de insanı yazıyorsa işte o alanlarda ikamet ettiği için hayatı ayrıca zordur. Hem kendisiyle hem yazıyla boğuşmak zorundadır.

Ancak... Evet, ancak deyip geçelim şimdi asıl meramımıza...

20 yıl önce başlayan yazarlık yaşamına, 2000'li yılların başından sonra 9 yılda 9 kitap sığdırdım. Günlük bir gazetede hemen her gün köşe yazdım. Köşe işini 2008 yılında bitirdim. Son kitabım ise 2 yıl önce çıktı. Bir yığın zorluk yaşadık elbette bu süreçte. Yeri geldi öfke ağır bastı, yeri geldi küstüm. İçimdeki karmaşayla başa çıkmakta zorlandığım anlar da oldu. Yazının pek de ekonomik bir getirisi olmaması, parasal zorluklar yaşadığım zamanlarda canımı yaktı. Biraz geriye çekilip ne yapıyorum bir bakayım dedim.

Şimdi bir de "amaaaaa" diyerek devam edelim...

Bilgi çağındayız. Geri de çekilsen insanlar ulaşıyor sana. Bütün yüreğinle, yüzünle, duygularınla, bazen nemli gözlerinle, yutkunmayla, mutlulukla karşıladığım ulaşmalar bunlar ama. Şikayet edemezsin ki...

Yazılarımızı kaybolmasın diye kopyasını alıp iki ayrı yerde saklayanlar... Hayatlarındaki üç amaçtan birinin bizi görmek olduğunu söyleyenler... "Yazıların olmasaydı askerliği bitiremezdim usta" diyenler. Evladını kaybettikten sonra okuduğu bir yazımla hayata tutunduğunu anlatan anneler... Yazıda kendini bulduğunu söyleyenler... Aşk, sevgi anlayışına bir kez  daha bakanlar... "Bir kitap uçurumun kıyısından döndürdü beni" diyenler... Ve daha nice şey diyen dostlar...

Yazıların gönüllere varması, orada kalması, dile getirilmesi muhteşem bir duygu...

Ve aklıma bir yazarın sözü geliyor:

"Yazacağınızı şayet bir kişi bile özlemle bekliyorsa, bu işi başardınız, yazın."

Bir kişi değil üstad diyorum içimden, şükür ki, çok sayıda dost bekler...

Ve elbette bu durumda tek bir sözcüktür denmesi gereken:

DEVAM...

***

BEYEFENDİ

Hayat bir savaştır evlat

20'li yaşlarda deli fişek bir gençti. Babadan aldığı harçlıklarla okuyor, ama işçi sınıfını, halkı ve memleketi kurtaracaktı. İdealler boyu aşıyordu, hırslıydı. Her şeyi bildiğini, başka herkesin boğazına kadar yanlışa ve pisliğe battığını düşünüyordu. Canımızın bile pek bir önemi yoktu diye söylendi Beyefendi. Kavgadan kavgaya sürüklenip duruyorduk.

İşte o zamanlar tanımıştım kısacık bir bakışıyla her şeyi gören o ihtiyarı. Bir arkadaşımın babasıydı. Çok geçmeden beni de oğlu gibi sevdiğini anladım. Ve ondan okkalı bir azar-nasihat karışımı salvo bekliyordum. Çok bekletmedi onu ihtiyar...

"Ne yaptığını biliyorum evlat" diye başladı ihtiyar bir akşam vakti Cihangir'deki bir kahvehanede. Sonra araya bir "ama" sıkıştırdı. Bir 5 saniye kadar bekledi ve devam etti:

"Hayat bir savaştır evlat. Bu savaş hayatın her alanında. Ve savaşçı akıllı olmak zorundadır. Senin gücün nedir? Düşmanının (bazen bu rakibin de olabilir) gücü nedir? Senin ve düşmanın zayıf yanları nelerdir? Şu anda ittifak yapabileceğin güç var mı? Varsa gücü ne? Gelecekte, sana katkısı olmasını umduğun güçler var mı? Düşman için de geçerli bunlar elbette. Onu da hesaplaman şart. Peki, uzun süreli bir yıpratma savaşına hazır mısın? Sinir sistemin ne kadar sağlam? Ya bedenin? Olası kazanç ve kayıplarını hesapladın mı? Buna değer mi, değmez mi? Savaşa girmen şart mıdır, değil midir? Lojistik açıdan ne durumdasın? Gerçek amacın bu mu? Bunlardan biri ya da birkaçı aklına geldi mi evlat, bu işlere burnunun dikine dalarken?"

Mahcup bir tavırla, hayır dedi.

"Savaş ciddi iştir" dedi fokurdayan nargilesine abandıktan sonra ihtiyar, "ciddiye almazsan yere serilirsin. Hatta ölürsün..."

"Ölürsün" sözcüğü ürpertti Beyefendi'yi. Tam izin alıp çıkmak isterken mekandan, kolundan tuttu ihtiyar ve sordu:

"Baban bu ayki harçlığını gönderdim mi evlat?"

Olumlu anlamda başını sallayıp çıktı mekandan Beyefendi...

***

OKUYUNUZ...

"Güneş de Doğar", Ernest Hemingway'in ilk, ancak en ünlü kitaplarından biridir. Güneş de Doğar'daki kişiler, savaş sonrası değer yargıları yiten, değişen yaşamları üç aşağı beş yukarı birbirine benzeyen insanlar. Romanın baş kişileriyse, bu çöküntüyü olanca derinliğiyle yaşarlar. Hemingway, aşklarındaki, yaşamlarındaki düş kırıklıklarını eğlenerek, bohem hayatı yaşayarak, başka mutluluklar arayarak unutmaya çalışan insanları anlatır...

***

İŞTE O KADAR

Sözünü anlamayan için için çeneni, sevgini anlamayan için yüreğini yorma...

***

HAYVANCA

İstanbul'da günlerce süren kar ve soğuk yüzünden, sokakta yaşayan hayvanlar da çok zorlandı. Ve nihayet güneşin görünmesi, onları da çok mutlu etti. İşte, hayvanseverlerin el uzatmasıyla hayatta kalan kedilerden biri... Güneşli havadan yararlanmak için anında vaziyet alarak, parktaki banklardan birinde, güneşe teslim etti kendini. Hem de sere serpe... E bu durumda da fotoğraf sanatçısı ne için var ki! Basıyor deklanşöre...

Fotoğraf: Nurettin İğci