Şahsım Kararnamesinden Şahsım Anayasasına...

Geride bıraktığımız Cumartesi günü Resmi Gazete'de şöyle bir Cumhurbaşkanlığı kararnamesi yayınlandı:

"Cumhurbaşkanlığı Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile Bazı Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi"

Yukarıdaki bu cümleyi, anlamayıp ya da yanlış okuduğunuzu düşünüp tekrar tekrar okumuş olabilirsiniz. Ancak yanlış okumadınız.

Cumhurbaşkanının meşhur "şahsım" devleti gafını hatırlarsınız… İşte o konuşmada dile yansıyan zihniyetin yürütme işlemlerine izdüşümü, böyle anlaşılması zor düzenleyici işlemlerin karşımıza çıkmasına neden oluyor.

Yürütme, misyonunu, "Elimi nasıl daha çok güçlendirebilirim? Karşıma çıkılmasını nasıl engelleyebilirim?" sorularına odaklamış, yalnızca bu doğrultuda faaliyetlerini yürütüyor ve yaptığı değişiklikler de yalnızca kendi yaptığını kendi lehine güçlendirme amacı taşıyor.

Zihniyet sorunu

Cumhurbaşkanının görevinin sona ermesi, görev süresinin bitmesi, sağlığını kaybetmesi, seçilmesine engel bir suçtan mahkûm olması veya istifa etmesi ile mümkün olur.

Demokrasilerde, aklı selim kimseler tarafından arzu edilmeyecek iki sona erme sebebine karşın istifa ve seçim kaybetme seçenekleri, arzu edilmesi gayet makul, hukuken ve ahlaken yanlış olmayan beklentilerdir.

Ancak görünen o ki, Cumhurbaşkanı, istifa etmesinin istenmesini bir hakaret olarak görmekte ve bir cesaret meselesi olarak nitelemektedir. Şöyle ki…

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin ve onlara destek verenlerin üniversiteye rektör olarak atanan Melih Bulu'yu istifaya çağırmasına tepki olarak yaptığı açıklama aynen şöyle: "Yürekleri yetse, Cumhurbaşkanı da istifa etmeli diyecekler."

Şüphesiz, Cumhurbaşkanlığı saygı duyulması gereken bir makamdır, ancak korkulması gereken bir makam mıdır? Cumhurbaşkanının istifa etmesini istemek, bir yürek -cesaret- meselesi midir?

Sağlıklı işleyen bir demokraside eleştirilemez yönetici olmaz. Vatandaşların tümü, beğenmedikleri yöneticileri eleştirebilir ve demokratik yollarla bu yöneticilerin değişmesini talep edebilir.

Bir yöneticinin istifasını istemeyi ve bunu dillendirmeyi demokratik bir söylem olarak görememek, demokrasi anlayışında bir sorun olduğunun açık bir göstergesidir.

Anayasa değişikliği

Demokratik bir ülke olmanın birinci koşulu ise, demokrasiyi doğru anlamaktır.

Oysa bugün siyasi iktidarın demokrasiyi doğru anlamadığı veyahut anlamak istemediği açıkça ortada.

Peki vaziyet bu kadar açıkken, böyle bir ortamda böyle bir zihin yapısından demokratik bir anayasa çıkar mı?

Anayasal hakların kullanılmasının önündeki engeller, yargıda yaşanan çifte standart, Anayasa Mahkemesi kararlarının uygulanmaması, uluslararası hukuktan doğan yükümlülüklerin yerine getirilmemesi, muhalefete yapılan baskı ve sindirme politikası, demokratik ve hukukun üstünlüğünü esas alan bir anayasa arzulayan zihniyetin yönetiminde mevcut olabilir mi?

Anayasaların hazırlanması uzlaşma kültürünü ve siyasi partilerden barolara, hukuk fakültelerinden sivil topluma geniş bir katılımı gerektirir. Farklı düşüneni susturmaya çalışan, yok sayan, hapse atan, tek başlı yönetimi benimseyerek ülkede kolektif karar alma organı bırakmayan bir zihniyet bu katılımı sağlayabilir mi?

Şeffaflıktan bu kadar uzak bir siyasi yönetimin altında, hukuki güvenceler sağlam değilken, mevcut anayasaya dahi uymayan siyasi iktidarın yeni anayasa söylemleri elbette endişe vericidir. Evvela hukuki güvencelerin sağlanması gerekir.

Yazarın Diğer Yazıları