Otoriterleşme Sorunu

Hepimiz adına iş görmesi gereken siyasetin, merkezi iktidar tarafından gün geçtikçe denetlenebilir olmaktan çıktığını görüyoruz.  Sivil alanın güçlenmesiyle demokrasinin kalitesi ve niteliği arasında bir bağ olduğunu liyakatli her aydın biliyor. Ancak yaşadığımız süreçte ne yazık ki toplumsal denetim alanı genişleyip esneyeceği yerde tam tersi oluyor.

            Türkiye bu durumuyla yönünü nitelikli ve gittikçe gelişen bir demokrasiye doğru değil, tam tersine otoriterleştikçe nefes borularının daha da sıkıldığı bir yola doğru ilerliyor. 

            Böylece, özgürlükçü, denetlenebilir ve bunun sonucu olarak da hesap verebilir olmaktan çıkıyor.

            Hesap vermek yerine hesap soran hale geliyor.

            Hesap verebililirlik demokrasinin kalibresi ve kalitesi açısından en kritik alandır.

            Hesap vermek yerine iktidar, hesap sormaya başlamışsa, bil ki özgürlüklerin çoğunu kayıp etmişiz demektir.

            Çünkü demokratik toplumlarda iktidar,  devlet aygıtını kendi çıkarı için değil, yasaların kendisine verdiği güç doğrultusunda sahibi adına yönetir.

Hukuk devletinde devletin sahibi millettir.  Millet; uğrunda şehit olduğu, ortak bir tarihe, edebiyata, kültüre ve çabaya katkı sunduğu, var olmasına, hayat bulmasına bedel ödeyip,  işgücü ve emeği ile katıldığı bir kurum olan devletin sahibi olmayı hak etmiştir.

Millet özgürlüklerini kayıp ettikçe, iktidar denetlenmez, hesap vermez hale gelecektir.  İşte son dönem gelişmeleri Türkiye’nin yönünün buraya çevrildiğinin ipuçlarını vermektedir.

Çoklu baro nasıl bir sistemdir?

Bu sistemin gelişmiş demokrasilerde örneği var mıdır?

Sistemin denetlenebilirliği sorunu derinleştikçe,  sistem kendini denetime kapatacaktır. Bu ne demektir biliyor musunuz? Demokrasinin kapısı kapanıyor demektir. İçerde kalanlar için artık, iktidar ve menfaat çevresinin vicdanı kadar özgürlük var demektir.

Açık toplum ve açık rejim, onurlu yaşamanın önkoşuludur.  Bunun yolu da halkın, kendisine verilen kendini yönetme yetkisi doğru ve tam yerinde kullanmasına bağlıdır.

            Tarih bize, bunun pek çok örneğini vermektir.

***

YAPANIN YANINA KÂR KALIYOR.

            Çarpık uygulamalar bitmiyor. İyi yurttaş olmak sanki cezalandırılıyor. Her gün onlarca habere şahit oluyoruz ama karşılığında ceza alan neredeyse yok.

            Buyurun.

            “12 yaşındaki kıza parkta sarkıntılık yapıldı..”

            Sonuç.

“Adliyeye götürülen sanıklar, yurtdışı yasağı ile serbest bırakıldı.”

            Tacize uğrayan üzerinde olayın şoku devam ediyor, zanlı elini kolunu sallayarak hiçbir şey olmamış gibi kaldığı yerden yaşamını sürdürüyor.

            Söyler misiniz; şimdi asıl mağdur kim?

Suçlu mu, tacize uğrayan mı?

            Bir başka olay.

            “Boşanmak istediği karasını 12 yerinde bıçaklayan zanlı polis tarafından yakalandı.”

Güzel.

Sonra?

“Adliyeye çıkarılan eli bıçaklı koca, serbest bırakıldı..”

            Bir başka örnek daha: “Eli silahlı bir grup telefoncuyu bastı. Dükkanlarının camını çerçevesini indirdikleri adamın kafasını yardılar, kolunu kırdılar..”

Vah vah..

Peki sonuç?

            Polis yakaladı, adliye bıraktı.

            Yani iyi yurttaşsan, kimseye bir zararın dokunmuyorsa ve durduk yerde biri gelip seni dövüyor, sövüyor, vücuduna zarar verip, seni haşat ediyorsa, yaptığı yanına kâr kalıyor.

            Kapalı olan TBMM’nin başkanı da “Meclis açılsın” dilenlere “İş yok ki” diyor.

            Peki, bu ve benzeri olaylar neyin nesi?

Haydi, içeri atmadın, bari para cezası neden vermiyorsun? Neden suç işlemenin, başkasına zarar vermenin bir bedeli yok sayın vekiller?

            Aynı durum trafik kazaları için de geçerli. Şoför ehliyeti alan herkes biliyor ki hatalı sollama adı üstünde hatalıdır. Alkollü araba kullanma suçtur. Buna rağmen gidip birini öldürüyorsan bir karşılığı olacak kardeşim. Taksirli suçtur deyip geçemezsin. Sorumluluk diye bir kavram var.

Yazarın Diğer Yazıları