Ünlü düşünür Kenneth Boulding’in “Altın Beyinli Adam” dediği Güngör, aydın cehaletiyle sa-vaşmasıyla da tanınıyordu.
Erol Güngör’süz çeyrek asır
Türk fikir ve düşünce hayatının “Altın Beyinli Adam”ı ölümünün 25. yıldönümünde anılıyor
Sosyal Psikolog, düşünce adamı ve Türk milliyetçiliği fikir hayatının temel taşlarından Sosyal Psikolog Prof. Dr. Erol Güngör için vefatının 25. yıldönümü dolayısıyla bir dizi etkinlik düzenledi. Kültür Ocağı Vakfı’nın öncülüğünde düzenlenen etkinlikler çerçevesinde Ankara, Konya ve Kırşehir’de üç ayrı program gerçekleştirilecek. Düzenlenen konferanslarda Erol Güngör’ün hayatı, kişiliği, eserleri ve Türk fikir hayatında açtığı yeni ufuklar ele alınacak. Prof. Dr. Erol Güngör’ü anma etkinliklerini 18 Nisan’da Zincirlikuyu’daki mezarı başında düzenledikleri törenle başlattıklarını hatırlatan Kültür Ocağı Vakfı Başkanı Ali Ürey şunları söyledi: “Ünlü düşünür Kenneth Boulding’in kendisi için ’Altın Beyinli Adam’dediği Erol Güngör hocamızın düşüncelerini daha iyi anlayabilmek, geldiği noktayı daha iyi özümseyebilmek ve yapacağımız çalışmalarla onu ve fikirlerini aşabilmek adına bu etkinlikleri programladık. Türkiye’de kültür değişmeleri, batılaşma ve modernleşme deyince akla gelen ve fikirlerine başvurulan ilk isimlerden birisi olan Prof. Dr. Erol Güngör Hocamızın yeni nesillere aktarmak ve yeni Erol Güngörler yetiştirmek toplum adına vazifemiz olmalıdır.”
İlk konferans Ankara’da
Merhum Prof. Erol Güngör’ün anılacağı etkinliklerin ilki yarın Ankara’da Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Konferans Salonu’nda yapılacak. Oturum Başkanlığını Prof. Mustafa Delican’ın yapacağı saat 2 0:0 0’de başlayacak programın konuşmacıları ve konuşma konuları şöyle: Nevzat Kösoğlu (Erol Güngör’e Göre Millet ve Milliyetçilik), Dr. Mustafa Çalık (Aydın Halk İlişkileri Çerçevesinde Erol Güngör), Prof. Dr. Tahsin Görgün (Erol Güngör’de Din ve Toplum) Aynı konuşmacılar Prof. Dr. M. Tayfun Amman ve Doç. Dr. Mehmet Akgül’ün de katılımıyla 26 Nisan’da Konya Mevlana Kültür Merkezi’nde Erol Güngör’ü anlatacak. Yarın başka bir etkinlik de Sosyoloji Bölümü tarafından Selçuk Üniversitesi’nde düzenlenecek. Etkinliğe Prof. Dr. Mümtazer Türköne, Prof. Dr. Vedat Bilgin, Doç. Dr. Mustafa Aydın konuşmacı olarak katılacak. Toplantıya Selçuk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yasin Aktay başkanlık edecek. Mayıs ayı içersinde de Erol Güngör’ün memleketi Kırşehir’de Türk Ocakları Genel Merkezi, Kırşehir Valiliği, Belediye Başkanlığı ve Kırşehir Üniversitesince ortaklaşa bir etkinlik düzenlenecek. “Erol Güngör Anısına Selçuklu’dan Günümüze Kırşehir” konulu toplantının kesin tarihi daha sonra ilan edilecek.
Dualarla yadedildi
Kültür Ocağı Vakfı’nın Erol Güngör’ü vefatının 25. yıldönümünde anma etkinlikleri geçen hafta Zincirlikuyu’daki kabri başında yapılan hatim duasıyla başlamıştı. Törene Güngör’ün eşi, yakınları ve talebelirinden bir grup katılmıştı.
Aydın cehaletiyle savaştı
Bilim ve kültür dünyamızda en büyük tahribatı ‘dildeki tasfiyecilik’ hareketinin yaptığını söyleyen Prof. Erol Güngör, aydın cehaletinin de bu gelişmeye çanak tuttuğunu söyler...
Cumhuriyet Dönemi’nin yetiştirdiği en seçkin kültür adamlarımızdan olan rahmetli Prof. Dr. Erol Güngör, milliyetçilik başta olmak üzere, kültür değişmeleri, din, tasavvuf, sosyoloji, batı medeniyeti ve aydınlar gibi önemli konularda kalem oynatmış ve ölümünden bu yana 20 sene geçmesine rağmen kendi sahasında boşluğu doldurulamamıştır. Prof. Dr. Erol Güngör’ün 1970’li yılların ilk çeyreğinde kaleme aldığı yazılar günümüzde de geçerliliğini korumaktadır. Türkçe’nin bugün geldiği noktayı 20 sene öncesinden gören Erol Hoca, ‘dildeki tasfiyecilik’ hareketinin bilim ve kültür hayatımızda meydana getirdiği olumsuz neticelerin altını çiziyordu. O’na göre dilde yapılan en büyük hatalardan birisi de ‘dil devrimi’ diye bir kavramın ortaya atılması olmuştur. Dilde tasfiyecilerin sık sık Atatürk’ü bir zırh yapmasını şiddetle eleştiren Güngör, bunun bir haksızlık olduğunu vurguladıktan sonra şunları yazmıştır: “Eğer Atatürk Türkçede kökünde yabancılık tesbit edilen bütün kelimeler dilden atılacak, yerine yenileri uydurulacaktır deseydi ve bunu bir kanun maddesi haline getirseydi, gerçekten bir dil devrimi sözkonusu olurdu. Nelerin Atatürk devrimi olduğu Anayasa’da açıkça belirtilmiştir, bunların arasında dil devrimi yoktur. Böylece tasfiyecilerin kullandıkları kutsal zırh aslında mevcut değildir.” Prof. Dr. Erol Güngör, tek parti dönemine gönderme yaparak, “iktidar partisinin monolotik (tekçi) bir bünyeye sahip oluşunun, demokratik bir rejimde ayrı gruplar tarafından üstlenen fonksiyonların hepsini kendi bünyesi içinde topladığını” söyler. Bu yüzden partiye ait olan şey’le devlete ait olan şey arasında bir farkın buharlaştığının altını çizen Hoca’ya göre böyle bir konjonktürde gelişen dildeki tasfiye hareketi hem resmî bir hüviyet kazanmış, hem de rakipsiz kalmıştır... O’na göre Türkçe’nin kaybolmasında en önemli faktör; memleketimizdeki yaygın cehalettir. Bu konuda Avrupa’da yaşanmış olan siyasî pratiklere dikkat çeken Erol Güngör, 1973 yılında kaleme aldığı “Düşünce ve Kültür Buhranımız ve Türk Dili” başlıklı makalesiyle günümüzün fotoğrafını çekmiş gibidir: “Batı ülkesinde devlet bütün kuvvetlerini seferber etse, yine de masa başında uydurulmuş bir dili kimseye kabul ettiremez; çünkü oralarda böyle bir teşebbüse karşı ilmi, kültürü, ve aklıselimi temsil eden kuvvetli çevreler vardır. Türkiye’de uydurma dilin yakın zamanlara kadar pek az bir yol almış olması boşuna değildir, ve bu dilin yaygınlaşması ile kültür seviyesinin düşmesi arasında kuvvetli bir münasebet vardır. Uydurma dilin şu son yirmi yılda her tarafı sarmış görünmesi, Türkiye’de kitle seviyesinde bir kültürün aydınlarla halk kitlelelerini ayni çizgi üzerinde birleştirmesinden ileri gelmektedir. Artık aydınların da kitlelerin de dili öğrendikleri yer kitle haberleşme vasıtalarıdır; herkes televizyon dilini konuşur hale gelmiştir, çünkü haberin de bilginin de esas kaynağı televizyondur. Gazete bile televizyonun karşısında herkesi ilgilendirmeyen bir ihtisas organı görülmektedir.”
Erol Güngör’ün kısacık bir ömüre sığdırdığı dev eserler bugün de aşılamadı
Türkçe’nin kaybolmasında en önemli faktör; ülkemizdeki yaygın cehalettir.
Sosyoloji dehası
Yazar, fikir adamı. 1938’de Kırşehir’de doğdu. İlk ve orta öğrenimini memleketinde yaptı. İ.Ü. Hukuk Fakültesi’nde bir süre okuduktan sonra İ.Ü., Edebiyat Fakültesi’ne geçerek Felsefe Bölümü’nü bitirdi (1961). Prof. Dr. Mümtaz Turhan’ın yanında sosyal psikoloji asistanı oldu. 1965’te doktorasını verdi. İki yıl ABD’de Colorado Üniversitesi’nde araştırmalar yaptı. 1971’de doçentliğe, 1978’de profesörlüğe yükseldi. 1982’de Konya Selçuk Üniversitesi Rektörlüğü’ne getirildi. İstanbul’da öldü. Erol Güngör’ün bütün eserleri Ötüken Neşriyat tarafından Türk okuyucusuna kazandırıldı. İşte Hoca’nın eser ve tercümelerinden bazıları:
* Ahlâk Psikolojisi ve Sosyal Ahlâk,
* İslâm’ın Bugünkü Meseleleri,
*İslâm Tasavvufunun Meseleleri,
*Türk Kültürü ve Milliyetçilik,
*Kültür Değişmesi ve Milliyetçilik,
* Dünden Bugüne,
*Tarihte Türkler,
*Sosyal Meseleler ve Aydınlar,
*Dünyayı Değiştiren Kitaplar
*Batı Düşüncesindeki Büyük Değişme
*Türkiye’de Misyonerlik Faaliyetleri,
*Sosyal Pisikoloji,
*Değerler Pisikolojisi Üzerine Araştırmalar.
Ne dediler
Günlük yazıları, cemiyetimizin bugünkü meselelerini tahlil edişi, millî kültürümüz ve tarihimiz üzerindeki düşünceleri, milliyetçiliğin fikir tarihi üzerindeki yazıları, bugünün şartlarında islâmiyet ve tasavvufun meseleleri hakkındaki görüşleri, marksizmi tahlil ve tenkid eden makaleleri, sosyal psikoloji alanındaki meslekî çalışmaları, tercümeleri ve nihayet üslûbu ayrı ayrı üzerinde durulması gereken konulardır.
Prof. Ahmet Bican Ercilasun
Asistanlığı döneminde iki yıl Amerika’da kaldığından, dedesinden küçük yaşta Osmanlıca öğrendiğinden ayırım yapmadan, hemen hemen bütün klasikleri, seviyeli eserleri yercesine okuduğundan, hem Batı’yı hem de Türk-İslam dünyasını iyi bilirdi. Berrak, zarif, veciz bir üslubu vardı. Çok genç yaşta yazdığı kitaplarla, makalelerle, yaptığı tercümelerle bütün bilim çevrelerinin dikkatini çekmişti.
Mehmet Niyazi Özdemir
Türk toplumu, tarihinde pek çok devlet adamları ve ilim adamları yetiştirmiştir. Bizler elbetteki, bu insanları, mirasçıları olarak, saygıyla, hürmetle ve minnetle anacağız. Yaptıkları işlerden ve ortaya koydukları bilgilerden istifade edeceğiz. Ancak, en büyük hatamız, bilgi kaynağı olarak hep bunları görmemiz fakat bu bilgiyi daha da artırıp, geliştiremeyişimizdir. İnşallah Erol Güngör’ün metodolojisini ve fikirlerini geliştiririz...
Süleyman Yazgı
Erol Güngör Hoca’nın çok kuşatıcı bir şekilde ifade ettiği sözünü hatırlatmak isterim: “Biz tarihe hâkim ve savcı rolünde bakmamalıyız” Şimdi bugün yaşadığımız problemler sarmal halinde karşımızda duruyorsa, bunun anlamı, meseleleri, Erol Güngör Hoca’nın söylediği gibi “Tespitini yapamayışımız, analitik olarak çözümlemeyerek bugünlere devretmemizden kaynaklanmaktadır.” Hocanın tespiti bugün de geçerlidir.
Doç. Dr. Mehmet Akgül
Milliyetçilik ve Medeniyetçilik
Fikir hayatımızın temel taşlarından biri olan Prof. Erol Güngör Milliyetçilik kavramına bakışını şöyle özetliyordu
Milliyetçilerin millî kültür dâvası karşısında başlıca iki iddia bulunuyor. Bunlardan birincisine göre millî kültürler insanlık âlemi içindeki birliği ve bütünlüğü bozmakta veya böyle bir birliğe engel olmaktadır. İnsanlar ve cemiyetler arasındaki ayrılıkları en aza indirmek veya ortadan kaldırmak yerine, bu ayrılıkları teşvik edersek milletler için saadet yerine felâket hazırlamış oluruz. İnsanların ve medeniyetlerin ölümüne yol açan harplar de hep bu farklılaşmaların nedicesi olarak ortaya çıkmıştır. İnsanların kaynaşması herşeyden önce kültürlerin kaynaşmasını ve bütün dünyanın tek bir medeniyet içine girmesini gerektirir. Bu bakımdan milliyetçilik birleştirici değil, ayırıcı bir harekettir ve her ayırıcılık hareketi içinde bir düşmanlık tohumu gizlidir.
İkinci iddia yukarıdaki gibi bir kıymet hükmünden ziyade bir vakıaya dayanmaktadır. Hepimizin bildiği gibi Batı medeniyeti bugün süratle bütün dünyayı kaplıyor ve mahallî farkları ortadan silecek kadar güçlü görünüyor. Bu durumda millî kültürlerin varlığını muhafaza etmek veya geliştirmek boşuna bir gayretten ibaret kalır. Savaş meydanında barış konuşması yapmaya kalkışmak veya tehlikeyi görmemek için baş çevirmek ne kadar gerçek dışı bir haraketse, Batı medeniyetinin her şeyi kavrayan gücüne karşı küçük mukavemet noktaları kurmaya girişmek de o kadar gerçek dışıdır.
Yanlış telakkiler
Bu iddiaların her ikisi de milliyetçilik hakkındaki yanlış telâkkilerden doğmaktadır. Bugünkü Batı dünyası, bilhassa Amerikalıların tesirinde olmak üzere milliyetçilik denince daha çok faşizm ve nazizmi anlamaktadır. Hakikatte milliyetçilik bir kültür hareketi olmak dolayısiyle ırkçılğı, halka dayanan bir siyasî hareket olarak da otoriter idare sistemlerine reddeder. Bu bakımdan faşizm örneğine bakarak milliyetçiliği değerlendirmek herşeyden önce yanlış misalden hareket etmek olur. Fakat biz burada daha çok yukarıdaki iddiaların kültür ve medeniyet münasebetleri bakımından ifade ettiği yanlışlar üzerinde durmak istiyoruz. Milliyetçilik kitabı ve peygamberi bulunan bir doktrin olmadığı için ona karşı genel itirazlarda bulunmak doğru değildir. Millî kudretin geliştirilmesi bir memlekette istilâcı bir politikaya imkân verebilir, bir başka memlekette bağımsızlık hareketi halinde inkişaf edebilir, bir başka yerde bir kültür ve medeniyethareketi halini alabilir. Yunan milliyetçiliğinde kilise büyük bir rol oynamıştır, bugünkü Arap milliyetçiliği dini ikinci plâna atarak Arap dili ve sosyalizme dayanan birliği gerçekleştirmeye çalışıyor. Sömürgelikten yeni kurtulmuş ülkelerde eski sömürgecilere karşı düşmanlık millî hareketin esas itici gücünü teşkil ediyor, eski kudretine kavuşmak isteyen küçük devletlerde ise millî kültür ve tarih şuuru bu gücü veriyor. Bütün bu milliyetçilik hareketlerini bir tek örneğe bakarak toptan red veya kabul etmek elbette yanlış olur. Biz bu yanlışlığı kolaylıkla görebiliyoruz, ama modern medeniyet karşısında millî kültür dâvasını sağlam ölçü ve prensiplere bağlamakta çok güçlük çekiyoruz. Acaba millî kültürlerin varlığı ve zenginliği dünya medeniyeti için kültürlerin varlığı ve zenginliği dünya medeniyeti için bir kayıp mı, yoksa kazanç mıdır? Milliyetçiler bu hareketleriyle medeniyet dışında kalma gayreti mi gösteriyorlar?
Taklitçilik kültürü
Kültürlerin yayılışında da siyasî otorite derecelerine benzeyen çeşitli sahaları vardır. Ayrıca kültür değişmesi teknolojik gelişmeye nisbetle çok yavaş olduğu için zamanımızın imkânları bile bu durumu eskiye nisbetle çok değiştirmiş sayılmaz. Bir kültür kendi kaynağında ne kadar canlı ve güçlü olursa olsun, kaynağından uzaklaştıkça orijinalliğini kaybeder ve çok defa basit bir taklid konusu haline gelir.
Batıyı örnek alan ülkelerdeki taklidçilik salgınının başlıca sebeplerinden biri de budur. Kültürün uzaklaştıkça zaayıflaması ve hattâ dejenere olması elbette ki koşan bir insanın mesafe aldıkça yorulmasına veya televizyon görüntülerinin uzaklarda daha bulanık hâle gelmesine benzer bir hâdise değildir. Kültürün kaynağına en yakın olan bölgeler çok defa birbirine daha çok benzeyen sosyal çevrelerden meydana gelmiştir; bu yüzden kültür unsurları birbirine yakın cemeyitlerin bünyelerine de aynı derecede intibak eder. Bütün icadların anavatanı sayılan Çin medeniyeti binlerce yıl kirpi gibi kendi içine kıvrılmış ve minyatür medeniyeti halinde kalmıştır. Kaldı ki oradaki medeniyet bile büyük Çin kıtası içindeki mahallî alışverişlere çok şey borçluydu. Mısır, eski Yunan, Roma, İslâm ve nihayet Avrupa medeniyetleri kültür karşılaşmalarının en kesif olduğu zamanlara rastlar. Nitekim bu yüzden İslâm medeniyetinin gerileyişini bütün yükün sadece Osmanlı Türklerinde kalması ve Türk kültüründen başka bu medeniyeti destekleyecek kaynak bulunmamasıyla izah edenler vardır. Batı medeniyeti de herhangi bir milletin eseri değil, fakat Batı kültürlerinin ortak mahsülü olarak doğmuştur. Fakat bugün yeni medeniyetin geliştirdiği teknoloji bütün dünyayı sararak yerli kültürlerin mevcut varlığıyla birlikte potansiyelini de ortadan kaldırmağa yönelmiş bulunuyor. Biz bugün batılılaşma hareketleri arttıkça dünyanın daha ileri bir seviyeye ulaşacağını düşünerek bu türlü gayretleri memnuniyetle karşılıyoruz, fakat bu medeniyetin dünyaya süratle yayılması sonunda yerli kültürlerin kaybolan potansiyelini hiç hesaba katmıyoruz.
(Türk Kültürü ve Milliyetçilik 1975)
Eserleriyle yaşıyor
Türk bilim tarihinin ve Türk milliyetçilğinin büyük ve efsane ismi rahmetli aziz dostum Erol Güngör’ü Mümtaz Turhan Hoca’nın öğrencisi olduğu yıllarda, 1955’lerde tanıdım. Türk eğitim tarihinin unutulmaz ismi Fethi Gemuhluoğlu’nun aracılığı ile Mümtaz Hoca’nın kürsüsüne kabul edildiğini söylerlerdi. Burada Mümtaz Hoca’nın hem ilmini ve hem de bütün mizacını, dervişliğini, ilmi kariyerini tevarüs etmişti diyebilirim. 45 yıllık kısacık hayatını da tam bir derviş safiyeti ile yaşadı. Ve öylece öldü. Rahmetli Mehmet Kaplan da onun hayatını anlatırken öyle derdi. “10 yıl daha yaşasa Türkiye’nin kaderi değişir.” Bence de öyledir. Hayatını son yıllarında birbiri arkasından yayınlanan birbirinden güzel ve emsalsiz eserleri,Türk gençlerinin bütün kesimlerince kolayca anlaşılabilecek bir seviyede idi. İlimi esaslarından ayrılmadan kaleme aldığı onlarca kitabının tekrar tekrar basılması da onun Türk gençliğini ne kadar derinden etkilediğini gösterir. Ölümünün üzerinden geçen uzun yıllarda hemen her yıl yapılan anma törenlerinin çoğunda ben de konuşmacı olarak bulundum. Bu müşahadelerimi büyük bir sıcaklıkla değerlendiriyorum. Ziya Gökalp’den beridir yetişen birkaç büyük kültür adamımızın içinde o Türk milliyetçiliğin ve Türk kültürüne verdiği eserlerinin yanında pek çoğu daha sonra profesör olan, liselerimizde öğretmen olan yüzlerce öğrenci ve ilim adamı da yetiştirmiştir. Erol Güngör’ü gençlerimize iyi anlatmak, yeniden yorumlamak, örnek göstermek, kitaplarını tanıtmak, mümkün olduğu kadar geniş halk kitlelerine ulaşmasını sağlamak bugünlerimizi de iyi anlayıp değerlendirmemiz için çok önemlidir. Hele tek bir cilde sığdırdığı Türk Tarihi’nin her bölümünü ezberlercesine okumak her Türk milliyetçisi için farzdır. Erol da her fani gibi, vefat ederek edebiyete intikal etti. Fakat eserleri kendi yaşadığı yıllardaki Türk gençlerine ışık tuttuğu gibi gelecek Türk gençliğine de ışık tutmaya devam edecektir. Nurlar içinde yatsın.
Muhiddin NALBANTOĞLU