Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Cahit Armağan DİLEK

Cahit Armağan DİLEK

Öcalan ve S-400 İstanbul ve Suriye

Başlığa bakıp da nereden çıktı, ne ilgisi var diyenleri duyar gibiyim. Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim atasözünü bilirsiniz. AKP hükümetlerinin ve Erdoğan yönetiminin iç politika odaklı dış politikasını da aynı kapsamda ele almak lazım.

Kişilerin ve partilerin hedeflerinin ve çıkarlarının devletinkilerin önüne geçtiği bir yaklaşımdan bahsediyorum.

İç politikadaki yaklaşımlarının aynısının dış politikada da izlendiğini görüyoruz. Tehdit, blöf, pazarlık…

31 Mart seçimlerini terör örgütlerinin içeride ve dışarıdaki saldırısı üzerinden beka tehdidine dayandıran iktidar 23 Haziran'daki İstanbul seçimlerine 2 gün kala PKK terör örgütünün hükümlü lideri teröristbaşı Öcalan'dan gelen ve HDP'li seçmene tarafsız kalın çağrısı yapan mesajına bel bağlamış durumda.

Aslında Perşembe'nin gelişi Çarşamba'dan belliydi. 31 Mart'ta İmamoğlu'nun kazandığı seçimin YSK kararıyla yenilenme kararı verilmesiyle eş zamanlı olarak teröristbaşı da sahneye sürülmüş sözde avukatlarıyla görüşmesi başlatılmış, sözde mektuplarıyla talimatları kamuoyuna açıklanmaya geçilmişti.

O günden sonra geçen son bir aylık süreçte bu köşede yazdığımız birçok yazıda yeni açılım ve çözülme sürecinin başladığını, bu süreçte ana hedefin Suriye'nin kuzeyinde PKK/PYD yönetiminin kabullenilmesi karşılığında İstanbul seçimlerinde desteğin önünün açılması olduğunu yazmıştık.

Teröristbaşının son açıklamasındaki tarafsızlık çağrısı 31 Mart'ta çoğunluğunun İmamoğlu'na oy verdiği düşünülen HDP seçmeninin 23 Haziran'da sandığa gitmemesi, mümkünse AKP adayına oy vermesi çağrısıdır.

Son açıklamanın devletin ajansınca son dakika olarak duyurulması, sonrasında Cumhurbaşkanının bu mektuba ilişkin açıklamalarına, iktidar yanlılarının yorumlarına bakıldığında vahim bir durumla karşı karşıya olduğumuz görülüyor.

Mektubun içeriği teröristbaşının yeni ÇÖZÜLME sürecinde birinci süreçten daha kuvvetli, iktidarın daha mahkum bir pozisyonda olduğuna işaret ediyor. Açıklamalarda PKK'nın adı bile kullanılmıyor, Kandil denmiyor dağ deniyor, teröristbaşı denilmeden sanki normal bir siyasi kişilikmiş gibi Öcalan deniyor.

Öcalan ile Demirtaş arasında liderlik/iktidar yarışı olduğundan bahsediliyor.

Hangi normal bir ülkede hapiste bulunan biri ömür boyu hapse mahkum teröristbaşı diğeri terör suçlamasıyla yargılanan ve terör örgütüyle organik bağlı bir siyasi partinin eski lideri arasında iktidar mücadelesi olabilir?

Devlet buna nasıl alet olabilir ve izin verebilir?

Hükümlü teröristbaşının elinde nasıl bir güç ve mekanizma vardır ki HDP'den dağdan yani PKK'dan hesap soruyor diye masummuş gibi gösterilebilir?

Teröristbaşının elindeki bebek ve şehit kanlarını temizleyebilecek bir şey var mı ki iyi karakter rolü veriliyor?

Türkiye'yi pazarlık/müzakere masasına getirmek için teröristbaşıyla Kandil'deki PKK elebaşlarının iyi polis kötü polis rolü oynadıklarının üstü neden örtülüyor?

Teröristbaşı daha güçlü ve siyasi bir aktör olarak sahaya sürülürken HDP-PKK cephesinde Öcalan'a karşı Demirtaş/HDP ve dağ ortalığı var algısı yaratılıyor.

Tabi burada asıl algı Öcalan iyi karşısındakiler kötü fotoğrafı. Bu karma karışık ortamla HDP'lilerde kafa karışıklığı yaratıp onların sandığa gitmemesi isteniyor.

Ortalama bir Türk vatandaşı bu oyunu artık çoktan görmüştür. Buna prim vermeyecektir.

İstanbul seçimini her ne olursun almak için teröristbaşının yeniden sözde kurtarıcı ve sorun çözücü gibi sunulması, toplumun ve seçmenin akıl almaz derecede kutuplaştırılıp ayrıştırıldığı unutularak şimdi de HDP'li seçmenin ayrıştırılması 23 Haziran günü bitmeyecek seçim sürecinin daha tehlikeli yönlere evrilmesinin önünü açabileceği görülmüyor mu? Türkiye'yi kaos ve çatışma ortamına sürüklemek isteyen güçlerin bu ayrışmayı bölünmeyi istismar edeceğinin farkında değil misiniz?

İç politikada, 24 Haziran genel seçimleriyle 31 Mart yerel seçimindeki için beka söyleminden bir belediye başkanlığı seçiminde bu söylemin dayandırıldığı terör örgütünün hükümlü liderine muhtaç duruma savrulmanın benzerinin dış politikada da yaşanacağının işaretleri gözüküyor. Ana konu kuşkusuz S-400.

Dış politikada ABD/Batı ile Rusya arasında sıkışan Erdoğan yönetimi S-400 alımını bir pazarlık aracına dönüştürmüş durumda. Batı ve Ruslar böyle görüyor.

Hem ABD hem de Rusya Erdoğan yönetimini çok iyi analiz etmiş durumda. Müzakere ve pazarlığa açık olduğunu, daha önce söylenmişlerin tam aksini söylemeyi alışkanlık edindiğini görmektedir. Rusya Erdoğan'a tabiri yerindeyse gaz verecek açıklamalar yaparken ABD ise milim geri adım atmayıp Türk tarafının blöfünü gördüğünü göstermektedir. Gelişmeler ABD'nin analizinin tutarlı olduğunu göstermektedir.

Yani, iç politikada karşısındakileri terör örgütlerinin arkasına almakla suçlayan bir yaklaşımdan terör örgütünün hükümlü liderinin mesajlarını olumlayan iktidarın keskin duruş sergilediği S-400'den keskin dönüş yapması da an meselesidir. 

Suriye'de ABD ile politikalarının örtüştüğünü söyleyen iktidarın S-400'den vazgeçmesi sürpriz olmayacak. İstanbul seçimlerinden sonra…

 

Yazarın Diğer Yazıları