Atatürk: Sen kuvvetliymişsin, bakır yırtarmışsın, doğru mu?

Atatürk: Sen kuvvetliymişsin, bakır yırtarmışsın, doğru mu?

1931 yılının sıcak bir Haziran günüydü, Mehmet Ağa’nın Çemberlitaş’taki lokantasına sıklıkla pehlivanlar gelir, yemek yerdi. O gün lokantasının kapısından 2 metreyi aşan boyu, iri cüsseli bir genç girdi.

22 yaşındaydı 2 metrelik kapı kısa gelmişti. Pehlivandan anlayan Mehmet Ağa delikanlıyı bir masaya buyur etti. Gözlerine inanamamıştı. Delikanlının vücudu bir heykeli andırıyordu.

Yemeğinin siparişini vermeden Mehmet Ağa’nın sorusuyla karşılaştı:

-Pehlivan mısın oğul?
- Biraz.
- Nasıl biraz?
- Biraz anlarım.
- Adın ne?
- Salih.
- Nerelisin?
 -Urfa. Niye sorarsın bunları?
- Merakımdan.
- Eyvallah dayı, ben bir mercimek alsam.
- Tamam, getiriyorum.


Bu sırada lokantada ki pehlivanlar birbirlerinin kuvvetlerini deniyorlardı. Üst üste koydukları sandalyeleri tek elleriyle kaldırıyorlardı. Bu pehlivanların yıllardır uyguladıkları bir güç gösterisiydi. Bu sırada delikanlı onlara hiç bakmadan yemeğini yiyordu. Mehmet usta merakından gene yanına geldi.

- Bağışla oğul merakımdan sorarım, çalımın, heybetin hoşuma gitti.
- Estağfurullah ne demek, buyurun.
- Ne ararsın İstanbul’da?
- Meydan okumaya geldim.
- Kime?
- Çoban Mehmet pehlivana.
- Ne dedin?!


Çoban Mehmet''i hepsi tanırdı, o Atatürk''ün pehlivanıydı. 1896 yılında Atina olimpiyatlarına katılmak istemişti ama alınmamıştı, gerekçe ise Osmanlı''nın spor komitesi olmamasıydı.

Bu sırada bu konuşmaya diğer pehlivanlarda tanık olmuştu, hemen konuyla ilgilendiler.

- Şuna bak şuna, biraz cüssesi var diye Çoban Mehmet''e üstün görür kendini.

Hemen bir alay başladı.

- Estağfurullah, öyle bir şey yoktur.

Kendini savunmak istese de yapamadı, ancak Mehmet Efendi pehlivanlara döndü.

- Öyle demeyin, tanımazsınız bu yiğidi, belki çok kuvvetlidir.

- Ne kuvvetli olacak?

Salih baktı olmuyor, işin içinden çıkmaya çalıştı.

- Borcum ne kadardır Ağa, gideyim ben.

Çoban Mehmet''i andığına bin pişman olmuştu bile. Ancak eğlenecek şey bulmuş pehlivanlar onu bırakmıyordu.

- Bir de Anadolu''dan gelmiş, oradan pehlivan mı çıkar? Hepsi çürük be.

- Anasının sütü yeni kesilmiş gelip pehlivanlık taslarlar, yobaz diyarı ne olacak.

- Hep böyle yarım akıllı olurlar, cesurluk taslarlar ama bir şey oldu mu böyle kaçıp giderler.


Tam parasını ödeyip dükkândan çıkmak üzere olan Salih bunları duyduğu gibi geri dönmüştü, kendisine hakareti kaldırabilirdi ama bunlar haddi aşıp bütün Anadolu''ya hakaret etmişti, anasına babasına da laf gidiyordu artık. Anadolu''dan Pehlivan mı çıkar? Bunlar hiç mi duymamıştı kuvvet ilahi Keçecili Kasım''ı, bütün saray pehlivanlarını hizaya diken, iki Osmanlı başpehlivanıyla aynı anda çocuk gibi oynayan Kasım''ı.


Bakıryırtan Salih gençlik yıllarında

Ya o Kazıkçı Karabekir''i? Bütün Rumeli''yi sıraya dizmişti, Abdulaziz Kavasoglu’nu elinden zorla almamış mıydı? Güreşip yenmediği bir pehlivan bırakmamıştı Rumeli''de. Hem anasına babasına da laf gitmişti. Birden heriflere döndü.

- Kızdı bizim ki.
- Dövmesin de.
- Galiba ağırına gitti dediklerimiz, hâlbuki doğru da söylemiştik.


Alaylar devam ediyordu. Salih Mehmet Efendiye döndü ve köşedeki kahve servis etmek için kullanılan bakır bir tepsiyi gösterdi.

- Ağam, şunu bir alabilir miyim?

Mehmet Ağa biraz da merak içinde tepsiyi getirdi.

- Buyur.

Salih tepsiyi alıp pehlivanların yanına gitti, etraftakiler toplanmış, herkes lokantaya yığılmıştı. Salih tepsiyi onlara uzatıp.

- Buyurun.

Pehlivanlar garip garip bakıyordu. Galiba deli bu diye düşündüler

- Ne yapacağız bunu?

- Yırtın, madem o kadar pehlivansınız.

- Deli misin sen be bu yırtılır mı?

- Bir deneyin.


Pehlivanlar herkesin onlara baktığını görünce mecburen denediler, ancak tepsiye hiçbir şey olmadı. Ardından Salih tepsiyi eline aldı.

- İnsanların Pehlivanlığı, gücü, kuvveti hakkında bir şey bilmeden neden hakaret ediyorsunuz?

İyice utandılar, az önce alay ettikleri simdi onlara o kadar insan içinde nasihat veriyordu. Bir anda baştaki kızdı.
- Sanane be, kaç paralık pehlivansın?

Adam lafinı daha yeni bitirmişti ki Salih tiz bir sesle tepsiyi kağıt gibi yırttı. Herkes şaşkın şaşkın bakıyordu.

- Kaç paralık pehlivan olduğum beni ilgilendirir.

Ancak tatmin olmamıştılar, bu seferde Bakır inceydi, biz de az önce güç gösterisi yaparken yorulduk dediler. Bunun üzerine çok kalın bir tepsi getirdiler.

Salih bunu da kolayca yırttı, ama bu da yetmedi, Bakır pahalı bir şeydi, hem Mehmet Ağa iddia sahibi değildi bu yüzden başka bir şey vermedi, etraftan çok kalın bir halat buldular, bunu tam 4 parça edip Salih''e verdiler, Salih şaşkın bakışlar arasında bunu da elleriyle kopardı.
Yaşananlar Vakit Gazetesi’nin 20 Haziran 1931 tarihli sayısında, 1’nci sayfadan duyuruldu:

“KUVVETE BAKINIZ!
Genç bir Türk pehlivanı bakır bir kevgiri sonra dört katlı halatı parmağı ile parçalıyor”



Vakit Gazetesi - 20 Haziran 1931
 

Takvim yaprakları 22 Temmuz 1932''yi gösteriyordu

Atatürk Yalova Çınarcık’taydı. Güreş seyretmek istemişti.
Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı Komutanı sporsever General İsmail Hakkı (Tekçe) Paşa, zehir gibi acı kuvvetli olan bir askerin yaptığı akıl almaz marifetlerden söz edince meraklandı. “Getirin tanışmak isterim!” diye emir verdi.

Heykel gibi bedeniyle karşısına dikildi. Adının Urfalı Bakıryırtan Salih olduğunu öğrendi. Karşısında duran dev yapılı esmer delikanlıyı süzdü ve ardından sordu:

- Sen kuvvetliymişsin, bakır yırtarmışsın, doğru mu?

Göğsünü öne çıkararak yanıt verdi:

- Evet, doğrudur Paşam!

Emri üzerine mutfaktan bakır tencereler, tavalar, siniler getirilip Urfalı genç Salih’in önüne yığıldı. Bakıryırtan Salih, döğme bakırdan yapılma tencere ve sinileri, herkesin gözleri önünde mukavva kutu yırtar gibi parçalayarak marifetini gösterdi. Atatürk, hayretini gizleyemedi, “Aferin çocuk!” dedi ve ardından aşçıya seslendi:

- Daha kalın ve kenarı kıvrık bir tepsi getirin.

Salih, getirilen kalın kenarlı tepsiyi biraz zorla da olsa, ikiye bölmeyi başardı. Hayretine hayret eklendi. Yarısına kadar parçalanmış tepsiyi alıp yanındakilerin parçalamasını istedi, ancak hiç kimse tepsiyi bir milim dahi kıpırdatamadı.

Gösteride bu kez iskambil destesi vardı. Salih, verilen bir deste iskambil kâğıdını da ikiye bölünce sordu:

- Kuvvetin ana tarafından mı, yoksa baba tarafından mı evlat?

Babam pehlivan değildi, fakat anamın kova kadar bir küp pekmezi, bir eliyle tutarak içtiğini bilirim Gazi Paşam…

Atatürk iri kıyım olan aşçıbaşını göstererek, “Salih, bununla güreş tutar mısın?” diye sordu.

- Hemen paşam. Gel bakalım aşçıbaşı!

Salih bir anda masadan atlayıp gelen adamı bohça gibi havaya kaldırdı, adam iri yarı ve şişman olduğu için onu aşçıbaşı sanmıştı, Atatürk arkada gülüyordu. Çünkü Salih''in aşçıbaşı deyip kaldırdığı adam aşçıbaşı değildi, Atatürk''ün Genel sekreteri ve daha sonra da Başbakan olacak Recep Pekerdi.

Recep Peker daha sonra bu olayı anlatırken şunları söyleyecekti:

" Bende pehlivandım, hem de pek kuvvetliydim ancak Salih beni bir anda öyle kavradı ki üzerime vinç çöktü sandım, kıpırdayamadım bile, beni boş bohça gibi havaya kaldırdı. Ben böyle güçlü bir adam hiç görmedim. O zamanlar 115 kilo kadardım."


Bakıryıntan Salih

Ardından Atatürk hemen Çoban Mehmet''i çağırdı, Salih''e alafranga güreş öğretilmesini istiyordu, çünkü bilmiyordu. Bu Salih 200 kilo bile olsa rakibini zorlanmadan kaldırabilirdi, bu yüzden güreşi öğrenip olimpiyatlarda yarışırsa, kaç kilo olursa olsun herkesi ezer geçerdi. Her maçta, her olimpiyatta, her turnuvada, her şampiyonada göğsümüzü kabartırdı.

Gücüne hayran kaldığı kuvvet harikasının, iyi bir pehlivan olabileceğini düşünerek, onun muntazam ve metodik bir surette yetiştirilmesi için, ilgililere gerekli emri oracıkta verdi. Terhisi yaklaşan Urfalı Salih’in İstanbul’da Şişe ve Cam Fabrikasına (Paşabahçe) yerleştirilmesini istedi. 
Salih bu fabrikada işe girdikten sonra, İstanbul Fatih Güreş İhtisas Kulübü’ne gidip gelerek güreş öğrenmeye başladı.

Haliç İdman Kulübünün Yalova’ya yaptığı bir gezi sırasında, güreşçilerin de yeniliklerini haber alan Atatürk hemen sordu:

- Çoban da var mı aralarında?

Çoban Mehmet’in Yalova’ya gelen güreşçiler arasında bulunduğunu öğrenince çok sevindi. Hemen bir müsabaka düzenlenmesini emretti. Gereken hazırlık hemen yapıldı. Güreşler başladı.

Çoban Mehmet rakibi Faik Pehlivan’ı yenmiş; Cemal Pehlivan da rakibi Urfalı Bakıryırtan Salih’i alt etmişti.

Atatürk, büyük umutla beslediği Bakıryırtan Salih’in bir türlü iyi bir pehlivan olamayışı karşısında hayâl kırıklığına uğramıştı.

Güreşler bitti, Çoban Mehmet 1’nci oldu. Atatürk kendisini yanına çağırdı. Adeta dert yandı:

- Salih hâlâ iyi bir pehlivan olamadı Çoban, dedi.

Çoban Mehmet suçlunun kendisi olduğunu düşündü.

- Kendisini yetiştirmek için çok çalışıyoruz Paşam, fakat bir türlü ka­fası almıyor. Çünkü kafası, güreş oyunlarını almaz. Sürati intikali hiç yok ve her güreş idmanın­da müthiş heyecanlanır, her zaman ne yapacağını şaşırır, diye mırıldandı.

Atatürk, o sözler karşısında kahkahalarla gülmekten kendini alamadı.

Urfa’lı Bakıryırtan Salih Pehlivan, güreş tarihimize acı kuvvetiyle damga vurdu. Gelmiş geçmiş en kuvvetli pehlivanlarımızdandı. O ka­dar kuvvetliydi ki, anlatılamaz. Gençliğinde en ağır develeri bile sırtında havalandırırdı. İşte bu derece mükemmel kuvvete sahip olmasına rağmen, milletlerarası çapta bir başarı elde edemedi. Bu da, minderde zafer yolla­rını bulabilmek için sadece kuvvetin ve idmanın yeterli olmadığının en be­lirgin misali olacaktı.

Güreş tekniğini bilmek, güreşçinin bu spora özgü zekâsını kullanması ile orantılıdır. Zaten bunu da Atatürk ifade etmişti:

“Güreş kuvvet ve zekâ oyunudur. Bu iki üstün varlık, insanda birleştiği vakit, ancak büyük işler görülebilir.”

Urfalı Bakıryırtan Salih, Atatürk''ün vefatından sonra güreşten tamamen koptu. Kuvvetini ve cüssesini panayırlarda gösteri yaparak gösterdi.


Bakıryırtan Salih gösteri yaparken


Bakıryırtan Salih gösteri yaparken


Bakıryırtan Salih''in bedeni, kaldırdığı kiloların ağırlığını 1968 yılına kadar taşıdı. 59 yaşında aramızdan ayrıldı.

 

Yaşar Gürsoy
 

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/baspehlivan-cengizhan-simsek-o-hareket-icin-gunlerce-calismis-iste-o-goruntuler-558881v.htm

Kaynak:

Utkan Kocatürk, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi
Cem Atabeyoğlu, Atatürk ve Spor
İsmet Atlı, Dünya Güreşine Oyun Getiren Ustalar
Ali Gümüş, Asrımızın Koca Yusufları
guresturkiye.net
Vakit Gazetesi 20 Haziran 1931

 

Yazarın Diğer Yazıları