Savun(ma) hakkı
Ekrem İmamoğlu’nun avukatlarının tutuklanması, Türkiye'de hem siyasi hem de hukuki açıdan ciddi yankı uyandırdı. Bu gelişme, yalnızca bir adli vaka olmanın ötesinde, savunma hakkı, avukatların cezai sorumluluğu, hukuk devletinin işleyişi, ceza yargılamasında tutuklama tedbirinin uygulanması ve mesleki caydırıcılık gibi pek çok boyutta tartışılmayı gerektiriyor.
Tek Tek Bakalım…
Tutuklama sebepleri ve ceza hukukundaki kriterler açısından, öncelikle, tutuklamanın istisnai bir tedbir olduğu, temel hak ve özgürlükler üzerinde ciddi sınırlama yarattığı unutulmamalıdır.
Avukatların cezai sorumluluğu açısından: Eğer bir avukat, görevini yaparken suç işliyorsa (örneğin tanığı yönlendiriyorsa, yalan beyanda bulunuyorsa ya da tehditte bulunuyorsa), elbette cezai sorumluluğu doğar. Ancak bir avukatın yalnızca bilgi toplaması, müvekkili adına kişileri dinlemesi ya da bir strateji geliştirmesi, tek başına suç teşkil etmez. Bu noktada ayrımın mesleki faaliyet ile suç teşkil eden eylem arasında net biçimde yapılması gerekir.
Savunmanın temsilcisi olan avukatların sistematik biçimde hedef alınması, cezai adalet sisteminin tarafsızlığına zarar verir. Eğer avukatlar, yalnızca görevlerini icra ettikleri için cezai soruşturmalara maruz kalırlarsa bu, savunma hakkının fiilen ortadan kalkması anlamına gelir.
Hukuk devletinde savunma dokunulmazlığı esas olmalıdır. Avukatlar yalnızca temsil ettikleri kişilerin değil, aynı zamanda adaletin de bir parçasıdır.
Caydırıcılık ve Savunma Hakkının Zedelenmesi: Bu tutuklamaların en ciddi sonuçlarından biri, avukatların yargılama sürecinde oynadıkları rollerin kriminalize edilmesi ve bunun özellikle siyasi davalarda görev alacak avukatlar üzerinde yaratacağı caydırıcı etkidir. Siyasi kimliği olan müvekkillerin savunulması, bu örneklerde olduğu gibi yüksek risk içerebilir hale geldiğinde, savunma alanında ciddi bir boşluk oluşur. Bu durum, adil yargılanma hakkının doğrudan ihlalidir.
Avukatlar, mahkemelerin ve müvekkillerin gözünde bağımsız ve güvenilir olmalıdır. Ancak bir devlet, avukatların görevlerini yapmalarını cezalandırmaya başlarsa, hukukun temeli olan adil yargı ilkesi çöker. Zira adil yargılamanın üç ayağı - savcılık, mahkeme ve savunma - arasında denge olması şarttır.
Sonuç ve Değerlendirme
Avukatlara yönelik tutuklamalar yalnızca bireysel bir adli vakayı değil, Türkiye’deki siyasi atmosferi, hukuk sisteminin bağımsızlığını ve savunma hakkının geleceğini yakından ilgilendirmektedir. Avukatların özgürce görevlerini yapmaları, sadece bireysel hakların değil, hukuk devletinin de teminatıdır. Bu bağlamda, yargı organlarının bağımsız ve tarafsız davranması, savunma hakkını zedeleyecek uygulamalardan uzak durması gerekmektedir. Aksi hâlde bu gibi tutuklamalar, Türkiye’de hukuk güvenliğinin daha da aşındığı bir sürecin göstergesi olacaktır.
Adalet varmış gibi denetim varmış gibi
Yeni İttifak: Siyasi etik ve toplum
Yangınlar, sorumlular ve eleştirilemezlik!..
Hani sandık meşruiyeti önemliydi?
Erken Seçim Çağrısı: Sandık Yalnızca Tepki Değil, Umut Olmalı
CHP Kurultayının iptali!..
Demokratik Tartışmanın Bastırılması
Savun(ma) hakkı
Değişiklik Talepleri ve Siyasi Mühendislik
Kurumlar güçtür









