Parti aşkı...

Partili Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan, AKP'ye katılım töreninde "Yuvama, sevdama, partime, aşkıma yeniden dönüyorum" dedi. Bir parti, yuvanız olabilir, sevdanız olabilir. Peki, aşkınız da olabilir mi? Diğer bir ifade ile partiye âşık olunur mu?

Öncelikle belirtelim ki "sevgi" başkadır, "aşk" başkadır. Tabir caizse "sevgi" normali temsil eder, "aşk"sa anormali... Dinimizde esas olan "aşk" değil, "sevgi"dir. Nitekim Kur'ân'da "aşk" kelimesi yoktur. Fakat sevgi (hub) kelimesi vardır. Ve muştakları ile birlikte yüze yakın yerde geçer. Bunun içindir ki biz yaratılanı "yaratan"dan ötürü severiz. Yaratılanlara "yaratan"dan dolayı âşık olmayız.

Atalarımız boşuna dememiş "Âşığın gözü kördür", "Aşk gelince akıl firar eder" diye. Âşık, aşkının (mâşuk) kusurunu görmez. Görse, zâten o an akıl geri gelmiş, aşk bitmiş demektir.

Bu konuda Gülşehrî'nin "Merd ü Zen" hikâyesi meşhurdur:

"Irmağın iki yakasında birbirine âşık bir kadın ve bir erkek vardır. Erkek her gün o azgın ırmaktan geçerek kadınla buluşur ve sohbet ederler. Bu buluşma on yıl sürer... Yine bir gün oturup sohbet ederlerken; erkek, kadının gözbebeğinde bir ak (konuk) görür ve 'dün yoktu nedir bu' diye sorar. Kadın: On yıldır bu ak, gözümde vardı; ama bana olan aşkın onu görmene engel oluyordu. Bugün onu fark ettiğine göre aşkın sona erdi demektir. Çünkü kişi aşkının aybını görmez. Bundan sonra sakın ırmaktan geçmeye kalkma, boğulursun" der. Lakin erkek bu sırrı anlayamaz, tekrar ırmaktan geçmek ister ve boğulur.

Gülşehrî, kıssanın ana fikrini şöyle özetler:

"Aşk evine aklıla girmez kişi//Sevdiğinin aybını görmez kişi."

Demek ki "aşk"la "akıl" bir arada olmuyor. Oysa devlet yönetiminde esas olan akıl, fikir, istişâre ve adalettir. Kendi partisine âşık olan bir yönetici başka partilere itibar eder mi? Onlarla fikir alış verişinde bulunur mu?

Diğer taraftan, âşıklıktan ziyade, neye âşık olduğunuz önemlidir. Vatana, millete, hizmete âşık olabilirsiniz. Lakin insan fırkaya (parti) nasıl âşık olur? Halbuki fırka (parti) Kur'ân'da müminlerin sıkça uyarıldığı "lâ-teferrakû" (fırkalara ayrılmayın) kelimesi ile aynı kökten gelmektedir:

"Hepiniz birden Allâh'ın ipine sımsıkı sarılın, ayrılıp bölünmeyin."

"Sizden hayra çağıran, iyiliği emreden, kötülükten meneden bir cemaat olsun."

"Kendilerine açık belgeler geldikten sonra bölünüp ayrılanlar, tartışıp ayrılığa düşenler gibi olmayın." (Âl-i İmran Sûresi, Âyet: 103, 104, 105.)

Celâl Yıldırım, az önce meâlini iktibas ettiğimiz Âl-i İmran Sûresi, Âyet: 104'ü tefsir ederken dip notta şöyle der:

"Yukarıdaki âyetle İslâm; daha çok Müslüman bir ülkeyi idare edecek kadronun hem vasıflarını, hem de görevlerini özetlemiş bulunuyor. O halde rastgele, sıradan insanların ülkeyi keyfine göre idare etmesine Allah razı değildir. Medine'de uzun yıllar kan gütme dâvâsını sürdüren iki önemli kabilenin arasını bulup onları kardeş yapan Hz. Peygamber Efendimiz en büyük lider olarak insanları zümrelere ayırmadı, ayrılanları barıştırıp birlik ve dirlik sağladı." (Celâl Yıldırım: Kur'ân-ı Kerim  Meâl ve Tefsîri, İst. 1982, s. 64)

Kısacası; her partiyi ve her partiliyi yani 80 milyonu kucaklaması gereken -adı üstünde- cumhurun başı kendi partisine âşıksa bu, diğer partilere hangi gözle bakacağının habercisidir. Bence bu yolun sonu parti devletine çıkar. Yol yakınken dönülmeli... 

Yazarın Diğer Yazıları