Psikolojik zamanda yaşam...

Psikolojik zamanda yaşam...

Çinlilerin ilginç bir bedduaları var. "İlginç zamanlarda yaşa" diye beddua ederlermiş.

İlginç zamanlar her şeyin alt üst olduğu, düzenin kalmadığı tam bir hercümerç vaziyeti anlamına gelir. İnsanın başına gelmeyen kalmaz, değil yarınını, bir saat sonrasını bile kestiremez hale gelir ve bunalır. Ve muhtemelen de otoriter bir yönetime teslim olur.

Yok, siyasi işlere girecek değilim. Derdim, birini hatırlatarak bir başka beddua üzerinde durmaktır...

Nobel Ödüllü Perulu romancı Mario Vargas Llosa usta, romancılara öğütler verdiği eserinde zamanın psikolojik yanından söz eder. Buna sıkıştırılmış zaman da denebilir biraz zorlanırsa, eziyet çekme zamanı da. Gerçek zamandan farklıdır. Şöyle düşünmek gerekir zamanın bu boyutu hakkında mesela... Önce düşsel ve de zararsız bir örnekle girebiliriz işe. İdam edilecek bir adam düşünün. Namlularn kendisine doğru çevrilmiştir. Namluların çevrilmesi ile ilk kurşunun atılması arasındaki o kısacık sürede, derler ki, koca bir hayatı daha yaşarmış gibi olurmuş insan. Ve bu hayatın belirleyicisi kendisini idam mangasının karşısına getirip bırakan pişmanlıklar, hayal kırıklıkları, muhteşem hataları olurmuş. Ne kadar ilginç, değil mi? Az sonra sona erecek bir yaşam korkunç bir azap içinde neredeyse kısa devre tekrarlanıyor. Diyelim ki, inanılmaz özlediğiniz birini bekliyorsunuz. Zaman geçmek bilmez. Bir saat bir yıl olur. Zaman eziyetin adı olur... Başınıza anlık bir felaket gelip çöker. Ve belki birkaç saniye içinde bütün  hayatınız film şeriti gibi gelip geçer gözlerinizin önünden. Tanrı göstermesin cezaevine düşersiniz, tahliye zamanına günler kalsa da yıllar gibi gelir size. Ve psikilojiniz yerle bir olur. Sizi döve döve geçer her bir saat...

İşte böyle bir şeydir, zamanın psikolojik boyutu. Sinemacıların işine yarar elbette, dertlerini anlatabilmeleri için. Ama sıradan vatandaşı Tanrı eline düşürmesin derim...

***

BEYEFENDİ

Kendinle daha önce karşılaşmak

Nobel edebiyat ödüllü Herta Müller'in romanı "Keşke Bugün Kendimle Karşılaşmasaydım"dan söz etmem gereksizdi hasbelkader bir mekanda birkaç yıl birlikte çalıştığım arkadaşa. Zira ona faşizmin gölgesinde yaşayan ve yaşananlara dair insanı derinden sarsan bir eser olduğunu anlatamayacaktım. İlgi alanı dışında bu işler. Durmadan yeni ve farklı yüzlerle karşımıza çıkan ve aslında bir aldanış olarak da tanımlanabilecek olan hayatı da anlatamazdım Müller'in yaptığı gibi. Ve baskının galebe çaldığı soluksuz bir havada, bütün hayal kırıklıklarına rağmen hayatların yeniden inşa edilebileceğini, bunun için gereken gücün insanın ruhani evreninde var olduğunu anlatamazdım. Ve üstelik bunu kadınların erkeklerden çok daha gözüpek ve kısa zamanda başardığını da... İmkansızlığa gidip toslayan ilişkilerin iç mantığını, sevginin işkenceye, işkencenin bağlılığa, bağlılığın çok geçmeden feci ve katlanılması herkesin harcı olmayan yalnızlığa dönüşmesinden söz etsem de kendim söyleyip kendim işitecektim.

Belki de ona son çare olarak, hayatlarımızı yere çalmaya kararlı bir dünyada yapabileceğimiz en anlamı şeylerden birinin de delirmek olduğunu söyleyebilirdim.

Ama bunu da yapmadım...

O iki cümlesini evirip çevirdim gecenin içinde bir süre.

Demişti ki: "Keşke ben seninle uzun yıllar önce karşılaşssaydım. Bu benim için ciddi bir kazanç olurdu."

Düşündüm... Kendimden başka, bir şekilde yolumun kesiştiği hemen herkese faydamın dokunduğu söylenirdi. Ve bu muhtemelen kısmi olarak doğrudur da. Ama burada büyük bir sıkıntı var diye geçirdim içimden. Benimle karşılaşmış olsaydı bu fani, bazı deneyimlerimden yararlanacaktı. Ancak onların edinilme aşamalarının ne kadar çileli olduğunu anlamayacaktı. Ayrıca o çileyi hakkıyla çekmeye razı biri de değildi. İnsanın içinin karanlıkları hakkında bilgisi çok yetersizdi....

Ve muhtemelen yıllar önce olmasını dilediği karşılaşmadan çoğu insanın aksine yaralar alarak çıkacaktı. İşte bu yüzden, "Bazen ben bile eski benle karşılaşmaya korkarken, sen hiç karşılaşmamış olmakla kendini şanslı say dostum" diyerek kapatmıştım konuyu.

Bu iyi diye söylendim sonra, evet, doğrusu bu...

***

İŞTE O KADAR

Beni ben olduğum için istemiyorlar, çünkü ben hala istemedikleri eski benim...

Jack London

***

OKUYUNUZ

"(...) Mahalle çocuğu, Sait'in hikâyelerinde bir iki tane değildir; birçoktur... Bence Sait Faik ne genç hikâyecidir, ne ihtiyar. Bence o, kırkını aşmış bir mahalle çocuğudur. Ama sakın bu hükmü onu kötülemek için söylenmiş bir söz sanmayın. Çocuk deyişim ona gençlikten daha genç bir yaş biçişimden, mahalle çocuğu deyişim de onu, ekseri mahalleden yetişenler gibi, halktan bir insan, halka bağlı bir insan sayışımdan ileri geliyor..."

Orhan Veli.

***

HAYVANCA

İspanya'daki bir akvaryumdan evlatlık alınan 12 penguen. Bir süredir İstanbul Akvaryum'da, ağırlanıyorlar. Özel bakım görüyorlar. Yiyecekleri ise karides ile sardalya. O kadar hareketliler ki fotoğraflamak isteyene kök söktürüyorlar. Anayurtlarından binlerce kilometre uzak ve yabancı bir ortamda kendileri. Ve bu yüzden biraz aksi gibiler... Zira fotoğraf sanatçısı bu kareyi çekebilmek epey bir dans figürü döktürmek zorunda kaldı da...

Foto: Nurettin İğci