Prag'la Bakü arasında bir yerde...

İnsan terk etmeye zorlandığı vatanına yirmi yıl sonra bir turist olarak dönünce neler hisseder, nasıl bir ruh hali içinde olur? Yakın akrabalarıyla, ona koca bir ömürmüş gibi gelen o yirmi yılın ardından karşılaştığında, evinde bıraktığı eşyalarıyla anılarına tekrar dokunur da fazla bir şey duymazsa düştüğü bu durumun gerçeğini aramayı mı seçer? Yoksa bir zamanlar “vatanım” dediği bu topraklardan yine geldiği gibi, “turist” kimliğiyle mi ayrılır ve iltica ettiği, gerçek yurdu saymadığı ama vatandaşlığına girdiği ikinci vatanına geri mi döner?

İşte “Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği”nin yazarı Çek romancısı Milan Kundera, kendi öz dilinde değil, Fransızca kaleme aldığı son romanı “Bilmemek”te bütün bu dramatik sorulara cevaplar arıyor.

Göçmenlik psikolojisinin en ince ayrıntılarına kadar işlendiği romanında Kundera’nın kendi hayatından ağır izler var. Zaten Kundera bugüne kadar yapıtlarını hep kendini merkez alarak yazmıştır. Ben romanı okurken, 2000 yılında, Bakü’de konuk olarak katıldığım Dünya Azerbaycanlıları’nın ilk kongresinde tanık olduğum çarpıcı sahneleri, insan manzalarını düşünmeden edemedim. Kundera, genelde komünizmin çöktüğü Doğu Avrupa’nın en parlak ülkesi Çekya’da (Eski Çekoslovakya) anti - komünist rüzgârın geçmişte Batı Avrupa’ya sürüklediği zorunlu göçmenleri anlatırken, bu coğrafyada milliyetçiliğin ölümünü de haber veriyordu. Bu ülkelerde belki politik anlamda Sovyet hegemonyasından kurtulma süreciyle birlikte milliyetçilik de siyasi anlamda dirilmek zorundaydı ama insan model bağlamında can çekişmeye başlamıştı. Bilmemek’in kahramanı (Kundera’nın kendisi) Çekya’da komünist sansürün baskısı yüzünden işinden kovulup yüzüstü bırakıldığında, o zamanlar kendisine yardım eden Çek Komünist Partisi’nin eski Merkez Komite üyelerinden bir bürokratı evinde ziyarete gitmişti.

“Josef o zamanlar küfür gibi gördüğü çok eski bir düşüncesini hatırladı. Komünizme bağlılığının Marx’la ve onun kuramlarıyla hiçbir ilgisi yoktu. Sadece o devir insanlara en çeşitli psikolojik ihtiyaçlarını temin tatmin etme fırsatını sağladı. Düzenden yana olduğunu gösterme ihtiyacı ya da itaat etme ihtiyacı ya da kötüleri cezalandırma ihtiyacı ya da yararlı olma, gençlerle birlikte geleceğe doğru ilerleme ihtiyacı ya da etrafını saracak bir aileye sahip olma ihtiyacı... Gezegeni tek tipleştiren küresel kapitalizme bir veryansına hazırdı ama komünist eski bürokrat susuyordu. Joseph devam etti:” Sovyet İmparatorluğu, egemen olmak isteyen ulusları dizginlemeyediği için yıkıldı ama bu uluslar egemenliklerinden şimdi her zamankinden de uzaktalar. Ne ekonomilerini ne dış politikalarını ne de reklam sloganlarını seçiyorlar. “Ulusal egemenlik çok uzun zamandan beri bir yanılsama” dedi.

N, adımlarını ağırlaştırdı. “Joseph” dedi duygulanarak, sen nasıl iltica edebildin sen bir yurtseversin. Sonra çok ciddi bir tavırla şöyle konuştu.

“Ülkesi uğruna ölmek diye birşey yok artık. Belki de dışarıdaki yılların boyunca zaman senin için durdu. Ama onlar senin gibi düşünmüyorlar. ” Kimler? “ N, torunlarını göstermek istiyormuş gibi evin üst katlarına doğru başıyla bir işaret yaptı: ” Onlar başka yerde “ (Milan Kundera Bilmemek Can Yayınları)
Bakü’deki kurultayda gözlediğim insan manzaralarıysa Kundera’nın Prag’da gördükleriyle tam bir karşıtlık oluşturmuştu. Kimisi muhacir Azerbaycan Türkler’i, Almanya’dan, Fransa ile ABD’den, kimileriyse Keşmir’den, Pakistan’dan bile koşup gelmişlerdi vatanlarına. İlk büyük muhaceret dalgası ülkenin 1920’de Kızıl Ordu tarafından işgalinden sonra, ikincisiyse 2. Dünya Savaşında Ruslar safında savaşan onbinlerce Azeri’nin Hitler’e esir düşmeleriyle gerçekleşmişti. Bakü’deki bu büyük tarihi randevuya heyecanla koşup gelenler arasında hâlâ yaşamayı başaranlarla, artık yaşamayanların çocuklarıyla torunları kucaklıyorlardı birbirlerini. Yurtdışında çıkardıkları dergileri, kitapları kimliklerinin kanıtlarıymışcasına birbirlerine uzatıyorlardı. Komünizmin mirasçılarıyla komünizmden kaçanların mirasçıları için, ulusal egemenlik Prag’daki gibi yanılsama değil, ete kemiğe bürünmüş gerçekti. “Dışardakiler”le “İçerdekiler”i buluşturan tek bir ideal oluşmuştu: Milliyetçilik.
Şark’ın Kapısı Azerbaycan’da, komünizm esareti döneminde Araz’ın, Kürün dibinden akan milliyetçilik, şimdi yüze çıkıp dalga dalga yükselirken, Doğu Avrupa’nın Batı’ya açılan barok kapısı Çekya’daysa dalga dalga geri çekiliyor. Prag’daki sahne Avrupa’nın ölümünü, Bakü’deki ise Doğu’nun yükselişini sergiliyor.
Ya biz o, Yani Türkiye; Batı ile Doğu arasında neredeyiz? Kimbilir, belki Prag’la Bakü arasında bir yerde...

Yazarın Diğer Yazıları