Patriotsuz ve S-400'süz yıllarda hava savunması

Patriotsuz ve S-400'süz yıllarda hava savunması

Türkiye'nin hava taaruzlarına karşı savunma meselesi bugün olduğu gibi geçmişte de hayati bir konuydu. Özellikle 2. Dünya Savaşı döneminde bu konu Türkiye'yi yönetenlerin ve halkın öncelikli sorunlarından biri haline gelmişti. Pasif Korunma, 2. Dünya Savaşı yıllarında Türkiye'de, özellikle büyük şehirlerde bir bakıma hayat tarzı haline gelmişti. Prof. Dr Bülent Bakar, "Hava Taarruzuna Karşı Türkiye'de Pasif Korunma 1935-1945" adlı kapsamlı çalışmasıyla 2. Dünya Savaşı yıllarının Türkiye'sine ayna tutuyor.

1. Dünya Savaşı'nda bazı cephelerde zehirli gaz kullanılmıştır. Bu gazların yarattığı korkunç netice savaştan sonra da göz ardı edilmemiş ve kamuoyunun gündemine yoğun şekilde girmiştir. Artık ülkelerin en büyük korkularından biri, önemli bir savaş aracı haline geldiği görülen uçakların harp esnasında cephe gerilerine, şehirlere zehirli gaz bombaları atmalarıydı.

Geçmiş yıllardaki savaşlarda tehlike ve tehdit cephe hattındayken yeni savaşların topyekun savaş olacağı, savaş ateşinin her yeri yakacağı fikri genel kabul görmüştür. Cephedeki asker silahlıydı ve zaten savaşıyordu. Peki cephe gerisindeki silahsız, sivil halkın korunması için nasıl önlemler alınabilirdi? Avrupa'da 1920'lerin ikinci yarısında başlayan sorgulama, 1930'ların başında gerçek bir savaş travmasına dönüştü. Hava taarruzuna karşı Aktif Korunma ve Pasif Korunma kavramları literatüre girdi. Aktif Korunma, Silahlı Kuvvetlerin vazifesidir. Pasif Korunma ise düşman uçaklarının verebileceği zararı ve zayiatı azaltmak ve hava hücumlarından az etkilenmek için halkın yapacağı korumadır. Başta Avrupa olmak üzere dünyanın birçok yerinde olduğu gibi Türkiye'de de 15-20 yıl boyunca kamuoyunu en fazla meşgul eden konulardan biri Pasif Korunma meselesi olmuştur.

"Hava Taarruzuna Karşı Türkiye'de Pasif Korunma 1935-1945" kitabında, 2. Dünya Savaşı öncesi gerilimli yıllarda ve savaş esnasında Türkiye'deki Pasif Korunma sürecidir. Ozellikle 1935-1945 yılları arasında Türkiye'de Pasif Korunma faaliyetiyle halkın nasıl savaşa hazır hale getirilmeye, bilinçlendirilmeye çalışıldığı, pasif korunma tedbirleri kapsamında gelişmeler (alarm denemeleri, ışık karartma, sığınaklar, gaz maskeleri, kurslar ve konferanslar vs) birinci elden kaynaklara, arşiv belgelerine, dönemin basınına ve literatüre dayanılarak ayrıntılı olarak ele alınıyor.

Tarihçi Kitabevi Tel:(0216) 418 68 86

***

Türk Milliyetçileri; uyanın artık!..

Bu kitap; gaz lambasının verdiği loş ışıklar altında ders çalıştığı ortaokul günlerinden itibaren bazı dertleri dile getirip mahalli ve yurt sathında yayın yapan gazetelere yazarak başladığı yazı hayatında 55. yılına giren; dergiler, gazeteler, kitaplar, radyo ağırlıklı olmak üzere yaptığı radyo ve televizyon programları derken hemen hemen elinden kalem düşmeyen Osman Oktay'ın ülke gündemine ait son iki yılda yazdığı tecrübeye dayalı yazılarından oluşuyor.

Osman Oktay, bir iddia ortaya koyuyor ve diyor ki: Bu iddiam, en kestirme ifadesi ile dağdaki çobanından camideki imamına kadar herkesin bir şekilde siyasete bulaştığı ülkemizde hemen her alanda ve özellikle dini alandaki cehaleti yenip milletimizi ilme, üretime yönlendirebilmektir. Bu yazdıklarım elbette okuyucuya ve çocuklarımıza, gençlerimize karamsarlık aşılamamalı. Aksine ben, yıllardan beri "Uyuyan güzeller"e dönen/döndürülen Türk Milliyetçilerini uyandırmak istiyorum. En keskin kılıçları yapan ustalar ellerindeki çekici bir örs üzerindeki malzemeye bir de örse vururlar. Elde yalın kılıç giden yiğitlerin vazgeçilmez binitleri olan atların en büyük yardımcı unsurları nallarıdır. Nalları olmayan ya da nalı yıpranan at kendisinden beklenenleri yerine getiremez ve hatta yığılır kalır. At nallamak da büyük ustalık ister. Nalbantlar atların ayaklarına nal çakarlarken tıpkı kılıç döven ustalar misali bir nalına bir de mıhına vururlar ki işin püf noktalarından biri de odur. Ben dahi yazılarımda hem nalına hem mıhına vurup ses getirmeye çalıştım. Bu manada elbette Türk ülkücülerine, Türk milliyetçilerine de sitemlerim, dokundurmalarım oldu. Çünkü onların, "Yiğitler silkinip ata binince/Derelerde Bozkurtlara ün olur" şarkısını söyleyerek harekete geçmelerini istiyor ve bekliyorum. Bunu görmeden ölürsem de mezar taşıma Büyük Vatan Şairimizin o meşhur beytini yazdırmayı düşünüyorum: "Ölürsem görmeden millette ümid ettiğim feyzi, Yazılsın seng-i kabrimde vatan mahzun ben mahzun.

Net Yayıncılık Tel:(0312) 342 22 08

***

HAFTANIN KİTABI

Ata'ya vefa ve minnet

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, aramızdan ayrılışının 81. yıldönümünde Atatürk'ün ebedi istiratgahının projelendirilmesinden inşaasına kadar ilgiç serüvenini "Anıtkabir / Bir Veda Bir Başlangıç" adlı prestij eserle gündeme taşıyor.

Kasım Mehmet Teke ve Bora Öncü tarafından titiz bir çalışmayla hazırlanan eser Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün vefatın­dan Anıtkabir'in onun ebedi istirahatgâhı oluşuna dek uzanan dönem hakkında doğru bilgiler sunmayı hedefliyor. Atatürk'ün vefatı sonrasındaki sürecin ve Anıtkabir'in yerinin tespiti, projelendirilmesi, inşaası ve tanıtımının birlikte anlatıldığı eser belgeler ve güncel resimlerle desteklen­miş.

Atatürk'ün ebediyete inti­kali, Türkiye'yi yasa boğduğu gibi bütün dünyada da geniş yankı uyandırmıştı. Çünkü, dünya büyük liderle­rinden birini kaybetmişti.

Büyük önderinin ölümsüz kişiliğine yakışır bir anıt mezar yapılması da Türk ulusunun ortak dileği haline geldi. Anıtkabir; böylelikle, özgürlüğüne ve bağımsızlığına kavuşturduğu Türk ulusunun, Atatürk'e olan minnet borcunun bir ifadesi olarak inşa edildi.

İş Bankası Yayınları Tel:(0212) 252 39 91

***

Milyonların Atatürk'ü...

 

Serap Yeşiltuna bu kez de Atatürk'ün manevi kızı, ilk Türk kadın savaş pilotumuzu konu alan "Sabiha Gökçen Atatürk'ü Anlatıyor" kitabını okurlarıyla buluşturuyor.

Serap Deliorman tarafından resimlendirilmiş kitap çok akıcı bir üsluba sahip:

"Evet, ben Sabiha Gökçen. Atatürk'ün kızıyım. Biliyorum O'nun gerçek çocuğu yok.

Ama benim gibi manevi evlatları ve O'nu hiç görmemiş, görmeden sevmiş milyonlarca çocuğu var.

Atatürk bizim babamız. Zaten soyadı da buradan geliyor.

Atatürk, yani Türk'ün atası, babası demek..."

İleri Yayınları Tel:(0212) 481 92 57

***

KÜTÜPHANEMDEN

Savaş yıllarına ışık tutan denemeler

Nadir Nadi'nin 2. Dünya Savaşı yıllarında kaleme aldığı, "Sokakta Gürültü Var" denemelerini topladığı ilk kitabı. "Kendimize ve başkaları üstüne notlar" alt başlığını taşıyan kitap 1 943'te yayınlanmış. Benim elimdeki 30 yıl sonra 1974'de Çağdaş Yayınları tarafından yapılmış ikinci baskısı. Bu basıma bir önsöz yazmış olan Melih Cevdet Anday kitabı şu satırlarla tanımlıyor:

"Sokakta Gürültü Var'da geçmiş, yaşanan olayların ya da geleceğe uzanan düşlemelerin, gözlemlerin akıl süzgecinden geçirilmiş özleri, sindirilmiş bir bilgi ve alçakgönüllü bir söyleyişle süse püse kalkışılmadan, pekyürekle önyargılardan, dogmalardan bağımsız olarak, özgürce verilmektedir. Sokakta Gürültü Var yeniden basılmalı ve genç okurlara sunulmalıydı..."

Dilimizin, edebiyatımızın örnek diye gösterilecek bu denemeleri; 38'ler, 40'lar, 41-42'ler, o savaş yıllarından acı anımsatışlar, izlenimler, İstanbul'un o yıllarından kısa görüntüler, gözlemler, insanlar, düşünceler ve o günlerde unutulmuş anıları ihtiva ediyor.

Nadir Nadi, toplumcu görüş ve düşünüşünün öncüsü, çekirdeği sayabileceğimiz bu denemelerinde kısa, vurucu cümlelerle anlatımda etkinlik sağlayıp, özgün üslûbunu daha o yıllarda ortaya koymuştur.

İlhan Selçuk da kitap hakkında şu tespiti yapıyor: "Evet, sokakta gürültü var!.. Dün de vardı, bugün de var, yarın da olacak!.. Marifet o gürültü arasında kaynayıp gitmemek..."  

                                                                                                                                  (Ahmet Yabuloğlu)