Seçmen kararını değiştirdi mi?

Günlerdir konuşulan canlı yayın en sonunda tamamlandı.

Ekrem İmamoğlu ve Binali Yıldırım kozlarını paylaştı.

Program öncesi öyle bir hava vardı ki, seçim sonuçlarını bu programın belirleyeceği üzerinde duruluyordu.

Her iki tarafın fanatikleri dil olarak oldukça keskindi.

Hatta program başlamadan önce ortaya çıkan komplo teorileri, moderasyon tartışmaları epey konuşuldu.

Ancak tüm bu tartışmalar, beklentiler programın başlayıp sona ermesiyle yerini bambaşka bir tabloya bıraktı.

Sanki her iki taraf da bir üst tura yükselmeyi garantilemiş futbol takımı gibiydiler.

O kadar kontrollüydüler ki gerginlik seviyeleri bir süre sonra yerini karşılıklı nezakete bıraktı.

Hatta program bitiminde ailecek kucaklaşacak seviyeye geldiler.

 

Siyaset için görmek istediğimiz sahneler. Kutuplaşmadan, kaostan, gerginlikten, çatışmadan beslenen bir siyaset kültürü herkesi esir aldığı için, kısa süreli göstermelik olacağına şüphe yok.

Özellikle İmamoğlu'nun performansı çok daha yüksek olabilirdi. Çünkü tarihte görülmemiş bir mağduriyet yaşadı.

Binali Yıldırım'ın şahsını hedef almadan; İstanbul sokaklarından, imara aykırı yapılaşmasından, otogarından, sahillerinden birkaç fotoğraf paylaşılsa, Türkiye'nin geldiği, getirildiği ve getirilmek istendiği durum çok net bir şekilde özetlenecekti.

İmamoğlu'nun, YSK'nın kararı ve AA'nın veri akışı üzerinden Binali Yıldırım'a sorduğu sorular çarpıcıydı. Bunu doğrudan muhatabının yüzüne ifade etmesi de bir o kadar etkiliydi. Yıldırım da ilk kez AA'nın veri akışını kesmesini doğru bulmadığı itirafında bulundu. Oysa o gece AA'nın verileri üzerinden seçimi kazandıklarını ilan etmişti.

İmamoğlu'nun bir diğer üstünlük kurduğu konu ise vakıflara aktarılan paralar konusunda oldu. Binali Yıldırım orada açıkça "Vakıflara tabi ki aktarım yapılacak. 15 Temmuz gibi FETÖ'nün gençlerimizi zehirlememesi için bu vakıflar üzerinden çalışmalar yapılıyor, yardımlar yapılıyor" mesajı verdi.

Oysa devletin olduğu yerde, devletin esas olduğu durumlarda böyle bir tablo söz konusu olamaz. Bu vakıfları hepimiz biliyoruz, tamamen AK Parti çizgisinde hareket eden ve parti referanslarıyla yardım dağıtan oluşumlar…

İmamoğlu bu noktayı iyi yakaladı; "Vakıflar olmalı ama bu işleri yapması gereken devlettir, esas olan devlettir" vurgusu yaptı.

Buradan da ciddi bir yüklenme sağlayabilirdi. Ama adaylar adeta birbirlerine söz vermişçesine rakibini hafifçe rahatsız edip çekilmeyi tercih ettikleri için, konu arada kayboldu.

Binali Yıldırım, bir ara tonunu yükseltip "İmamoğlu yalan söylediği için milletten özür dilemelidir" dedi. Ama bu çıkışı karşılık bulmayınca, normal tona geri döndü.

***

Stüdyonun ışığı, adayların bulunduğu yer ve fon, son derece kötüydü. Birçok Youtube kanalı bile daha iyi bir görüntü kalitesine sahip. Bu kadar önemli bir buluşma için dekor ve ışık iyi daha profesyonel olmalıydı.

Moderatör İsmail Küçükkaya, tarafsız bir yayın yönetti. Ama o da çok gergindi. Programın sonunda İmamoğlu'nun teklifiyle ailelerin bir araya gelmesi fikrine kendisinden daha çok sevinen yoktur.

Çünkü program öncesinde her çevre tarafından hedef gösterildi.

***

Gelelim programın seçmen üzerindeki etkisinin ne olacağına.

İki tarafında kontrollü söylemleri, seçmen davranışını değiştirecek bir intiba uyandırmadı.

Binali Yıldırım, güçlü projeler yerine "sempatik" bir görüntü sergilemek istedi. "Hadi benden de 10 saniye" gibi yaklaşımları vardı.

Ekrem İmamoğlu ise belediyecilik zihniyetini yansıtmak ve mağduriyetini paylaşmak istedi.

Farklı yaş grupları ve çevreden konuştuğum kişilerin programla ilgili tek kelimelik bir özeti vardı; "sıkıcı."

Haksız da sayılmazlar.

Formatı oturmamış, konuşmacılar aşırı kontrollü ve aşırı gerginlikten sonu kucaklaşmayla biten bir program oldu.

Tüm bu gözlemler ışığında seçmenin fikrinde herhangi bir değişiklik olacağını söylemek zor.

İmamoğlu her şeyi göze alarak mağduriyetini ve güçlü olduğu tezleri daha yoğun kullanmalıydı.

 

Yazarın Diğer Yazıları