Ozanlar ölür mü?

Tenler ölür, ruhlar kalır.

İnsan gider, eserleri kalır...

İnsan hayatının belki de iki cümlelik özetidir bu satırlar.

Kimimiz genç, kimimiz yaşlı... Bir şekilde tamamlarız bu fani yaşamı...

Geriye baktığınızda koskoca bir hiç olabilirsiniz, ektiğiniz nefret tohumları öyle şiddetlidir ki birçok hayatı tüketmiş de olabilirsiniz.

Ya da hiç tahmin edemediğiniz kadar çok sevenleriniz de vardır; arkanızdan dua ederler, adınızı zikretmeyi şeref bilirler, eserlerinizi her daim yaşatırlar.

Zorlu bir değerlendirmedir aslında. İşin matematiği, formülü de yoktur.

Bazen yüzyıllar sonra fark ederler sizi ve bir anda heykelleriniz dikilip, eserleriniz dilden dile yayılabilecek hale gelebilir.

***

Günümüz siyasetinin içinde kalıp bunu başarabilmeniz çok kolay değildir. Hem de güçlü bir siyasi figürseniz...

Tıpkı Arif Şirin gibi... Ülkücülerin Ozan Arif'i gibi...

Çok sevdiği öğretmenliği, 9 yıl boyunca sürdürdükten sonra dönemin baskılarına dayanamayıp 1979 yılında bırakan bir eğitimciden, konserlerinde bombalı saldırılara uğramasına rağmen 13 yaşından beri âşık olduğu bağlamayı elinden düşürmeyen gerçek bir Ozandan bahsediyoruz.

1980 darbesiyle 11 yıllık sürgün hayatı başladı. 1991'de çok sevdiği vatanına kavuştuğunda o döneme kadar görülmüş en büyük karşılama törenine mazhar oluyordu.

***

Uzunca bir süredir kanser illetiyle mücadele ediyordu.

Her ölüm erkendir... Onunki de öyle oldu... 69 yaşında, sabaha karşı 04.50'de Hakk'ın rahmetine kavuştu.

Vefatına kadar da dimdik ayakta kaldı. Ne birilerine muhtaçtı ne de gurbet ellerde esirdi.

Çok sevdiği vatanında hür ve bağımsız bir şekilde ruhunu teslim etti.

Türk siyasetinde bir tek Alparslan Türkeş'i sevdi. Aralarındaki baba-oğul ilişkisi hiçbir zaman kaybolmadı. Çok sevdiği 'Başbuğ'una gitti.

***

Siyasetin içinde kalıp da dik durabilmek, geri adım atmadan adından söz ettirebilmek imkânsızdır. Ama Ozan Arif bu imkânsızı başardı.

Ülkücü Hareket'in en tanınan sanatçısı oldu, on milyonlarca kişiye ulaştı, sayısını bilemediği konserler düzenledi. Taraflı-tarafsız herkesin takdirini kazandı.

Birilerinin saatlerce konuşup anlatamadığı konuları iki cümlede özetlerdi. Şiirlerini nakış nakış işlerdi.

Genellikle kızgındı, tepkiliydi, her idealist gibi mükemmeliyetçiydi.

***

Ne sözünü sakındı ne sazını susturdu...

İnandı, savundu ve bir gün olsun değişmedi.

Gönlündeki zafere at üstünde koşan yiğitler gibiydi.

Değer yargılarını kimseye çiğnettirmedi.

Her zaman milletinin ve doğduğu toprakların yanında oldu.

Asırlara şimdiden damgasını vurdu.

Allah rahmet eylesin.

 

Yazarın Diğer Yazıları