Psikolojik savaşta TSK çok geç kaldı!

Son 10 yıl içindeki yazılarımda en çok kullandığım kavramlardan biri psikolojik savaş. Öyle ki, bir defasında dönemin Genelkurmay Başkanı’na hitaben “Atatürk nasıl uyusun Sayın Özkök?” diye sordum.
Hilmi Özkök, 2002’de 10 Kasım dolayısıyla Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yayınladığı mesajda,  “Yüce Atatürk, bize güven ve rahat uyu” demişti. Ben de sitem ettim:
“Vatandaşlar, Batı’nın psikolojik operasyonlarının hedefi haline getirilirken, Türkiye’nin güvenliğinden sorumlu olanlar uyursa, Atatürk nasıl rahat uyusun?
Tabii, güvenlik sadece askerlerin işi değildir ama psikolojik operasyon uygulanıyorsa, gerekirse medyayı da sanat dünyasını da kullanarak buna karşı koymak, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin de görevidir. Yeni savaşın gereği budur! Bunun yerine, TSK, 28 Şubat sürecinde kurulan başörtüsü tuzağına düşürülmüştür. Açıkçası, TSK üzerinde de psikolojik operasyon uygulanmıştır! AKP iktidarı, başörtüsü operasyonunun sonucudur...
Atatürk, bu ortamda nasıl rahat uyusun Sayın Özkök?”

* * *

20 Aralık 2002’de de, Necip Hablemitoğlu’nun öldürülmesi üzerine de yine aynı konuyu hatırlattım:
“Türk istihbarat servislerinin gözleri önünde, Türkiye’ye karşı psikolojik savaş sürdürülüyor ve buna karşı hiçbir tedbir alınmıyor! Devletin üst kademelerinden, siyasetten ve iş dünyasından tek bir gür ses çıkıp da gerçekleri Türk halkına anlatmıyor! Bu durumda, Necip Hablemitoğlu gibi Türk aydınları, ’iş başa düşmüştür’diyerek, bütün senaryoları açığa çıkaracak şekilde araştırmalar yapıyor ve kimsenin reddedemeyeceği kesinlikte kamuoyuna sunuyor. Psikolojik savaşa karşı koyma görevini, devletin ilgili birimleri yapsaydı, sonuç böyle olmazdı.”

* * *


23 Aralık 2002’de “Ankara duymuyor” dedim:
“Ne yapılması gerektiğini Atatürk bir vasiyet olarak bildirmişti: ’Türk milletinin her ferdini, cephede bulunan ordu kadar duygu, düşünce ve hareket bakımından savaşla ilgilendirmek gerekiyordu. Yalnız düşman karşısında bulunanlar değil, köyünde, evinde, tarlasında bulunan herkes, milletin her ferdi, silahla vuruşan savaşçı gibi kendini görevli sayarak, bütün varlığını yalnızca mücadeleye vermeliydi. Bütün maddi ve manevi varlığını vatan savunmasına vermekte ağır davranan ve titizlik göstermeyen milletler başaramaz;  gelecekteki harplerin tek başarı şartı da bu noktaya bağlı olacaktır.’
Biz tekrarlamaktan bıkmadık ama, Ankara duymuyor! Ankara’yı silkelemek gerekiyor. Ankara’da dışa bağımlı çalışan kadroları tasfiye etmek gerekiyor.”
16 Eylül 2003’te psikolojik savaşa nasıl karşılık verilebileceğini tekrar ortaya koydum: 
“En yüksek seyredilebilirlik oranına sahip televizyonlar, yıllardan beri Türk kamuoyuna yalan-yanlış haberler pompalıyor. Bu bir medya terörü değil midir? Türk-Amerikan ilişkilerinde de Amerikan yanlısı yorumlar üretebilmek için yalan haberlere ihtiyaç duyuyorlar ve bunları kullanarak aleni bir psikolojik savaş uyguluyorlar...
Psikolojik savaşa karşı kendi operasyonlarını uygulaması gereken Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği bile saldırı altındayken, bunu kim düşünecek de uygulayacak?
Ama başka ülkelerin milli güvenlikle ilgili kurumları, Türkiye’de kendi medya ordularını kurabiliyor, değil mi?
Sayın Genelkurmay Başkanı da bilir ki, bu orduya karşı silahlı kuvvetlerle mücadele edilmez. Medya ordusu ile saldırıyorlarsa, medya ordusu ile cevap vermek durumundasınız; demokratik rejim içinde başka çaresi yoktur.”
Bugün Genelkurmay Başkanı, TSK’ya karşı,  “Medya üzerinden, örgütlü, asimetrik bir psikolojik harekât”  sürdürüldüğünü doğruluyor. Üstelik Türkiye’ye karşı bu savaşı Türkiye’nin kurumlarının içine yuvalanarak sürdürüyorlar. Çok geç kalındı çok!

Yazarın Diğer Yazıları