Osmanlı’da Redif Taburları
Padişah III. Selim tarafından gerçekleştirilen reformlar sadece birer yenilik çalışması değildir. Nizam-ı Cedid adı altında hayata geçirilen reformlar kendisinden sonra gelen padişahlar üzerinde derin etki yaratmıştır. II. Mahmut, III. Selim’in bıraktığı yerden devam ederek başta askerî alanda olmak üzere idarî, ekonomi ve kültürel alanlarda sayısız reformlar gerçekleştirmiştir.
Tahta çıkmasından kısa bir süre sonra, Eylül 1808’de sadarete getirdiği Alemdar Mustafa Paşa’nın da girişimleriyle “Nizam-ı Cedid” örneğinde “Sekbân-ı Cedid” adıyla yeni bir ordu kurulmasını sağlamış, ancak Yeniçeriler bu yeni orduyu kuran ve Ocak’ta birtakım ıslahat yapma girişiminde bulunan Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa’ya karşı ayaklanmış ve sadrazamın akıbeti öncekilerden farklı olmamıştır.
Kanlı olaydan sonra zorbalıklarını artıran bu ocakla artık devlet güvenliğinin sağlanamıyacağı iyice anlaşılmış, Yunan isyanlarında hiç bir başarı göstermemeleri ise bardağı taşıran son damla olmuştur.
Padişah II. Mahmut kendi canı ve tahtını da düşünerek 16 Kasım 1808 günü Sekbân-ı Cedîd ordusunu kaldırdığını duyurmuş, böylece hayata geçirmek istediği yenilik hareketlerini de zora sokmuştur. Kendisinden önce yapılan ıslahat alanındaki çabaları çok iyi bilen ve aynı hatalara düşmemek için kademeli bir şekilde Yeniçeri Ocağını düzeltmek, bu mümkün olmazsa kaldırmak amacını gütmüştür.
Tek çıkar yol olarak "Eşkinci" adı altında modern bir birliğin kurulması fikrinde birleşilmiş, Eşkinci Ocağı da kuruluş bakımından Nizam-ı Cedid ve Sekban-ı Cedid'e. benzer olmakla beraber, yeniden asker yazma yerine Yeniçeri ocaklarının, herbirinden 150'şer kişi seçilerek, bunların Eşkinci Ocağında modern bir şekilde eğitilmeleri için talimler başlayınca Yeniçeriler bu ocağa da karşı çıkmaktan geri kalmamış, eğitim ve öğretimde disiplinden hoşlanmayan yeniçeriler; “yapılan yenilikler kâfir icadıdır, kafirleri taklit etmek dinsizliktir, en kısa sürede bu usülden vazgeçilmeli, sorumluların da başları kesilmelidir.” biçiminde propagandalar yapınca II. Mahmud'un cesur hareketi sonunda Yeniçeri Ocağı resmen kaldırılmıştır.
Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasıyla kurulmasına karar verilen Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye Kanunnamesi’ne göre yeni ordu 12 bin kişilik olmuş ve 1.500 kişiden oluşan sekiz “tertib”e ayrılmıştır. 1828’de bazı değişiklikler yapılarak “tertip” yerine “alay”, “kol” yerine “tabur”, “saf” yerine “bölük” tabirleri getirilmiş, zamanla teşkilat genişledikçe birtakım değişiklikler daha yapılmıştır. İki alay bir liva sayılarak “Mirliva” komutasına bırakılmış, alaylar “hassa” ve “mansûre” şeklinde ikiye ayrılmıştır.
Başlarına da “ferik” rütbesinde birer subay getirilmiş. 1832’de önce “hassa ferikliği”, sonra da “mansûre ferikliği” müşirliğe yükseltilerek askerî rütbeler İmparatorluğun sonuna kadar sürecek şekle kavuşturulmuştur.
Çok güç bir dönemde İmparatorluğun idaresini eline almak zorunda kalan ve sadece ıslahatçı bir padişah olarak bilinen II. Mahmud'un giriştiği ıslahat hareketleri hakkında bilinenler yetersizdir. Örneğin, Osmanlı İmparatorluğunun yıkılışına kadar önemli bir rol oynayan redif askeri fikri onun zamanında ortaya atılmış ve uygulama alanına konulmuştur.
Osmanlı Devleti'nin asıl ordusunu oluşturan nizamiye kuvvetlerinin yanında, gerek görüldüğü durumlarda yararlanılacak bir ihtiyat ordusu olarak ifade edilen Redif Taburları da denen Redif teşkilatı, Sultan II. Mahmud döneminde 8 Temmuz 1834’te Redif Kanunnâmesi’nin çıkarılmasıyla kurulmuştur.
Asıl adı Redîf-i Asâkir-i Mansûre olan bu ordunun kuruluş amacı, Yeniçeri Ocağı’nın 1826’da kaldırılmasının ardından, Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye adıyla oluşturulan yeni orduya destek sağlamak ve halkı uzun süre mecburi hizmette tutmadan kendi bölgelerinde eğiterek iç güvenliği sağlamaktır.
Redif; İhtiyat askeri demektir. 5 yıl askerliğini yapanlar, bulundukları yerlerde güvenliği sağlamak için 7 yıl redif olarak görev yapmıştır. Redif taburları bulunduğu şehrin ismi ile adlandırılmıştır… Zile Redif Taburu… Tokat Redif Taburu, Trabzon Redif Taburu, Antalya Redif Taburu, Mersin Redif Taburu… gibi…
Subaylarının ve “efrâd-ı redîfe” denilen erlerinin dâimî statüde ihtiyat kuvvetleri anlamında olan bu ordunun başına Serasker Koca Hüsrev Paşa getirilmiş, redif taburlarına ise mahallî hânedan ve kişizadelerden subaylar görevlendirilmiştir.
Denize kıyısı bulunan yerleşim yerlerinde redif askeri alınmamış, bunlar bahriye için ayrılmış, elbise, silâh, çanta, matara, aylık ve tayinleri devletçe karşılanmış, Redif erlerine ayda 5 kuruş, zâbitlere ise uygun miktarda maaş verilmiştir.
Redif birliği kurulması düşünülen yerlerde bu mutasarrıf ve valilere bırakılmış, öncelikli olarak Anadolu’da Ankara, Çankırı ve Afyonkarahisar’da kurulan redif birlikleri daha sonra Batı, Orta ve kısmen Doğu Anadolu’nun bazı sancaklarında oluşturulmuş, Rumeli’de ise Selânik-Serez ve Silistre’de, ardından Gümülcine-Niğbolu, Üsküp, Köstendil, Tırhala, Manastır, Prizren, Filibe gibi yerlere yaygınlaştırılmıştır.
Yavuz Sultan Selim zamanından, 1919 yılına kadar süre içinde Osmanlı Devleti hakimiyetinde kalan Yemen’e isyanları bastırmak üzere Anadolu ve Trakya’dan binlerce memleket evlâdı gönderilmiş ve milletin hayatında derin izler bırakmıştır. Yemen ve diğer yerlerdeki isyanlar sırasında Zile’den muhtelif tarihlerde Zile Redif Taburları gönderilmiştir.
Yemen’in Hudeyde kentine Türk askerlerini getiren vapurlar güvenlik nedeniyle Redif askerlerini kıyıya çıkaramaz. Pek çok genç hayatını kaybeder. Anadolu’dan Yemen’e gönderilen askerlerinin çoğunun dönmeyişi nedeniyle Anadolu halk kültüründe şehadet şerbetini içenler için:
Açılan bayrağı gelin mi sandın
Çalınan davulu düğün mü sandın
Yemen’e gideni gelir mi sandın
Kışlanın önünde redif sesi var
Bakın çantasına acep nesi var
Bir çüt (çift) kundurası bir de fesi var.
biçminde ağıt türküleri oluşmuştur.
Çocukluğunu yaşayamadan, Zile’nin bağlarında, köylerinde, yaylalarında, tepelerinde gezemeden, delikanlılığına doyamadan 18 yaşında cephelere giden Zile’nin gençleri, delikanlıları, askerden döner dönmez de Redif Taburları ile Yemen yollarında, Kızıldeniz’de Yemen dağlarında bulurlar kendilerini. Arkalarında gözü yaşlı analar, bacılar, yavuklulara:
Yemen’e de benim ağam Yemen’e
Endi mola Mehrali Bey Yemen’e
Kurdu mola çadırları çimene
Oğul köz düştüğü yeri yakar kime ne.
biçiminde ağıtlar yaktırırlar.
Yemen’e Redif taburları, iner de, çadırları yeşil çimenlere değil, Yemen dağlarında, sarp yamaçlara kurulur.
İhanet edenlerin toplarına, kurşunlarına karşı. Türkülere adını veren ‘Huş’ta nöbet bekleyen askerimizin, muhabereye giden arkadaşlarının dönmemesi üzerine yaktığı türkülerin benzerlerini de memleketine dönemeyeceğini sezen yavuklular, gelinler, anneler:
Havada bulut yok bu ne dumandır
Mahlede ölüm yok bu ne figandır
Şu Yemen illeri ne de yamandır.
Burası Huş’tur,yolu yokuştur
Giden gelmiyor, acep ne iştir.
biçiminde yürekleri yana yana yakmıştır.
Yemen’de şehadet şerbeti içenlerin ruhları şâd olsun.
Zenginden alır, yoksula verir; İlbeylioğlu
Anadolu’da Çini Sanatı
Nazım Hikmet’in Şiir Dünyasına Geniş Açıdan Bakış
Masamdaki Şiir Kitaplarından Yansıyanlar
Osmanlı’da Redif Taburları
Türk Şiirinin Anadolu Yakası Cahit Külebi
AĞAÇ KÜLTÜ VE TAHTA MEZARLAR
Anadolu’nun Gizemli Sesi
Atatürk ve O’nun gibi düşünenlerde hiçbir engel aşılamaz değildir
Soğuk vagonlarda üşüyoruz yanımızda olur musunuz?









