Sanatın etkili ve kalıcı bir ilaç olduğunu unutmayalım

Sanatın etkili ve kalıcı bir ilaç olduğunu unutmayalım

Röportaj: Mayis Alizade-Yeniçağ

Çağdaş dünya resim sanatının büyük ustası Ekrem Kahraman Yeniçağ''a konuştu

Yeniçağ: Biz sizi Türk resim sanatında tamamen farklı bir yerde duran sanatçı olarak tanıyoruz. Durduğunuz yeri kendiniz de tarif eder misiniz?

Kahraman: Sanırım önce sanatla ilgili alabildiğine yalın bir şeyi daha baştan söylemeliyim? Aslında durduğum yer diye ima etmiş olduğun şey de bana kalırsa tam da bu yalın gerçeklikte. Bir sanatçının her ne olursa olsun her çağda her kültürde her sanat anlayışında -düşünce, kavram, form, his, dil, malzeme, yetenek, teknik, söylem, sonuç dışında- asıl durulması gereken yerden başka bir yer değil. Dünyanın her yerinde her kültüründe bir tür "kültür endüstrisi" olarak tanımlanmaya girişilmiş ve sanat eserinin "iş" kavramıyla açıklanırken fakat aslında bir teslimiyet hali formatına sokulmuş olan sanat dünyası bir yandan yanlış bir okullaşma anlayışı, bir yandan aşırı manipüle edilerek sıradanlaştırılmış çağdaş sanat tanımlarının yarı çarpık sonuçlarıyla neredeyse bambaşka bir serüvene sokulmuş durumda günümüzde. Bunun adına ister tıpkı bir insanın ana karnında önce bir cenin, sonra kalbi beyni kolu bacağı parmağı tırnağı saçı vb. belirginleşerek bir insan canlısı bebeğe dönüşmesi gibi bir sanat eserinin de tıpkı bu doğma eylemi gibi o yarı mahrem ve gizemli var oluşu göz ardı ederek bir tür mekanik bir el üretimi olarak tanımlayın, ister bu yarı tanrısal insani toplumsal varoluş eylemini sanki sıradan bir endüstriyel üretim nesnesi olarak tanımlayın durum değişmez.

Aslında bir sanatçı ya da bu çağın bilmem kaç yaşına gelmiş, ne yaşamış ne görmüş neyinin neyiyle yoğrulup biçimlenmiş nasıl bir kimliğisin? Kimsin neysin sen? Bir insan olarak nereden gelip nereye doğru hayat yolculuğun? İster şiir yaz ister resim heykel ya da kavramsal sanat yap içine doğduğun şu garip dünyayla, hayatla, hangi form ya da kavram ve içerikle dünyaya ne demeye çalışıyorsun hiç düşündün mü? Yoksa yalnızca çizgilerle renklerle hiç de yabancısı olmadığımız basma kalıp formlar ve tekniklerle ne yapmaya, -hele hele özgün olarak- ne demeye ne koymaya çalışıyorsun? Bunlar çok çok önemli sorular bence. Üstelik bana kalırsa bu yalnızca sanatta ve kültürde değil düşüncede, felsefede, bilimde, teknikte ve teknolojide, ekonomide, siyasette, savaşta ve hayatta da hatta bazılarınca sıradan bir yapma eylemi olarak görülen her türden tasarım ya da el sanatlarında dahi geçerli bir mottodur bana kalırsa? Yoksa tıpkı lafügüzaf sözler gibi gibi bir tür "yaratıgüzaf" kof bir şeyle karşı karşıyayız demektir sanat adına.

Sanırım benim Türk çağdaş sanatında farklı bir yerde durduğum saptamasının temelinde sanata o kadim çizgisinin tarihi üzerinden fakat bugünden bakmam ve bu çağın yeni bakış açılarını bu bağlamlardan üzerinden yeni ve asıl olan bir yaklaşımı benimseme o bağlamda sanat yapma tavrım duruyor. Öyle ya öncelikle farklı bir ana babadan, farklı bir hayat sarmalı katmanlarından, farklı bir yaşam ve kültür serüveninden çıkıp gelen farklı bir biz varız öncelikle. Bir de bu işin okuluna gidip de farklı farklı hocalardan farklı bakış duyuş ve ele alış tarzlarından ne aldıklarınla belirginleşmiş bir ya da birkaç biz daha varız kesinlikle. Ya da kesinlikle öyle olmalıdır.

Bazen birçok sanatçı kendisini sanki aynı formatla formatlanmış bilgisayarlar, cep telefonları vb. periyodik olarak güncellenen yapma edimleriyle ilerleyen yarı dijital yaratıcılara dönüştürürler bile isteye. Bu tutum sonuçta neredeyse bir tür yarı otomatik bir fabrikasyon mal üretimi olarak belirir ki ben bir sanatçı olarak daha baştan bu yolu reddeden bir anlayışa sahip olduğumun altını ısrarla çizdiğimde aslında farklı olduğum yerin de altını yeterince çizmiş olur muyum dersin?

Yeniçağ: Ekrem Kahraman resim sanatına nerede, ne zaman ve nasıl gönül verdi ki, bir daha da asla kopamadı?

Kahraman: Tarsus''un Sağlıklı köyünde doğdum. Köyümüz tam da Toros Dağlarının eteklerinin Çukurova düzlükleriyle birleştiği uyumlu tepelerin arasında harnup ve zeytin ağaçlarıyla kaplı yamaç bir yerdeydi. İlkokulu bu tepelerden birinin üzerinde kurulu alt tarafından geçen Adana-Mersin Ankara karayolunu üstten gören olağanüstü bir "kuş yuvası" manzaralı birkaç köy ortasında kurulu ve o köylerin çocuklarının öğrenim gördükleri bir okulda okudum. Oradan biraz aşağılara doğru indiğimizde o düzlüklerde 8-10 dönümlük kimi ortaklı kimi bize ait birkaç tarlamız vardı. Bu alabildiğine çekici hülyalı çember içinde inek güttüm, koyun keçi güttüm, harnup zeytin ağacı aşıladım, çift sürdüm, ekin ektim biçtim harman savurdum değirmene buğday götürdüm un getirdim. Anamın babamın ilk çocuğu ve o yüzden de bir tür anamın "büyük kızı" gibi hamur yoğuran, ekmek pişiren, bulaşık yıkayan, kardeşlerinin altını değiştirip popolarını temizleyen hamarat bir ev kızı gibi yetiştim. Sanırım bütün bu günlük meşgaleler ve yaşam katmanı hayat ritüelleri benim için şu an üzerinde durmuş olduğum çağdaş entelektüel zeminin halen yaşayan yol taşları olarak mutlaka altı çizilecek değerli ve sahici şeyler gibi geliyor bana. Düşünsenize, ahır kültürü, inek boku, memeden süt sağmak ile Fransız yeni düşünürleri Derrida, Deleuze, Foucault, Baudrillard vd. entelektüel bir sentez bağlamında ne ilginç bir sentez olurdu değil mi?

İtiraf etmeliyim ki eğer bu vazgeçilemez tuhaf ilişki çapraşıklığı olmasa her halde sanat yapmamın da pek bir anlamı ve çekiciliği kalmazdı diye düşünüyorum bazen? Sorduğun sorunun cevabı da öyle sanıyorum ki tam da bu yeni form ve kavram kurma ile sanat tarihinin bir tür toplumsal ve kültürel gelecek serüveni arasındaki o saygın ve büyülü arenada duruyor?

Kuşkusuz ki birçok ressam ya da sanatçı da hatta belki de resme meraklı birçok çocuk da aynı sıradan doğal şeyi söyleyecektir. Fakat öyle ya da böyle o yolda gelişip ilerlememiş ve o anlamdaki hatıra kırıntısı hiçbir ilgi ya da bu çocukluk denemeleri ya da yapma ritüelleri sanırım zamanla unutulup gider. Fakat benim gibi bu yolda ilerleyip kimlik bulmuş ve bu alanda isim sahibi olmuş çocukluk ilgileri birden önemsenip değer kazanmaya başlar. Hatta bana kalırsa bunlar başlı başına birer akademik ya da entelektüel araştırma konusu bile yapılmalı derim.

Benim resmim de tıpkı aklım ve ruhum gibi sanırım orada o tepeye kurulmuş "kuş yuvası" konumlu büyülü ilkokul serüvenimle başladı. Okulumuz 1. sınıfı tek bir dershanede tek bir öğretmenle, 2. ve 3. sınıf ile 4. ve 5. sınıflar ise birlikte tek bir dershane ve öğretmenle eğitim görüp tamamlayan bir eğitim-öğretim kurumuydu. Öğretmenimiz bir sınıfa ders anlatırken diğer sınıfa da "dersinizi çalışın" deyip ödev verirdi ve bizler de sözüm ona ödev yapardık. Bu bana oldukça gizli büyülü ve mahrem gelirdi. Sanki gizli gizli ikili üçlü bir bilgi ve hayal deposunda yaşar gibiydim? Hem öteki sınıfa anlattıklarını, hem vermiş olduğu ödevleri yapar hem de yazmış olduğum her ödevimin, okuduğum kitabımın üzerindeki yazıların etrafını süsler doğa figürleri çizerdim sürekli. Birinci sınıfta en önemli ders kitabımız alfabeydi. Alfabe ise bir tür resimli roman: Ali ile Ayşe''nin elma armut üzerinden yalın hikayesi. Bugünden düşündüğümde sanırım benim için oradaki illüstratif üsluptan çok hikayemsi tuhaf ilişki çok daha önemli görünürdü.

Bir gün küçücük bir kitaplıkta başka resimli roman türü dergilerle karşılaştım ve Abdullah Ziya Kozanoğlu ile Ratip Tahir Burak ve Suat Yalaz çizimi Karaoğlan hikayeleriyle tanıştım ve bir süre onlara öykünen çizimler yaptığımı hatırlıyorum. Resim ya da sanat denilen o yarı hülyalı büyük form ve imge dünyası sanırım ilk bu süreçte girip yerleşti sanki içime? Rahmetli annem o günlerde bazen bana kızdığında "senin içinde fitne fücur vardı" deyip elinde oklavayla kovalamaya başladığında kaçardım ve bundan da farklı bir haz duyardım. Sanırım o kaçma refleksi bugün bile yapma-kotarma yöntemlerimden yalnızca birisi ve muhtemel ki oradan geliyor kanısındayım? Yani özgürlük için istediğini yapabilmek için aradığına yaklaşabilmek için öncelikle uzaklaşmayı çok iyi bileceksin!

İlkokuldan sonra ortaokul için köyden Tarsus''a gidiş, ailemin şehre taşınması, ilk resim hocası, benzetme hevesli portre çalışmaları, edebiyata tiyatroya doğru ilerleyen geniş ve tutkulu bir ilgi yelpazesi, lisedeyken bazı sanat ve edebiyat dergilerinde şiirler, çini mürekkebi desenler yayınlamalar ve o yıllarda Hisar dergisinin liseler arası şiir yarışmasında ödül, Ant dergisinde röportajlarımın yayınlanması ve arkasından İstanbul Eğitim Enstitüsü Resim Bölümünde resim bölümünde öğrencilik yıllarım... Okula gelişimin daha ilk haftasında okulun giriş katında açmış olduğum ilk sergi... Mezun olduktan sonra Adana Kozan Ortaokuluna tayin ve öğretmenlik, sonra Bandırma Şehit Süleymanbey Ortaokulu öğretmenliği, mezun olduğum okula hocalık teklifi ve teklifi sanatçı olacağım tercihiyle reddedişim ve 1989 yılında İstanbul''da Kurtuluş Lisesi öğretmenliğim sırasında istifa edip ilk atölyemi kurup sanat yolculuğumun riskli serüveni... ödül... ödül... birkaç yılda 20''ye yakın ödül... sağolsun benim güzel huylu şaşkın ülkem!

Bütün bunları anlatmamın nedeni Ekrem Kahraman''ın hem sanatçı hem bir sanat düşünürü ya da entelektüeli olmasının aslında nasıl bir bereketli ve sahici bir toprağa ayak bastığını göstermek için... Elbette bu toprak yalnızca bunlardan ibaret değil. O sahici ve samimi kültürel yaşam zemininin yanı sıra olmazsa olmaz entelektüel okuma kültürlenme birikimi de, bu birikimi kullanma dönüştürme arzusu ve çabası da asla görmezden gelinemez.

Yeniçağ: Görüldüğü kadarıyla daha lise yıllarından başlayıp da neredeyse 60 yıla yaklaşan sanat hayatınızın başlangıcından bu yana içinde bulunduğunuz sanat ortamına neleri kattınız? "Sabırlı olun, daha arayışlarım sürüyor" derseniz, asla şaşırmayacağız.

Kahraman: Evet, aynen öyle. Fakat bana kalırsa Türkiye sanat ortamına "neler kattığım" türü bir soru elbette benden çok konunun uzmanlarının vermesi gereken bir cevaba muhtaç. Fakat ben huyum gereği elbette cevap vermekten kaçınacak biri değilim. O yüzden yine de acaba uygun olur mu diye düşünmekten de geri kalamıyorum doğrusu. Farkına varılıyor mu bilemem; öyle sanıyorum ki artık çağdaş sanatta özgün bir Ekrem Kahraman yolu oluştuğu tartışmasız bir gerçeklik ve bunun bir örneklik oluşturması açısından oldukça değerli.

Öyle sanıyorum ki, sen de bunun fazlasıyla farkındasın; Ekrem Kahraman yalnızca resim yapan bir ressam / sanatçı değil aynı zamanda sanatın kuramsal, entelektüel yanıyla da ilgilenen o ilgi ve sorumluluk gereği dergilerde gazetelerde yazılar yazmış ve halen de yazmayı sürdüren, bunun için başka benzer girişimlerin de içinde bulunmuş bir sanat entelektüeli ve iki ayrı kuramsal kitabı bulunuyor. Yine örneğin Sanatçının Atölyesi dergisinin yayımlanması; sevgili Ali Şimşek, Savaş Çekiç ve Ömer Över ile birlikte Corpus Yayınları''nın kurulması -ki: bugüne kadar 25 civarında kuramsal ya da sanatçı kitapları yayımladık-. Sanat tarihçi yazarımız Barış Acar''ın bir cildi İngilizce olamak üzere 4 ciltlik Ekphrasis / Çağdaş Sanatta Bireyleşmeler / Görünür Ve Söylenir Arasında Geçitler, Turgay Gönenç''in Zamanın Sularında Tarihsiz Günlükler kitabının editörlüğünün yanı sıra, AICA Türkiye tarafından düzenlenen 1980''lerden Günümüze Türkiye''de Görsel Sanatlar: Tanıklıklar ve Paylaşımlar Çağdaş Sanatlar Nasıl Oluyor Yani? gibi bir çok kitaplarının yayınlanması, Anadolu da dahi birçok söyleşi ve panel, 2008 yılında 25 kişilik bir sanatçı, sanat tarihçi ve sanat yazarıyla birlikte Fransa''da gerçekleştirilen Vincent van Gogh''un Peşinde, Modernizmin İzinde çalışmasını kitaba dönüştürmüş ısrarlı ve tutkulu bir cengaver entelektüel... Yanlış anlaşılsın istemem ama bütün bunları yapan, dergilerde ortamın öncü isimleriyle tartışmalarına girmekten kaçınmayan acaba kaç sanatçı ya da yazarı var şöyle bir düşünülsün isterim doğrusu.

Ekrem Kahraman elbette bir sanatçı fakat unutulmasın ki o aynı zamanda küratörlük kavramını dahi tartışmaya açan ilk öncü isimlerden birisi Türkiye''de. Aynı biçimde modernizm, post modernizm, küreselleşme, ulus devlet kavramlarını da sürekli tartışmaya açan bir kimlik.

Şu an 75 yaşındayım ve sanki 15 yaşımdan beri sürekli birkaç yola birden çıkıyorum ve hepsini de ayrı ayrı yürüyor gibiyim sanki? Şu an bir yandan "Epic Future" (Epik Gelecek) dizisi resimleri ile Mezopotamya Söylemleri dizisi üzerine çalışıyorum, bir yandan şu anda 1300 sayfayı bulmuş Hatırlama ve Söyleme Zamanları isimli tek bir şiir üzerine 7 yıldır çalışıyorum. Bir yandan da doğduğum kent Tarsus''ta uluslararası bir çağdaş sanatlar müzesi kuruluşu ve buna bağlı olarak bir Akdeniz Bienali / Çağdaş sanat''ı Tarsus merkezli olmak üzere Mersin, Adana, Hatay, Osmaniye ve Kahramanmaraş''ta aynı anda ve birlikte düzenlemek için büyük bir çaba içerisindeyim. Hayal ve hayat yeni yeni hayal ve hayatlara yol açtıkça çok anlamlı ve değerli.

Yeniçağ: Atatürk Kültür Merkezi''nde resmin de ön planda olduğu dönemlerde çok iddialı bir sergiyle (2001) sanatseverlerin karşısına çıktığınızı çok iyi hatırlıyorum. O serginizle siyaseti ne derecede etkileyebildiğinizi düşünüyorsunuz? Türkiye''nin aydınlanma süreçlerinde sanat etkili olabilmiş midir? Örneğin Nazım Hikmet''in etkisini Nazım''ım da sizin de yakın arkadaşınız olmuş İbrahim Balaban yapabildi mi?

Kahraman: Ne söylemeye ve söyletmeye çalıştığını çok iyi anlıyorum. Fakat ne var ki senin söylediğin ve umduğun gibi bir etki ne yazık ki sanat yapıtının yapıldığı ve gösterildiği aynı dönem için pek mümkün olmaz. Çünkü gerçek yeni sanat yeni duyulmuş bir söz gibidir: öyle herkesin anlayabileceği ya da etkisinin bütün bir toplumu ve kültürü etkileyeceği düşüncesi yalnızca bir temennidir. Kaldı ki bu durum bilim için de felsefe içinde ve hatta düşünce ve siyaset için bile çoğu zaman benzer bir etki - tepki ya da tepkisizlikle iç içe ve karşı karşıyadır. Kuşkusuz ki bunun böyle olması yapılan işin ve toplumsal sonuçlarının doğası gereğidir biraz da. Çünkü düşünce de sanat da bilim de hatta şaşırtıcı bir biçimde insani yaşam ve hayat da dahil herşey aynı ritüelleri farklı farklı boyutlarda, farklı farklı zaman katmanlarında kimlik bulup kimliklere sirayet ederler. Keşke bugüne kadar bunun için başka bir yol bulunabilmiş olsaydı?

Evet benim o sergim benim açımdan da önemli bir sergiydi. Orta Doğu bölgesi büyük bir altüst olma hali yaşıyordu ve büyük bir siyasi kargaşa egemendi. Türkiye''nin merkez bir ülke olarak

bu kargaşanın etkisi altında olduğunu herkesin, her politikacının, her hükümet kurucusunun, devlet görevlisinin açık seçik görmesi beklenirdi ama hiç de öyle olmadı ne yazık ki?

Bana kalırsa Türkiye''nin Aydınlanma niyetleri ve girişimleri halen "bir ileri iki geri" olmak üzere dalgalar halinde devam ediyor. Bu bazen hayat enstrümanı güncel değişim aygıtları eşyaları, bazen siyasal ve ideolojik girişimlerle, bazen de sanat ve kültür etkisi taşıyan dönüşümlerle ısrarlı bir biçimde devam ediyor. Belki bu bazen sert üslup ve içeriklerle gerçekleşiyor ama sonuçta öyle ya da böyle sürekli ilerliyor. Hatırlayın 2001 yılı süreci aynı zamanda Tarihin Sonu, İdeolojinin Sonu, Felsefenin Sonu, Sanatın Sonu hatta İnsanın Sonu gibi Sonlar kehanetleri olarak tanımlanmış bu bağlam modernizmin tıkanıp ömrünü tamamladığı iddiası ileri sürülmüş buna karşılık yeni çağın post modernizm (modernizm sonrası) bir çağ olacağı saptaması yapılmıştı. Fakat şimdi bunlar hatırlandığında halen modern kavramı kullanılmakla birlikte artık post modernizm kavramının kullanılmadığı görülecektir. Yani post modernizm bir tür tedavülden kaldırılmış durumda...

Böylesi manipülatif ideolojik iddialar sonuncunda 2001 yılında ABD''de New York''ta gerçekleşen 11 Eylül saldırısı ile Orta Doğu yeniden yeni bir hedef haline getirilmiş, bütün dünya derinden sarsılmıştı. Benim Ülkemi Geri İstiyorum! başlıklı söz konusu sergim aslında bu konuyla ilgili Türkiye bakışlı bir sergiydi. Bir sanatçı, entelektüel ya da okumuş öngörü sahibi bir insan olarak davranmıştım aklımca. Günlük yaşam içerisinde olağan olarak güncel insani iletişim dili ifadelerinden bir dizi seçki sözcüğü resimlerimin üzerine şablonla geçirmiştim. Nasılsın? İyi misin? Boşver! Çık da gel! Gelirken Hırkanı da al gel! Sık sık ara! Nasıl olacak? Orada mısın? Neredesin? Yine gel! Kimseler yok mu? Nereye? Anlayabildin mi? vb. günlük hayat ve olağan sıradan ilişki cümleleri sanki bir rahat huzur içinde bir yaşam ve gelecek dürtüsü uyandırsındı niyetim sözüm ona...

Hatta Ülkemi Geri İstiyorum! başlıklı bir bildiri de kaleme alıp mecliste bulunan her partiden her milletvekillerine ve parti genel merkezlerine gönderdim fakat tek bir ses dahi çıkmadı hiç kimselerden ne yazık ki? Nazım Hikmet ne yapsın Balaban ne yapsın ki böyle bir durumda.

Ama unutulmasın ki onların ikisi de bir sanatçının yapabileceği etkiyi sonradan olabildiği kadar yaptılar ve aydınlanma devrimine katkı sundular diye düşünüyorum. Sanat aslında kısa vadeli güdümlü ve kalıcı bir etki enstrümanından çok, daha etkili ve kalıcı bir ilaç unutmayalım bunu...

Yeniçağ: Bir sanat filozofu olan Ekrem Kahraman''ı nasıl tarif ederdiniz?

Kahraman: Doğrusu ya bu soru da yine benim cevaplamamam gereken bir soru fakat ne var ki yine de kısaca cevaplamaktan kaçınmak yanlısı değilim. Ekrem Kahraman tam bir çağdaş insan çağdaş entelektüel çağdaş sanatçı ve şair. Aynı zamanda sürekli eylemci ve sadece sanat değil düşünce ve hayat filozofu bir kimlik. Çağının siyasi, ideolojik, insani, toplumsal, sosyal, kültürel, ahlaki, vicdani birikimlerini kendi zihninde ve ruhunda taşıyan tipik bir çağ insanı...

Alabildiğine tuhaf bir çağdan henüz çağ kimliğini oluşturamamış yepyeni bir zamana geçiyoruz. Ben bu yeni zaman katmanı zaman dışı zaman için epik bir gelecek tanımlaması yapıyorum. Çünkü bütün bir tarih boyunca bu döneme benzer birçok dönem yaşadı insanlık. Acı oldu, savaşlar oldu, yıkımlar trajediler oldu ama yeni bir çağ hep geldi ve yine de gelecek.

Latin Amerikan edebiyatının ünlü Kolombiyalı yazarı Gabriel García Márquez''in sevdiğim şiirsel bir tanımlaması var bu konuda. Yaklaşık olarak şöyle: "Toplumsal tuhaflık hali çoğunlukla ahlaki, kültürel ve tarihsel anlarda ortaya çıkar. Herkes endişe ve kaygı içerisine düştüğünde, her şey değişmek üzere olduğunda olacak olan olur sununda."

Yeniçağ: Dünyanın geldiği bu noktada resim sanatının durumuyla ilgili görüşlerinizi alabilir miyiz? Endüstriyel yapılar mı kalıcı olacak yoksa sanatın bekasını sengerlerle koruyan sanatçıların sayesinde Zat-i Alileri sanat kendi pozisyonunu muhafazayı sürdürecek mi?

Kahraman: Ne demek sürdürecek mi? Tabiatım gereği olarak ahlaki ve kültürel olarak hayallerim ve ütopyalarım gereği mecburum buna. Bu mecburiyet büyük bir tutku ve inat Ekrem Kahraman''da. Doğrusu ya başkaca bir şeye de öyle hamı şahım bir kabiliyeti de yok bildiğim kadarıyla?

Öte yandan yalnızca resim sanatının ya da genel olarak sanatın bilimin felsefenin ideolojinin günlük hayatın güncel hayatın ya da muhtemel gelecek tasavvurlarının önümüzdeki süreçte ne ve nasıl olacağının da enine boyunu düşünülmesi gerekmiyor mu dersiniz?

Bana kalırsa insan zihninden, ruhundan, elinden, dilinden çıkmış olan ne varsa ister endüstriyel ister eski tip el emeği, ustalık becerisi yoluyla olsun her sahici ve samimi yeni ve özgün sanat eseri -biz katılalım katılmayalım- günümüzün okunabilir üretimleri olacak kesinlikle...

Yeniçağ: Bir serüven olarak kendi 60 yılınızı ve Türk resim sanatının son 60 yılını nasıl yorumlardınız?

Kahraman: Kanımca, kendi 60 yılım dolu dolu geçti sayılır. Yalnızca resim çalışmak için iki ayrı atölyem var ve bütün zamanım sanat için düzenlemeye fazlasıyla uygun. Bugüne kadar bazıları uluslararası olmak üzere birçok karma ya da grup sergisi, kişisel sergi ve 20''ye yakın resim ödülü, birçok sanat ve kültür kurumundan sanat ödülü, birçok katalog, kitap video belgeselim söz konusu.

Bütün dünyada yalnızca çağdaş sanat değil sanatın çıktığı ve hitap etmeye yeltendiği çağdaş insan büyük bir ahlaki ve kültürel çıkmaz içinde. Buna karşın bazen yer yer yarı primitif yarı kavramsal sanat eserleri üretiliyor olsa da yine de Türk resmi hâlâ cumhuriyet etkisiyle oluşmuş olan kendi rotasında kendi sınırlı gücüyle ilerlemeye çalışıyor gördüğüm kadarıyla. Elbette toplum bu yürüyüşe mutlaka katılmalı ve Tür sanatına sahip çıkmalı ama kanımca bunu öncelikle devletin yapması gerekiyor. Belki en çok da sanatçıların ve sanat ortamlarının yapılanları sahip çıkması ve doğru değerlendirmesi gerekmektedir.