Önce sağlık olsun, sonra ne olursa olsun
18-21 Nisan tarihlerinde Salzburg’da (Avusturya) kitap fuarındaydım.
Yurtdışından İstanbul’a geleceğimin son günü, grip denilen illet bu sefer benim peşime düştü.
Ne oldu, nasıl oldu anlamadım ya, mikrobunu bulaştırıverdi bana.
*
Salzburg’da dört günlük kültür ve kitap fuarının 3. gününde müthiş bir kalabalık.
Fuar alanı hıncahınç.
İğne atsanız yere düşmüyor o kadar yani.
Öyle bir izdiham yaşandı ki ister istemez fuar alanının ne kadar yan kapısı varsa hepsi de açıldı.
Kapıların açılmasıyla birlikte dışarıdan içeriye giren soğuk hava nasıl oldu, nasıl becerdi bilemiyorum, onca insanın arasında beni buluverip yapacağını yaptı bana.
Ve mikrop zaferini ilan etmiştir herhalde!
*
Bir yarım saat sonra her şeyin yoluna girmesiyle birlikte, benim üst damağımda kuruma oldu.
Yutkunmaya çalışıyorum yutkunamıyorum…
Sıcak bir şeyler içiyorum yumuşatamıyorum…
Ama bu beni oldukça rahatsız etmeye başladı.
Sonra hafiften öksürük başladı.
Öksürük de başlayınca hani “Şifayı kaptım” diye aklıma geldi ya, ben yine de kendime konduramıyorum hastalığı!
Fuarın o kalabalığından havaya uçuşan tozlar genzime kaçmış olabilir, diye kendime teselli veriyorum ya, bir taraftan burnumun akması…
Diğer taraftan öksürüğümün devam etmesi beni mahvetti.
İkide bir elimi yüzümü sabunlu su ile yıkıyorum ya… yok bana mısın demedi!
O gün akşam oldu, fuar kapandı eve gittik.
*
Kaldığımız evimizin ikinci katındaki odama -hem köşe yazım için hem benim diğer çalışmalarımla ilgili- çekilip kendimce çalışıyordum ya, arkadaşlar evin alt katındaki salonda sohbet ederlerken, o akşam inanın bana ne kadar çalışmak istedimse parmaklarım bir türlü bilgisayarın tuşlarıyla buluşmak istemedi.
*
Benim, burun “Durmak yok, seni sabaha kadar uyutmayacağım” dercesine habire akıveriyor. Son günü fuara giderken üzerimi iyice sıkı giyindim.
Hoş, bir gün öncesinde de sıkı giyinmiştim ancak, o kalabalık…
Kalabalığın oluşturduğu havasızlık…
Terleyip soğumalarım…
Ve o grip virüsünün bana olan hayranlığından bir türlü kurtulamayıp, içime çökünce gribin, o sevgi gücü, akşamüzerine doğru beni yavaş yavaş alt etmeye başladı.
*
Sonra ne oldu?
Onunla benim aramda müthiş bir çatışma başladı.
Ben, “Beni alt edemezsin” diyordum…
O, “Seni alt etmeye kendime söz verdim” diyordu.
İkimiz de bir anlamda birbirimizin güçlerini denemeye başlamıştık.
*
Sonra iki buçuk saatlik uçuş…
Arkasından havaalanında koşuşturma…
İstanbul’un, insanın içine işleyen -sanki Salzburg’dan kalma soğuğu ile- burada da karşınca, yandı gülüm keten helva.
*
Ha! Vücudumun direnci hâlâ yerinde ama burnum durmuyor…
Başım ağrımıyor…
Damağımın o üstündeki yutmamı engelleyen kuruluğu stabil halde duruyor.
*
Ve sevgili okur,
Bu grip illeti beni bugün (dün) yatırdı.
Ne gazete haberlerine bakabildim ne de herhangi bir yorum yapmak geldi aklıma.
Ben de benim bu perişan durumumu sizinle paylaşayım istedim.
Burnum akmaya devam ediyor ama anladım gribin gücü bünyeme hâlâ etki edemedi.
*
Ben bu yazıyı size göndermeden önce hatun gribe dair ne kadar eski usul ne var ne yok hepsini de üzerimde denemeyi sürdürdü…
Faydası oldu mu?
Valla oldu!
Şimdi biraz istirahate ihtiyacım var.
Çünkü bir an önce iyileşmeliyim…
*
Hani orta yaşın üstünü biraz geçtik, ama yine de yolum uzun yazacak daha çok güzellikler var.
Var elbet… var da bir kere daha anladım ki
‘Önce sağlık olsun, sonra ne olursa olsun!’
Önce ‘Topal ördek’, şimdi de ‘Telef’
Epey zamandır rüzgâr ekiliyor
Sosyal medya çılgınlığı… Neme lâzım, dikkat etmek lâzım!..
Anlamıyorum… Anlayamıyorum… Aklım almıyor.
Nasıl sonuçlanır merakla takip ediyoruz!
Uğraş, uğraş da nereye kadar!
“Deprem de tam gününü buldu Zamanı mıydı şimdi”
Önce sağlık olsun, sonra ne olursa olsun
Kafesli oy pusulası da neyin nesi?
Anlamlı bir hediye ve… Nereden nereye işte!..









