Reform…

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının, muhalefetlerinden, itirazlarından, hatta bunlardan bile değil, sırf çaresizlikle paylaştıkları feryatlarından, "imdat"larından dolayı;

- "Ananı da al git" diye itilip kakıldıkları,

- "İsrail dölü" diye yaftalandıkları,

- Yumruklandıkları, tekmelendikleri, saçlarından sürüklendikleri, TOMA'ların, plastik mermilerin hedefi haline geldikleri,

- "Yaşam tarzları"ndan dolayı insanların "kadınlıklarının-kızlıklarının" tartışmaya açıldığı,

- Etnik köken, inanç, ideoloji ve türlü kimliklerinden ötürü "Bunlar ateist", "Bunlar Zerdüşt", "Affedersiniz Ermeni", "Affedersiniz Alevi" diye ötekileştirildikleri, aşağılandıkları,

- Siyasi partilerin "tezek" olarak tanımlandırıldığı,

- Siyasi rakiplerin "zürriyetsizlik"le itibarsızlaştırılmaya (!) çalışıldığı,

- Terör örgütü PKK'nın neredeyse memleketin en muteber "sivil toplum kuruluşu" muamelesi gördüğü, keza örgütün cani başının da iktidarın "müzakere ortağı" olduğu,

- Yöneten(ler)in, sözünün üstüne söz söyleyenin kendisini en olmayacak suçlamaların muhatabı olarak, bir gece ansızın kapısına dayanan güvenlik güçlerinin kolları arasında yaka paça zulümhanelere atılırken bulduğu,

- "Aydın" varsayılan nice deve dişi gibi ada, sana, ünvana sahip sanatçının, yazarın, aydının, iş insanının bacakları korkudan titreye titreye "huzura kabul" sırasına girdiği,

- Genel yayın yönetmenlerinin, "Türkiye'nin en iyi yazarıdır" dedikleri kalemleri,  gazeteye basamadıkları yazılarını televizyondan "veda niyetine" okuyup, "üzülerek" kovmak zorunda kaldıkları,

- Medya patronlarının "boğma telleri"yle "etkisiz hale getirildiği",

- İnsanların birbirlerine, Nazilere karşı "susan" Rahip Niemöller'in pişmanlık dolu sözleriyle cesaret vermeye çalıştığı,

- "Biat"ın en makbul "ayakta kalabilme metodu"na dönüştüğü,

Ve,

- Ülkeye dair yapılan en yaygın tespitin "Korku İmparatorluğu" olduğu,

Bölen, parçalan, kutuplaştıran, bileyen, düşmanlaştıran, tahammülsüzleştiren, "Söz ola kestire başı" yıllarında, iktidarın en büyük iddiası "ileri demokratikleşme"yi tesis ediyor olmaktı.

Bu uğurda "ceberrut" rejime dahi savaş açılmış; kurucu idareden, kurucu kadro ve kurumlara kadar hepsi hedef tahtasının tam göbeğindeki mümtaz yerlerini almıştı!

Yoksul olmak… Yoksun olmak… Düşünüyor olmak… Düşündüğünü bir şekilde; yazarak, konuşarak, dans ederek, film çekerek, protesto ederek, çizerek, gülerek ifade ediyor olmak…

Ama en çok da…

Türk ülkesinde, adeta "Türk olmak" ya da bunun farkında olarak yaşamak yasaklanacaktı!

***

- Bir meczubun ifadelerinden yola çıkarak, PKK'lı teröristlerin, her türlü adi suça ve ahlaksızlığa bulaşmış insan müsveddelerinin gizli tanıklığında, nice gazetecinin, yazarın, akademisyenin, rektörünün, doktorun, askerin, subayın, katiller ve dahi envai çeşit mafyatik figürle aynı çuvala atıldığı,

- Olmayan darbenin, bulunulmamış darbe girişiminin, üstelik de var olduğu iddia edilen ve fakat doğruluğu kanıtlanmamış planlara dayalı olarak yargılandığı ve bu yargılamada aralarında kuvvet komutanlarından, geleceğin genelkurmay başkanlarına kadar çoğu "çok üst düzey" pozisyondaki 300'den fazla Türk Silahlı Kuvvetleri mensubunun sanık yapıldığı,

- Savunmanın kısıtlandığı, avukatların yaka paça mahkeme salonlarından atıldığı, masumiyet karinesinden, delillerin tartışılmasına aklınıza gelebilecek ne kadar usul ve esas ilkesi varsa hepsinin rafa kalktığı,

- 12 Eylül 2010 referandumuyla, "bağımsız yargı"nın devleti ele geçirmeye çalışan cemaat maskeli ve sonradan "terör örgütü" olduğu anlaşılacak bir "paralel yapı"nın eline terk edildiği,

- Hukukun, "sopa" olarak kullanıldığı,

- Siyasilerin, görülmekte olan davaların "avukatlığı" ve de "savcılığı" yarışına girdikleri,

- Bir Başbakan'ın, askeri tarihe "efsane" sıfatıyla geçmiş ve bir kumpasla cezaevine atılmış bir generalle ilgili olarak, "Çanakkale'de anma törenlerine gidiyoruz, bu beyefendi ayağa kalkmıyor. Gereği yapıldı, bedelini ödedi. Şimdi gideceği yeri buldu" demekte beis görmediği,

- Son tahlilde "sivil dikta" tartışmalarına yol açan uygulamaları ve heykellerinin dikilmesini teklif edilen şimdi her biri ya firari, ya da vatana ihanetle eşdeğer suçlardan hükümlü olan "kahramanları (!)"yla hafızamıza kazınan yıllarda, yağmur gibi reform yağıyordu yargıya!

"Yetmez ama evet" diye alkış kıyamet kopuyordu ortalıkta.

***

Keza…

57. Hükümet dönemindeki "acı reçete"nin tatlı sonuçlarını "ekonomideki başarılarımız" diye yuttururken acısı hissedilmedi belki ama…

TELEKOM'dan, SEKA'ya, TÜPRAŞ'tan PETKİM'e, SÜMERBANK'tan, OYAK'a, limanlardan TEKEL binalarına, şeker fabrikalarından, termik ve hidroelektrik santrallere, mayınlı ve de verimli "vatan toprakları"na sata sata tükettikleri kaynaklarımızdan yoksun kalışımız değil mi bugünkü sıkışmışlığımızın sebebi;

Üretmeye kalksak üretecek toprak, işlemeye kalksak işleyecek tesis kalmadığından elimizde avucumuzda…

***

Dokuz sütuna, dev puntolarla "Hukukta, demokraside, ekonomide reform" başlıkları atıyorlar ya günlerden bu yana; içimi kuş kadar bile kıpırdatmıyorsa bundan…

Yaptıkları "reform"ların, yapacaklarının teminatı olmasından!

 

Yazarın Diğer Yazıları