Ödül, hasbî mi, hesâbî mi?

Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan, Cumhuriyet Bayramı Resepsiyonu'nda, Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödüllerinin sahiplerini açıkladı ve 2017 Cumhurbaşkanlığı Vefa Ödülü'nün Nurettin Topçu'ya verildiğini söyledi.

Söz konusu ödülün Nurettin Topçu'ya verilmesi şöyle gerekçelendiriliyor:

"İnsanın var oluşunu sadece et, kemik, kan ve maddeden ibaret görmeyip ruhun derinliklerine inen, isyanın da bir ahlâkı olduğunu ve bireyin toplumda bir ahlâk nizamı çerçevesinde kendine yer edineceğini anlatan, bu millete Anadolu irfanının kıymetini ve düzen kurucu ahlâkını kuşanmayı telkin eden, kadim İslâm ve Türk tarihini, tasavvufu ve modern dönemdeki sosyolojik gerçekliğimizi tahlil eden eserleriyle merhum Nurettin Topçu'ya, Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü verilmesi kararlaştırıldı."

Nurettin Topçu'yu okuyanlar yukarıdaki gerekçelerin, müellifin "Var Olmak" (İst. 1967), "İsyan Ahlâkı" (İst. 1995), "Ahlâk Nizâmı" (İst. 1961), "Mevlânâ ve Tasavvuf" (İst. 1974) adlı eserlerine dayandırıldığını hemen fark edeceklerdir. Peki, Nurettin Topçu'nun "Türkiye'nin Maarif Dâvası" (İst. 1960), "Devlet ve Demokrasi" (İst. 1969), "İslâm ve İnsan" (İst. 1969) gibi diğer eserleri niye yok sayılmış yahut görmezden gelinmiştir? Yoksa o kitaplardaki görüşler sakıncalı mı bulunuyor?

Şimdi size Nurettin Topçu'nun sadece "İslâm ve İnsan" adlı eserinden altını çizdiğim birkaç satırı sunuyorum. Ve Nurettin Topçu hayatta olsaydı bu ödülü kabul eder miydi acaba? diye de soruyorum.

"Skolastiğin bir karakteri aşırı halde şekle bağlılık, öbür karakteri ise üstat sayılan büyüklerin fikirlerini mutlak hakikat olarak, tenkitsiz ve münakaşasız kabul etmektir." (s.21)

"Bir fikri tenkit etmek, onu tahkir ve reddetmek demek değildir; bilakis onu tamamlamadır; ilme ve insanlığa hizmet ve hayırdır. Tenkit herkes için hak, âlimler içinse bir vazifedir." (s. 24)

"İmam-Hatip Okulları ile İslâm Enstitüleri başlangıçta merhum Celâl Hoca gibi dâvayı kavrayan bir âlimin önderliğinde, İslâm kültürüne hakikat kapısını açacak olan bir Rönesans gayesi ile kurulmuştu. Lâkin üstadın daha sağlığında olduğu gibi ve bilhassa vefatından sonra bu okullar, bir kısmı İslâm'a karşı olan, diğerleri ise cahil ve mutaassıp öğretmenlerin elinde kuruluşlarındaki gayeden uzaklaştılar ve eski taassubun yuvaları haline getirildiler." (s.24)

"Din öğretimi yapan okullarda en fazla sayıda ve esas ders olarak felsefe dersi okutulmalı ve onlar birer münakaşa mabedi olmalıdırlar." (s. 26)

"Din davası imam ile müftünün ve mevlithanın değil, âlimlerle düşünürlerin işidir." (s. 46)

"İslâm'da reform istekleri ileri sürüldüğü zaman çileden çıkanlar bilmelidirler ki kendilerini de temizleyecek ve İslâm'ın ruhunu ihya için 'Müslümanız diyen insan yığını'nın safsatalarından İslâm'ı kurtararak gerçek aslına irca edecek olan bir reformun mutlaka yapılması lâzımdır." (s.12)

Nurettin Topçu, iktidardakilerin hoşuna gitmeyecek daha birçok aykırı düşüncelere sahip bir fikir adamıdır. O halde niçin ödüllendirilmiş olabilir? Yapılan iş hasbî midir, hesâbî midir? Bilmem, kararı siz verin...

 

***

 

ACZİMİN GİRYESİ:

"İster taş ister testi, çarparsa biri birine,

Olan testiye olur, bir şey olmaz diğerine."

                                        (Li-müellifihî)

Yazarın Diğer Yazıları