Silivri'den röportaj

Silivri Cezaevi'nde avukatlarımla bir röportaj gerçekleştirdim. Ben sordum  avukatlarım Celal Ülgen ve Ruşen Gültekin, davama ilişkin detayları ortaya koydu.

 "İddianame kabul edildi. Aleyhimize olan bütün kanıtları ve aşamaları görme olanağı buldunuz. İddianameyi genel olarak nasıl değerlendiriyorsunuz."

Av. Celal Ülgen: "50 sayfalık iddianame klasik formatına uydurulmuş fakat hukuksal gereksinimler ötelenmiş içi boş bir iddianame olarak değerlendiriyorum. Yasa maddeleri bir tarafa bırakılmış CMK'nın savcılara yüklediği temel görevlerden biri olarak lehe ve aleyhe olan delillerin birlikte toplanması hususu göz ardı edilmiş salt aleyhe olan deliller değerlendirme kapsamına alınmış ve sübjektif, tek yönlü bir iddianame olmuş. Böyle iddianamelerle tanışıklığımız bir hayli eskidir. Kumpas davaları sürecinde de sıkça karşılaştığımız bir iddianame türü. Bilindiği gibi ülkemizde ve tüm uluslararası hukukta Bangalor yargı etiği kuralları geçerlidir. Hatta bundan esinlenerek bizim HSK'da Türk yargı etiği adı altında savcı ve hakimler için yargı etiği kuralları hazırlamış ve halka söz veriyoruz bu etiğe uyacağız demişlerdi. Bu iddianame bu açıdan da bir fiyasko. Yargı eteği kuralları hiçe sayılmış. 'Yargıda Güvenin sağlanması ve sürdürülmesi için bağımsız olmak kadar bağımsız görünmenin de önemli olduğu' unutulmuş."

Av. M. Ruşen Gültekin: "Ben aslında iddianamenin CMK'ya göre unsurlarına göre hazırlanmış bir iddianame olduğunu düşünmüyorum. Üzülerek söylüyorum ki, bu "şey" iddianame değil. Üzerinde iddianame yazması o kağıdın iddianame olduğunu göstermez. Bir kere iddianamede olaylar mevcut delillerle ilişkilendirilerek açıklanır. Burada bu yok. En basitinden size suçlama olarak bir radyo yayını yaptığınız program görüşmeniz "çamur at izi kalsın" şeklinde yöneltilmiş.

Oysa bu görüşmenin bir casusluk konuşması olmadığı derhal anlaşıldı. Bir canlı yayın bağlantı görüşmesi. Cumhuriyet savcıları böyle hata yapmaz. Bu konuşmanın gerçekten böyle olduğunu delil toplayarak öğrenmeleri on dakikalık bir iştir. Buna rağmen bu görüşmenin iddianameye adeta bir casus konuşması gibi konulması suçtur. Savcı senin de güvencendir. Suç işlemişsen kamu adına bunu ortaya çıkaracak, suçsuzsan seni kurtaracak tek kişidir. Savcı tüm Türk milletinin güvencesidir. Eğer bu görüşmenin içeriğini bilmesine rağmen yazmışsa suç, bilmeden koymuşsa büyük vahamettir. Üstelik siz tutuklusunuz. Yaşam hakkınız, hürriyetiniz savcının garantisindedir. Bu ve benzeri sebeplerle iddianame sıkıntılıdır. Aslında mahkemenin iddianameyi iade etmesi gerekirdi. Bu konuyu ikinci soruya verdiğim yanıtta açıklayacağım."

"Ruşen Bey uzun süre Yargıtay'da savcılık yapmış bir savcı olarak bir Başsavcının iddianameye imza atmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?"

Av. M. Ruşen Gültekin: "Bu sorunuz bana 2011 yılını hatırlattı. 2011'de FETÖ yargıyı ele geçirmiş, Yargıtay'da sürgünler başlamış, ben Gaziantep'e Ömer Faruk Eminağaoğlu İstanbul'a yargıç olarak sürgün edilmişti. İstanbul'da garip bir olay oldu. Ömer beyin mahkemesine gelen iddianamelere Başsavcı Vekili Zekeriya Öz "görüldü" yapıp kırmızı kalemle imza atıyordu. Ömer bey bu iddianameleri iade etti. Hukuken Başsavcının iddianamelere görüldü yapmasının hukuki gerekçesi olmadığını anlattı.

Gerçekten de 5271 sayılı CMK'nın 170. Maddesi ile 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ve BAM Kuruluş, Görev ve Yetkileri hakkında yasada Başsavcı ve vekillerinin, cumhuriyet savcısının düzenlediği iddianamelere görüldü yapabileceklerine dair bir hüküm bulunmamaktadır.

5235 sayılı yasanın 18/2-4 maddesinde cumhuriyet başsavcısının görevleri Başsavcılığın verimli, uyumlu ve düzenli çalışmasını sağlamak, iş bölümünü yapmak olarak gösterilmiştir. Yani başsavcı iş bölümü ile sadece kimin nerede çalışacağını belirler.

Cumhuriyet savcıları tarafından düzenlenen iddianamelere görüldü olarak işlem yapılıp mahkemelere gönderilmesi, o işlemlerin her zaman için hukuksal çerçevede ortaya çıkan işlemler değil, o kaşeyi basanlarca, o uygulamayı yapanlarca uygun görülen işlem olduğu düşüncesini hiçbir zaman ortadan kaldırmayacaktır. Oysa taraflarda, mahkemede ve hatta kamuoyunda soruşturmaların; adil, etkili, güvenli, bağımsız ve tarafsız yapılıp yapılmadığı yolunda herhangi bir tartışma ya da bu yolda en küçük bir kuşku hali bile yaratılmamalıdır.

Kaldı ki, bağımsızlık esasına göre çalışan mahkemelere gelen, iddianame olsa bile o iddianame soruşturma için görevli savcının iradesini yansıtmalı, soruşturma için birden fazla kişi varsa onların iradesi olmalı soruşturmada sorumluluğu ve görevi olmayanların müdahaleci işlem ve uygulamalarına ortam yaratılmamalıdır.

Unutulmaması gerekir ki, CMK 174. Maddesi uyarınca iddianameleri değerlendirme ve denetim yetkisi Cumhuriyet Başsavcılarında değil, mahkemelere aittir.

Özetle, bu iddianamede Cumhuriyet Başsavcısının görüldü yapma yetkisi olmadığı gibi, görüldü koyması mahkeme önüne gelen iddianamenin adil, etkili, güvenli, bağımsız ve tarafsız bir soruşturmaya dayalı olup olmadığı; cumhuriyet savcılarının bağımsız ve güvenceli hareket edip etmediği konusunda hak etmedikleri (veya hak ettikleri) bir tartışmaya yol açmıştır. Aslında Başsavcıların hassas olup bu konuda en küçük bir algı dahi yaratmamaları gerekirdi. Yazık olmuştur. Kanımca 'görüldü' işlemi hukuksuzdur."

 "Celal Bey, soruşturma sürecinden iddianamenin kabulüne kadar geçen sürede tüm aşamalarda MİT Kanunun 27/3-1 maddesine dayanıldığı halde iddianame tanzim edildiğinde aniden TCK 329. Madde ile karşılaştık. Bu sizce normal bir durum mudur, bunu nasıl okumak gerekir?"

Av. Celal Ülgen: "Evet gerçekten bütün soruşturma süreci, iletişimin denetlenmesi talebi ve kararları, tutukluğun gözden geçirilmesi talebi ve tutukluluğun devamı kararları, gözaltı kararları, savcılık ifade tutanakları ve sulh ceza hakimlikleri ifade sorgu zabıtları tamamen ve istisnasız Mit kanunu 27/3-1'e dayanmaktadır.  TCK 329. Maddenin piyangodan çıktığını söylemek sanırım yanlış olmaz. Bilindiği gibi Mit kanunu 27/3-1 maddesinin ihlali yolundaki suçlar Ağır Ceza mahkemesinde değil Asliye Ceza Mahkemesinde yargılanması gereken suçlardandır. Bu açıdan Asliye Ceza Mahkemeleri ağır Ceza Mahkemelerine göre daha az kontrol edilebilir mahkemeler. Ayrıca MİT Kanunu CMK'da tutuklamayı gerektiren suçlar arasında yer almamaktadır. İşin içine TCK 329. Madde girince hem Mahkeme Asliye Cezadan Ağır Cezaya taşınmış oldu ve hem de tutuklu sürelerin daha uzaması sağlanmış oldu. Bunun dışında da başka nedenler de var. Bunları Yargılama sırasında tek tek açıklayacağız."

"Peki TCK'nın 329. Maddesi ile MİT Kanunun 27/3-1 arasında genel kanun özel kanun ilişkisi var mı? İki yasa hükmünün birlikte uygulanması olanağı var mı?"

Av. Celal Ülgen: "Ortada zincirleme suç olmadığı için iki yaptırımın birlikte uygulanması olanağı bulunmamaktadır. Savcılar daha ağır yaptırım öngören yasadan hüküm kurulmasını talep edeceklerdir. Burada şunu açıklıkla söylemek gerekir MİT kanunu 27/3-1 Maddesinde 'Fiil daha ağır cezayı gerektirmiyorsa' diye bir ibare yer almadığından TCK 329. Maddenin uygulama alanı kalmayacaktır. MİT kanununda böyle bir hüküm yer almadığı için TCK 44. maddesi gereğince fikri içtima kurallarının uygulanma olanağı da bulunmayacaktır.   İşte o zaman özel- genel kanun uygulanması ilkeleri nedeniyle özel kanunun fiile tatbik edilmesi zorunluluk gösterecektir.  Fakat burada peşin olarak belirtmeliyim ki; bu davadaki gazetecilerin şehit düşmüş bir MİT mensubunun MİT'in suç duyurusunda dediği gibi 'merhum MİT personelinin' fotoğrafının yayınlanması gizli bilgileri yayınlama suçu oluşturmayacaktır."

"Celal Bey, İddianamede delil olarak şehit mit mensubu için mit mensubu olduğunu belirtmeden paylaştığım twitin kanıt gösterilmesi yanında bir de Sputnik'te canlı yayında kitabım 'Sarmal'ı anlatmak için 15 dakikalık bağlantıdan da kanıtmış gibi söz edilmektedir. Siz bu konuyu daha önce açıkladınız. Bir de dezenformasyon olarak değerlendirilen ve 'Sahte mahkeme kararı nitelemesi var.' Bu hususa hakkında düşünceniz nedir?"

Av. Celal ÜLGEN: "Sorgu sırasında Sulh Ceza Mahkemesinde olan meslektaşlarımız hangi arada sahte belge hazırlama olanağı ve zamanı bulabilirler? Duruşma Tutanağın kendilerine teslim edilmesinden önce Sulh Ceza Mahkemesinin tutuklama kararını içeren zaptı elde etme olanakları bulunmadığına göre 5 dakika içinde belgenin sahtesini yapma iddiası hayatın olağan akışına ve fizik kurallarına aykırıdır.  Halk arasında ünlü bir söz vardır. 'Kabahat samur kürk olsa kimse sırtına almaz.'

Dezenformasyon iddiası bağımsız yargı açısından vahim bir hatadır. Bir hata yaptıktan sonra hatayı kabul etmek bir erdemdir. Yoksa suçu sorguda bulunan genç meslektaşlarıma atmak değil. Zaman kazanmak için Her iki olasılığa göre tahliye ya da tutuklamadan oluşan iki olasılığa göre iki ayrı seçenekli karar ve üç ayrı seçenekli adli kontrol kararı yazan tutanakta fazla kısımlar silinmeden meslektaşlarımıza verilmiş ve takke düşmüş kel görünmüştür.  Meslektaşlarımıza verilen tutanak toplam 11 sayfadır ve her sayfanın altında kare kod bulunmakta ve UYAP linki yer almaktadır. Bu hatanın olası maliyetinin ağır olacağı düşünülerek bir kopuş savunması olarak sahte karar savunması yolu tercih edilmiştir. Özrü kabahatinden büyük olmak da tam işte buna denir."

"Ruşen Bey davada gizlilik kararı var. Gizlilik kararı olmasına karşın dava hakkında gizli kalması gereken bilgiler nasıl medyaya servis edilmiştir. Bu suç değil mi?"

Av. M. Ruşen Gültekin: "Açıkçası bu dosyada gizlilik yararı verilmesi bile tartışmaya açıktır. Delillerin tamamen toplandığı yerde Sulh ceza mahkemesi gerekçesiz olarak gizlilik kararı vermiştir. Ancak sonuçta dosyada gizlilik kararı vardır. Bu gizlilik ise mahkemece iddianame kabul edilinceye kadar devam eder. Ancak dosyada garip bir durum oldu. Daha iddianame savunma avukatları olarak bizlerin dahi elinde yokken iddianame medyaya sızdırıldı.

Bir anda siz medyanın linçine maruz kaldınız. Hatta hayretle bizler televizyonda izledik. Tabi ki bir hukuk devletinde bu olacak iş değil. Soruşturma dosyası savcıdadır. Sorumluluk onundur. İddianame kabul edilene kadar aldırdığı gizlilik kararını korumalıdır. Biz bu yayınlarla aslında dosyanın sadece biz savunma avukatlarından saklandığını, elini kolunu sallayarak savcılık kalemine gelen bir takıp gazetecilerin daha hakkında gizlilik kararı olan iddianameyi alıp korkmadan ve algı yaratmak amacıyla yayınlarda kullandığını gördük. Özellikle siz tam bir itibar suikastına uğradınız.

Ebette ki bu bir suç, elbette ki savcılığın derhal bir soruşturma başlatıp sızıntının yerini tespit edip sorumluları bulup soruşturma açması gerekmektedir. Ancak bazı konularda basın açıklaması yapan İstanbul Başsavcılığı'nın bu kadar net bir konuda ne soruşturma açtığına ne bu konuda biz savunma avukatlarını rahatlatacak bir basın açıklaması yaptığına şahit olduk. Bu sadece sizin için değil tüm Türk milleti için endişe vericidir. Kimsenin hukuki güvenlik hakkı olmadığını, her an bir iftiraya uğrayabileceğimizi ve yargının bizim yanımızda olmayacağını gösterir. Sonuçları vahimdir."

"Mahkeme tüm tutukluluğa itiraz başvurularını reddetti. Nedenini ve Mahkeme sürecindeki tutumun ne olacağını söyler misiniz?"

Av. M. Ruşen Gültekin: "Yargılama faaliyetinin soruşturma aşamasının sıkıntılarını gördük. Ancak biz Anayasaya göre bağımsız ve tarafsız Türk mahkemelerinde adil yargılanacağınıza inanmak istiyoruz. Bunu süreç içinde göreceğiz. Mahkemenin ifade alma işlemi tamamlanmadan tutukluluğa itirazları, tutukluluk koşullarının bulunmamasına karşın reddetmesini rahatsız edici buluyorum ama FETÖ sürecinden bu yana uygulamada işler böyle yürüyor. Yargıç yüz yüzelik ilkesi gereğince hepinizi dinleyip öyle karar vermek istemiş olabilir. Ancak bizler adalet istiyoruz. Bu sebeple halen devam eden bu yargılamada mahkeme aşamasında bir tahminde bulunmanın doğru olmadığını düşünüyorum."

Yazarın Diğer Yazıları