Padişahım çok yaşa

Başbakan Tayyip Erdoğan mizahı sevmiyor, şakadan hoşlanmıyor, herkesin kendisini alkışlamasını istiyor. Karşı sese tahammülü yok...

Mizah inceliktir... Mizahın doğasında eleştiri vardır, insanları güldürürken düşündürür... 9. Cumhurbaşkanı Demirel ile 8. Cumhurbaşkanı Özal’ın mizah anlayışları üst düzeydeydi... Başbakanlıkları döneminde kendilerini en sert şekilde eleştiren bazı karikatürlerin orijinallerini isteyip arşivlerinde muhafaza etmişlerdi. Şimdiki Başbakan Erdoğan ise kendisini küçük düşürdüğü iddiasıyla hemen her karikatüre kızıp, dava üstüne dava açıyor. Erdoğan mizahı sevmiyor, şakadan hoşlanmıyor, herkesin kendisini alkışlamasını istiyor. Karşı sese tahammülü yok...
”Büyüme durdu, ekonomi geri gidiyor “ diyorsunuz, kızıyor.
”Meydanlar kaynıyor, protestolar arttı“ diyorsunuz, küplere biniyor.
”Enflasyon yükseldi, işsizlik büyüyor“ diyorsunuz, köpürüyor.
”Tarım çöktü, çiftçi perişan“ filan demeyin, düşman muamelesi görürsünüz!
”Her gün birçok esnaf kepenk kapıyor, iflaslar arttı, cari açık ürkütücü boyutlara ulaştı!“ derseniz, hain ilan edilebilirsiniz.
Ekonomiden sorumlu anlı şanlı üç bakan birlikte basın toplantısı yapar, ekonomimizin iyi gittiğini, kredi notumuzun artırılmasını beklediklerini açıklar... Açıklar ama kısa bir süre sonra, uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Standart and Poor’s ekonomimizin gidişatının iyi olmadığı gerekçesiyle notumuzu düşürür, tokat yemiş gibi oluruz!
Maşallah, ne de iyi bilirler ekonomik gidişatı! Bir başkadır benim memleketimin yöneticileri!

* * *

Başbakan Erdoğan mizaha karşı olmasa, eleştirilere biraz hoşgörüyle bakıp özeleştiri yapabilse bugünlere gelir miydik? Uzlaşma sağlamanın ve gerginliği bitirmenin en etkin yolu, karşılıklı anlayış ve hoşgörüdür ama o da bizim siyasilerde yok!
TBMM’nin en faal üyelerinden biri olan DSP İstanbul Milletvekili Süleyman Yağız, sürekli verdiği soru önergeleriyle Başbakan’ı ve bakanları bunaltıyor... Önerge rekortmeni Yağız, yazara, çizere, herkese dava açmakla ün yapan Başbakan Erdoğan’a şu soruları sordu:
1) Vatandaşların başbakanlar hakkında dava açmaları doğal ve yasal bir hak mıdır, yoksa kızılacak bir durum mudur?
2) Başbakan olduğunuzdan bu yana kaç kişi hakkında ceza ve tazminat davası açtırdınız?
3) Bu davalardan kaçını kazandınız, kaçını kaybettiniz?
4) Lehinize sonuçlanan tazminat davalarından -parasal değer olarak- ne kadar kazandınız?
5) Tazminat davalarından elde ettiğiniz kazançlarınızı Mehmetçik Vakfı, Diyanet Vakfı veya benzeri kuruluşlardan birine bağışlamayı düşünüyor musunuz?
6) Gündeminizde açmayı düşündüğünüz yeni davalar var mı?
Başka bir ülkede olsa, bu sorulara muhatap olan Başbakan çıkar kürsüye çatır çatır cevap verir. Peki, bizim Başbakan ne yaptı? Hep konuşurken bu defa susma hakkını kullandı, soruları yanıtsız bıraktı. Onun yerine Adalet Bakanı M.Ali Şahin şöyle bir açıklama yaptı:
”Anayasa’nın ve TBMM içtüzüğünün hükümleri birlikte değerlendirildiğinde, önergede yer alan soruların kişilik ve özel yaşama ilişkin konularda kişisel görüş ileri sürülmek suretiyle düşünce öğrenmeyi amaçladığı anlaşılmakla cevap verilmesine yasal imkán görülmemiştir. 
Demek ki neymiş efendim? Yasal imkán görülmemiş... Süleyman Yağız şimdi acı acı gülüyor ve “Sayın Şahin, içtüzüğün keyfe göre uygulandığını ortaya koydu, cevap vermedi. Ayıp mı, yoksa yazık mı diyeyim, bilemiyorum!” diyor.
* Rahmi Turan / Hürriyet

+++++

Nerede hata yapmadı?..
AKP’nin akıl hocalığına soyunanlar diyorlar ki: “AKP nerede hata yaptık?” diye sormalı!
Bizce bu soru yeterli değil!
“Nerede hata yaptık?” sorusu çok dar kapsamlı kalır!
Sorunun doğrusunun “Nerede hata yapmadık?” olduğunu düşünüyoruz.
“Nerede hata yapmadık?” sorusunun cevabı aranacak olursa çok daha kapsamlı bir çalışma yapılacağına ve gerçek nedenlerin bulunacağına inanıyoruz.
AKP yönetimi böyle bir arayış içine girerken sadece iktidara geldikten sonraki dönemi değil iktidar öncesi dönemlerini de sorgulamalıdır.
Yani kuruluş günlerinden bu yana yapılacak bir “Nerede hata yapmadık?” sorgulaması pek çok konuyu aydınlığa kavuşturacaktır.
Hatta kuruluş günlerinden de önceye giderlerse yani Milli Görüş geleneğinden kopuş günlerini de değerlendirmeye alırlarsa bize göre daha sağlıklı bir çalışma yapmış olurlar!
Mesela “Değişim kararları” nı gözden geçirmelidirler!
Durduk yerde değişmelerinin kendileri açısından yararlı olup olmadığını araştırmalıdırlar!
Mesela “Milli Görüş gömleğini” çıkarmalarının kendileri açısından eksilerini ve artılarını soruşturmalıdırlar!
Milli Görüş gömleğini çıkardılar da ne oldu?
Yine aynı yersiz ve mesnetsiz suçlamanın muhatabı olmadılar mı?
Demek ki suç gömlekte değilmiş!
Mesela kendi medeniyetlerini mağlup ilan etmelerinin doğru olup olmadığı konusunda çok kapsamlı bir çalışma yapmalılar!
Böyle bir beyanın itikadi açıdan beraberinde getirdiği sorumluluk hakkında kafa yormalılar.
Mesela Cenab-ı Hakk tarafından kesinkes yasaklanmış ve lanetlenmiş faiz gibi bir bela hakkında yaptıkları “Çağın realitesi” değerlendirmesinin doğru olup olmadığını bir kez daha düşünmeliler!
Bir takım dünya menfaatleri karşısında dünya görüşlerinden taviz verip vermediklerini araştırmalarında da yarar görürüz.
Bütün bu saydıklarımız ve benzerleri gibi daha birçok neden sıralamak mümkün!
Bu nedenle “Nerede hata yaptık?” sorusunu yerine “Nerede hata yapmadık?” sorusuna cevap arayarak AKP’yi bugünlere getiren nedenleri doğru tahlil etmelerini öneriyoruz.
Kuruluş günlerinden bugünlere yapılacak sağlam bir değerlendirme AKP’nin nerede hangi yanlışları yaptığını gözler önüne serecektir!
İktidar günlerinde yaptıkları hataların temelinde de kuruluş öncesinde yapılan hatalar yatmıyor mu?
“Ortamı geren taraf biz olmayacağız” diye yola çıkan AKP kurmayları umarız bu tür ayağı yere basmayan kararların bir işe yaramadığını görmüşlerdir.
Evet, nerede hata yaptık sorusunun değil nerede hata yapmadık sorusunun cevabı aranmalıdır.   * Zeki Ceyhan / Milli Gazete


+++++

Paşa suskun ama Tandoğan Meydanı doldu

TANDOĞAN’da dün yine miting vardı. Onbinlerce kişi Cumhuriyet için bir araya geldi. Meydandaki kadın ve çocuklara bakarken gözüm tarihe ilişti: 12 Nisan...
Demek ki Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın meşhur, ” Cumhurbaşkanı sözde değil özde laik olmalı “ özdeyişini dilimize kazandırmasının üzerinden tam bir yıl geçti.
İki gün sonra da tarihi Tandoğan mitinginin yıldönümü.
365 güne neler sığdı bir hatırlasanıza... 27 Nisan bildirisi, 28 Nisan yanıtı, Anayasa Mahkemesi’nin 367 kararı, 22 Temmuz seçimi, Abdullah Gül’ün Çankaya’ya çıkışı, türban için Anayasa değişikliği, AKP’ye kapatma davası.
AKP kurmayları, bu seride mutlak ve bire bir neden sonuç ilişkisi arıyor: Yani önce asker konuştu, sonra halk sokağa döküldü, yargı baskı altında karar verdi. Ama AKP 22 Temmuz’da milli iradenin desteğiyle bu oyunu bozdu, iktidarını perçinledi.
Eğer bu mantık doğruysa dün Tandoğan’a simitçi ile sucudan başka kimsenin gelmemesi lazımdı. Çünkü asker (iyi ki!) suskun, yargı kararını herkes (AKP bile) saygıyla bekliyor.
Demek ki Tandoğan kimsenin zoruyla, kandırmasıyla dolmuyor.
AKP neden oy alıyorsa, tersi nedenlerle ahali Tandoğan’a koşuyor. (Bu arada kişisel olarak Tandoğan meydanındaki kalabalığa kürsüden çok daha yakın olduğumu söylemeliyim.)
İktidarın partisine oy atanı milli irade, Tandoğan nüfusunu şaibeli sayması en hafif deyimiyle ayıp kaçıyor.
* Enis Berberoğlu / Hürriyet


+++++

Biz bu filmi görmüştük...
Sene 1988...
Üzerinde masumiyetin simgesi “gelinlik” bulunan sanatçı, otostop yapa yapa İstanbul’a gelmeye çalışır. Yol kenarında gelinlikli kızı gören sapık, zınk diye durur, ağzı sulana sulana aracına alır, kuytuya çekip tecavüz eder.
* *
Sene, 2008...
Üzerinde masumiyetin simgesi “gelinlik” bulunan sanatçı, otostop yapa yapa İstanbul’a gelmeye çalıştı. Yol kenarında gelinlikli kızı gören sapık, zınk diye durdu, ağzı sulana sulana aracına aldı, kuytuya çekip tecavüz etti, sonra da boğarak öldürdü.
* *
İlk öykü, filmdi.
Arabesk... Başrolde, Müjde Ar vardı. Kötülüklerden kaçarken, başına felaket üstüne felaket geliyordu... Ülkemizdeki gerçekleri izleyip gülmekten kırılmıştık.
* *
İkinci öykü, gerçek.
Başrolde, İtalyan sahne sanatçısı Pippa Bacca vardı. Kötülüklerle savaşırken, başına felaket üstüne felaket geldi... Ülkemizdeki gerçekle yüzleştik, utanıyoruz.
* *
Yani?
Yani, olaylardan ders almayan, aynı şeyleri tekrar tekrar yaşayan Türkiye’nin klişe bir
lafı vardır, “biz bu
filmi gördük” diye... Öyle.
* *
Görmek istemediğimiz gerçekleri, gülümseye gülümseye tokat gibi yüzümüze çarpan, usta kalem, Gani Müjde yazmıştı Arabesk’in senaryosunu...
Tuşladım telefonu.
Sordum.
“Ne diyorsun?”
Belki bu defa ders alırız...
Şöyle dedi:
“Bir mizahçı olarak bile, hoş bir şey söyleyebilmem mümkün değil... Bunlarla aynı havayı solumak, aynı pasaportu taşımak bile utanç veriyor...
* Yılmaz Özdil / Hürriyet


+++++

301 rüşvet gibi

Türklüğe hakareti yasaklayan 301’inci maddenin tamamen kaldırılması için AB uzun zamandır baskı yapıyordu. Nihayet AB Komisyonu Başkanı Barroso ve beraberindeki heyetin Türkiye ziyareti öncesi 301’inci madde değişikliği AKP tarafından TBMM’ye sunuldu. Dayatmacıları çok sevindiren ve AKP’ye teşekkür ettirten bu değişikliğe göre, soykırım iftirası bile Cumhurbaşkanı izin verirse cezalandırılacak. Daha açık ifade ile ” Türkler, Ermeniler’i veya Yunanlılar’ı kesti, öldürdü, soykırım yaptı “ diyenler hakkında Cumhurbaşkanı’ndan izin alınmadığı takdirde dava açılamayacak.
AKP’nin Meclis’e sevk ettiği teklifte, 301’inci maddenin mevcut halinde yer alan ” Türklüğü “ ibaresi ” Türk milleti “ diye değiştiriliyor. Cezaların üst sınırı da 3 yıldan 2 yıla indirili yor. Böylece, 301’den ceza alabilecekler, ceza ertelemelerinden de faydalanabilecekler.
Türkiye’nin hür ve bağımsız vatandaşları olarak insanın inanası gelmiyor ama AKP’nin kapatılma davasında yargıyı baskı altında tutmaya çalışan Batılılar’a, bundan daha önemli rüşvet verilemezdi herhalde!
* Nazif Okumuş / takvim

Yazarın Diğer Yazıları