SARIKAMIŞ ve ŞEHİTLERİMİZ / Tahsin Ataizi

SARIKAMIŞ ve ŞEHİTLERİMİZ / Tahsin Ataizi

Cumhurbaşkanlığı  Muhafız  Alay Komutanlığı  görevinden sonra  Tümgeneralliğe kadar  yurtiçi ve yurtdışı görevlerde bulunmuş değerli silah arkadaşı ve Komutanlarımızdan (E.)  Tümgeneral Cihangir AKŞİT’in   SARIKAMIŞ  Harekatı  ile ilgili  paylaşmak  istediğim tarihi  belge  niteliğindeki kaleme aldığı yazısını ben de okuyucularımızla  paylaşmak istedim:

“Tarihimizde 104 yıl önce doğu cephesinde 1914 Aralık ayının 19’undan beri birkaç haftadır derin karda ve korkunç tipilerin altında çok zor ilerleyebilen "Üçüncü Osmanlı Ordusu", Rus ordusunu bir kolordusuyla cepheden tespit ederken, diğer iki kolordusuyla 2.500 metre rakımlı Soğanlı ve Allahuekber dağlarından gelerek onları yandan ve geriden kuşatmaya çalışıyor. Ancak mevcutların çok azalmasına rağmen "askerde panik olmuyor, insan takatinin sonuna gelmiş olmasına karşın düşmana sırtını asla dönmüyorlar, kumandanlarıyla beraber ya donarak ya da çarpışarak toprak oluyorlar."

Başkumandan Enver Paşa hatalar yapıyor. Mevsim kış; çok zor ve bata çıka ilerleyen Mehmetçik Sarıkamış kasabası önlerindeki karlı sarıçam ormanları içinde, tepelerin zirvelerinde, eksi otuz derecede, sürekli açıkta sabahlıyor. Asker hiç dinlenememeden, korunmalı sıcak yerlerde savunan çok iyi teçhizatlı çarın askerlerine karşı gece gündüz, aç biilaç ve üstelik parça parça taarruz ettiriliyor.

Özellikle de oradaki Kilise bölgesine mevzilenmiş Rus topçuları ise; açıktaki bu çok aç ve uzun yol yorgunu, tipiden ve soğuktan korunmak için her tarafına sarıp sarmaladığı buzlaşmış paçavra parçalarıyla askerden başka her şeye benzeyen sağ kalan son Mehmetleri, yüksekten açtığı o dehşetengiz görerek ateşleriyle ve projektör destekli ara vermeyen mitralyöz tarakalarıyla acımasızca biçip duruyorlar... Enver Paşa''nın o meşhur “Aradığınız her şey hedefte; ileri!” keskin emri nedeniyle askerlerinin en önünden süngü hücumuna kalkan 88''inci Alay Kumandanı Bahaeddin Bey yaklaşan acı sonu artık görüyor ve "Allah’ım bana bu günü gösterme!" diye yalvarıyor.

O başlangıçta yüz bin mevcutlu koskoca Üçüncü Ordu erimiş; ayakta ölüyor... Umutsuzluk cephede artık iyiden iyiye hissediliyor. Bitlenen askerlerin sayısının çok artmasıyla yayılan tifüs illeti soğuktan daha fazla can almaya başlıyor. Şehit olacağını anlayanlar, kanlı süngüleri ellerinde, yarı donuk, karlı buzlu çukurlara, kaya diplerine kıvrılıp son dualarını ederek ruhlarını teslim ediyorlar...

Karlı sarp dağları aşıp Rusların yan ve gerilerine düşmeye çalışan, 9 ve 10’uncu Kolorduların 50-60 binlik mevcutlarından sağ kalmayı her nasılsa başarabilmiş, işte o son kalan 3-5 bin kişiyi geçmez bir avuç memleket evladı, günlerdir doğru dürüst uyumamasına rağmen, yine de Sarıkamış’ın kenarındaki Dikenli tabya sırtlarından derin karların içinden bata çıka aşağılara akarak son bir süngü hücumuna daha kalkıyor. Hatta Sarıkamış tren istasyonunu ele geçirmeye bile muvaffak oluyor. Az sayıda da olsa Sarıkamış içine girebilen Mehmetler oluyor... Çarın askerleri şaşkın…

Ama heyhat! Başarı çok sürmüyor; Sarıkamış''ı takviye gelmiş, sırtı pek, karnı tok, muflonlu kaputlu, buz nalçalı deri çizmeli, yün eldivenli, şaraplı peksimetli, badem konserveli, güzel teçhizatlı çarın askerleri birkaç saat sonra karşı hücumla tekrar geri alıyor o istasyonu...

Sarıkamış''ın hemen Batı yanındaki Sarıçamur deresi bölgesinde bulunan garnizon hangarlarıyla ve depolarının bir kısmını son bir gayretle ele geçirmeyi başaran çok yorgun, diğer bir avuç Mehmetçik ise, çatıya çıkan çarın istihkamları tarafından oralara yerleştirilen patlayıcılarla bir anda havaya uçuruluyor...

İşte şimdi Sarıkamış’ın kuzey girişindeki o iki kilit arazi; Taşlı tepe ve Makinalı tüfek tepe ve de Yukarı Sarıkamış köyü gece gündüz kanlı süngü hücumlarıyla defalarca el değiştiriyor, ağırlığınca insan yiyor.

Mağlubiyet ve acı sonuç, çok düşen birlik mevcutları nedeniyle artık giderek her tarafta anlaşılmaya başlanınca, “oradaki alay sancaklarının düşmana kaptırılmaması” fikri bile doğuyor. Birkaç fedakâr çavuş vasıtasıyla, o an ulaşılabilen sancaklar katlanıp sarılıp karanlıktan yararlanılarak cephe gerilerine kaçırılıyor...

Üstelik Oltu’yu aldıktan sonra kimseye haber vermeden "Rusları çok daha güzel kuşatayım!" diye kuşatma kolunu 13 kilometre daha uzatan ve askeri bir anda sarp ve buzlu dağlara vuran Hafız Hakkı Bey’in 10''uncu Kolordusunun kurmay başkanı Nasuhi Bey bir anda çarın askerlerine esir düşüyor ve yanında bulunan Enver Paşa''nın gizli harekât planı da Rusların eline geçiyor. Baskın şeklinde düşünülen kuşatma artık tamamen açığa çıkıyor ve Ruslar gerilerinde kalan Sarıkamış’ı sürekli cepheden, daha geriden takviye ediyor...

"104 yıl önce 1915 ocak ayında"; yetersiz kış teçhizatıyla kara kışın ortasında Mehmetçik, çok aç ve yorgun. Ne yazık ki koca Ordu, makamı büyük ama deneyimsiz birkaç kumandanın elinde tümüyle yok olmak üzere... Çünkü Çarın ordusu, artık karşı taarruzlara başlıyor…

İşte ordusunu tükettiğini fark eden Enver Paşa emir komutayı hemen, paşalığa terfi ettirdiği Hafız Hakkı’ya devrediyor ve İstanbul’a gitmek üzere, cepheden apar topar ayrılıyor. Kendisi de daha sonra tifüsten ölecek olan Hafız Hakkı Paşa ise kısa bir süre sonra kurşun vınlamaları içinden canını zor kurtarıyor, tamamı yok olmak üzereyken ordunun arta kalanlarını son bir çabayla cepheden geriye çekebiliyor. Ancak 9’uncu Kolordu kumandanı İhsan Paşa karargahıyla beraber esir düşüyor. Şaşkın Çarlık Rus ordusu, güçlükle çekilen 3. ordu artıklarını neyse ki takip etmiyor ve “tam imhayı” kaçırıyorlar.

Sarıkamış’ta yapılan hata çok büyük ve sonuç ise tam bir felaket... Enver Paşa bile durumu, kendisini Ulukışla’dan uğurlamaya gelen amcasının oğlu Halil Paşa’ya “Kuvveyi külliye mahvoldu!” diyerek özetliyor. Ama Başkumandan vekili Enver Paşa, gerçekleri halktan, herkesten gizliyor ve elinde bulundurduğu basına da katı sansür uyguluyor… Halk uzun süre bilgisiz bırakılıyor.

Evet, bu acı deneyimden çok önce Enver Paşa, alay tümen kolordu gibi sıralı kumandanlıkları yapmadan tecrübesiz ve tepeden inme gelerek sadece 33 yaşında başkumandan vekili (Başkumandanlık her zaman padişahlara aitti) ve ordu kumandanı olmuştu. Kendisine yapılan gerçekçi uyarıları hiç dikkate almayan, Almanların büyük tesiri altında bulunduğu belgelerle iyice anlaşılan; ancak teşkilatçılığı ve Balkanlarda çete harplerindeki kahramanlıklarıyla ün salan Babıali baskıncısı, Edirne fatihi, damadı şehriyarı Enver Paşa, Yavuz ve Midilli’li Osmanlı Karadeniz donanmasını emrine verdiği Alman Amiral Suchon’a da hükümetin bilgisi olmadan “Karadeniz’e açılıp Rus donanmasını vurmak” gizli yazılı emrini bizzat vermişti (2014 yılında belgeyle kanıtlandı).

İmparatorluğu 1. Dünya savaşına böylece tek başına bir oldu-bitti ile sokan Başkumandan, Köprüköy’de zaten savaşmakta olan ordu kumandanını pasif bulduğu için, doğruca doğu cephesine karargâha gidiyor. Geldiğinde de "Kışı bekleyelim, yazın taarruz edelim!" diye neredeyse yalvaran ordu kumandanı Hasan İzzet Paşa’yı da aynı görüşteki diğer üst rütbelilerle birlikte derhal topluca emekli ediyor ve emir kumandayı bizzat kendisi devir alıyor.

"Balkan harbi mağlubiyetinin kara lekesini silmek, çok inandığı askeri dehasıyla yeni bir Tanenberg zaferi yaratmak için ve de 36 yıldır Rus işgalinde bulunan serhat diyarı Kars''ı (daha uygun yaz koşullarını bile bekleyemeden) alelacele kurtarayım" derken Enver Paşa mevcut durumun çok daha kötüleşmesine bizzat sebep oluyor. Kısacık bir başkumandanlık süresi içinde kendi emrindeki, daha seferberliğini bile tam tamamlayamamış dile kolay 60 bin ocak, memleket evladı dağda taşta tipide ve Sarıkamış''ta resmen yok oluyor. Yani, Sarıkamış bozgununun hemen sonrasında ve sadece bir buçuk yıl içinde, çarın ordusu Anadolu’nun böğrüne doğru taarruzunu sürdürüyor ve ne yazık ki tam tersine bir durumla üstelik Erzurum, Erzincan, Trabzon dahil çok büyük bir toprak parçası Çarlık Rusyasına terk edilmek zorunda kalınıyor. Üstelik o işgal yıllarında oralarda çok büyük acılar da yaşanıyor …

Daha sonraları Falih Rıfkı, ancak Kurtuluş savaşı sayesinde yine kanla ele geçirilecek olan o kaybedilen topraklar ve verilen ağır zayiat için; “Biri yumruklarını sıkıp sorsa ve de dese ki, dostlar siz ne yaptınız, şu ordularca Türk’e nasıl kıydınız? Bu seçkin askerler yaşasaydı da Mustafa Kemal Paşa düşmanı denize daha önce ve kolay dökseydi daha iyi olmaz mıydı?”. Bugün bu akılcı soruya aramızda hayır diyebilecek kaç kişi vardır ki acaba?

Mehmetçiğin hedefine ulaşmak doğrultusundaki o insanın dayanma gücünün çok çok üzerindeki uzun yürüyüşleri ile çelik iradesi ve cephede panik olmaması hariç, bu ağır mağlubiyeti sonucu itibarıyla, hala net bir mağlubiyet değil de sanki bir destanmış gibi göstermek, korkunç bir felaketten neredeyse şovence bir zafer çıkartmak kimin, ne işine yarayabilir ki? Yakın tarihten bugüne yönelik dersler çıkartmak yerine, yine benzer destanlar mı yazılsın? Moda olduğu için ani türeyen tüm sözde tarihçilere duyurulur…

Belli bir kesim günümüzde sürekli, " Ama Enver Paşa önceki 1877-78 Osmanlı Rus savaşında kaybettiğimiz Kars’ı Sarıkamış harekatıyla geri almak istedi! Hem 1. Dünya harbine istesek de istemesek de zaten girecektik! " diyerek, her şeye rağmen bizim için kuşkusuz bir değer olan Enver Paşa''ya bazı bahaneler üretip, bugünlere yönelik ağır ve haksız siyasi roller yüklemeye çalışmaktadır. Onun Sarıkamış''taki büyük hatası da duygusallık içinde ısrarla bugün de görmezden gelinmeye çabalanmaktadır…

Enver Paşa kışın ortasında alelacele, bizzat kendi inisiyatifiyle bir anda Sarıkamış kuşatmasını başlatınca “60 bin ocağın sönmesi pahasına da olsa” her şeye rağmen o cüretkarlığıyla ilk başlangıçta şaşkına dönen Ruslara, 30 binden fazla asker kaybettirmiştir. Böylece de bu cephedeki Rus ordusunun Sarıkamış bölgesindeki bir kolordusunu ‘Doğu Almanya cephesine takviyeye göndermekten’ de vaz geçmek mecburiyetinde bırakmıştır. Enver Paşa’nın bu olağanüstü gayreti sayesinde, Almanların Doğu Avrupa/ Rus cephesindeki yükü ise, daha da hafiflemiştir. Ancak Çar, böyle sıkıştıkça İngiltere ve Fransa’dan daha fazla yardım istemiş ve bu da Süveyş, Çanakkale, Galiçya vs. gibi diğer cephelerin açılmasına da sebep olmuştur. Sonunda, bu çok can ve kan sebil ettiğimiz teşebbüs, Sevr anlaşmasına, yani Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasına kadar giden bir yolun açılmasına da neden olmuştur.

İşte hayalleri gerçeklerin önüne geçmiş, bazı makul tarihçilerin söylemiyle “hatalı kahraman” Enver Paşa’nın, hırsla cepheye gelip, sorumluluğu devir alarak sadece 4-5 hafta için kumandanlık ettiği ve resmi kayıtlarımıza göre 60 bin memleket evladının feci şekilde sebil olduğu, doğru adıyla “1914 Sarıkamış Kış Kuşatması Seferi” tepeden inme bir hırs ve keyfi kararlar zincirinin sonucunda oluşmuştu. Günümüzde 90 bin kayıp lafını edenler ne yazık ki Çarlık Rusya’sının başarısını gerçek dışı olarak arttırmış olmaktadırlar….

Rusların tarihi dostları “General kış” karşısında bu benzeri koşulları yaşayarak ordularını karda tipide yitirip perişan olan başka hatalı ve hırslı başkumandanlar da vardır tarihte... Mesela; Napolyon’un büyük hırsı ve hatasıyla 400 bin askerini yok ettiği 1812 Moskova/ Rusya kış seferi; ya da Hitler’in yine büyük hırsı ve hatasıyla 627 bin askerini kaybettiği 1943 Moskova Stalingrad kış seferi bozgunları çok benzer örnekler olarak karşımıza çıkar. Napolyon hayranı Enver Paşa, Napolyon’un o bozgunundan hiç ders almamıştır. Hitler ise ne Napolyon’dan ne de Enver Paşa’nın o korkunç kış felaketlerinden ders almamıştır. Burada söylemek istenen şudur: “Ya ileride, bir başka yerde ve başka koşullarda veya çapta, bir başka çılgın kumandan tarafından tarih yine tekrar ettirilirse? Bu, insanlık için iyi mi olur, kötü mü olur?”

Peki ama Fransızlar, bizim neredeyse yedi katımız zayiat veren 1812 Moskova kış seferi bozgununu veya aynı şekilde Almanlar, bizim neredeyse Sarıkamış’a kıyasen on kat fazla zayiat vererek koskoca doğu ordular gurubunu kaybettiği 1943 Moskova kış seferi felaketini neden her yıl bizim gibi destanlaştırarak zafer gibi kutlamazlar?

Biz hemen söyleyelim nedenini; “Halk olarak tarihlerinden ders aldılar ve aynı gafleti bir daha asla kolay kolay tekrar etmezler!” ve halk olarak onlar artık iyi bilirler ki, “Sürekli düşman yaratarak asla ayakta kalınamaz! Hele, birinin ardına takılıp çocuklarını, eşlerini babalarını yani askerini, karda kışta, düşüncesizce ve hazırlıksız olarak çok riskli maceraya atmak, onu sebebi ne olursa olsun düşman ellere kırdırmak, yerlere serdirmek asla ülkeye hayır getirmiyor! Bu tür maceraların sonu da o neslin gencecik fidanlarını yok ettiği gibi, sonraki nesillerine de miras kalacak büyük yüz karası, azap ve hüsrana dönebiliyor…”

Sonuç olarak kıssadan hisse; aynı hataları yapmamak için “bir mağlubiyetten gerçekçi dersler çıkartarak, olup bitenleri objektif olarak ve cesurca askeri, siyasi ve sosyal açılardan sorgularken, bu arada bir milli tarih bilinciyle şehitlerimizi de hatırlamak” hoş bir yaklaşımdır. Ancak bunu böyle yapmayıp, sanki büyük bir zafer kazanılmış gibi Sarıkamış 1915’te kumandan hatalarıyla pisipisine yitirilen onca şehit ve sönen ocak için “Bu tür bir son, zaten onların kaderiydi. Ne mutlu onlara şehitlik şerbeti içtiler!” der gibi hiçbir şeyi sorgulamadan, korkunç bir felaketin asıl nedenlerinden tek kelime bile bahsetmeyip, “Şüheda için Sarıkamış Harekâtı gençlik yıldönümü kutlamaları, zafer yürüyüşleri yapmak” en azından eksik bir uygulama olmaktadır, kanaatindeyiz...

Keşke yurt sathında tüm valiliklerin ve bakanlıkların organizasyonunda son yıllarda ilk kez binlerce katılımcı vatandaşla anılan anmalarda, “Sarıkamış sonrası tarihten alınan dersler” gerçek “harp tarihi uzmanlarının” da katılımıyla uzun uzun konuşulsaydı da bizler de bunları kanallarda izleseydik, gazetelerde okusaydık ya!

Ayrıca, şehitlerimizi aralarında Sarıkamış, Çanakkale, o cephe- bu cephe- şu savaş vs. diye ayrım yaparak sınıflandırmak ve duruma göre farklı derecelerde kutlamak ya da anmak ise, daha da büyük yanılgı olmuyor mu? Tam 43 yıldır “Sarıkamış Harekatının ders alıcı bir mantıkla anılmasının bayraktarlığını yapan” bu konuda yazan çizen, oraları yerinde gidip adım adım görüp[1] sorgulayan bir yazar olmak sıfatıyla; eğer bu gün Sarıkamış’ta o felakette şehit olanları tıpkı önceki Çanakkale ve Kutülamare zafer anmaları gibi böyle artık “toplu yürüyüşlerle toplantılarla” anabiliyorsak eğer, her yıl “Mustafa Kemal Atatürk ile özdeşleşen dünya tarihinde bir millet iradesi olarak eşi benzeri görülmeyen Sevr’den Lozan’a Ulusal Kurtuluş savaşımızın, yani İnönü, Sakarya ve Büyük Taarruz zaferlerimizin de müthiş organizasyon ve katılımlarla en az bu seviyede katılımlı coşkulu yürüyüşlerle yerlerinde anılıp, zaferlerin keyif veren şenliklerle kutlanmasını” da bekleriz doğrusu…

Bu faaliyetlerin asıl amacı eğer ‘ülkede birlik beraberliği güçlendirmek’ ise bizce, bunu bir dizi hata ve gafletler zinciri sonucu oluşan Sarıkamış’taki acı mağlubiyeti sanki zafer gibi coşkuyla kutlayarak değil de insanımızı “doğru bilgilendirerek, orada olanları saygıyla anarak” yapalım. Eğitim sistemiyle insanımızda siyaset üstü, milli, sorgulayıcı, ders alıcı çağdaş bir tarih bilinci yaratalım… Hepsinin aziz ruhları şad olsun…”


“[1] Bana ilk İstiklal Harbi malul gazisi dedem anlatmıştı o yaşanan acıyı. Sonra 1975-1978 yıllarında Sarıkamış köylerinden Filit Ağa, Seyfal Demirci gibi o son yaşayan gazileri bizzat yerinde gidip gördüm ve dinledim gerçekte olanları. O günleri, çok acı çekerek zar zor anlatmışlardı. Görev yaparken, Sarıkamış harekatının geçtiği o arazileri, “yıllardır bunu anan bir ordu geleneği olarak” bizzat 57’inci Dağ ve Kış Alayı olan birliğimle de defalarca yürümüştüm. Bunu ise sonra romanlaştırdım (Sarı Sessizlik)…”