Şimdi eminim "Cumhuriyet sağlamdır. Bir şey olmaz" diyenler çıkacaktır…

Bir süredir eğitimde dincileşme çabalarını yakından takip ediyorum…

Diyanet İşleri Başkanlığı, okul öncesi çocuklara din eğitimi verebilmek için 2013 yılında 4-6 yaş grubuna hitap eden Kuran kursları oluşturdu. Değerler eğitimini esas alan bir eğitim programı tasarladılar. 2013 yılında da, 10 pilot bölge belirlediler ve programa başladılar.

Diyanet, bu proje kapsamında da her yıl vaiz personel aldı. Hatta bu yıl Eylül ayında duyuru yaptı ve vaiz ve murakıp olmak üzere 1040 personel alımının yapılacağını açıkladı.

Milli Eğitim Bakanlığı'nın TÜGVA, TÜRGEV, ENSAR gibi vakıflar ve derneklerle imzalandığı protokoller, müftülükler ve Diyanet İşleri Başkanlığı üzerinden de yaşama geçiriliyor.

Bazı illerdeki okul öncesi kurumlara ve ilkokullara "valilik oluru" ile gönderilen yazıda, "İl Milli Eğitim Müdürlüğü ile İl Müftülüğü arasındaki işbirliği ile okul öncesi ve ilkokullarda kayıtlı öğrencilere değerler eğitimi verilerek milli, manevi, kültür ve ahlaki gelişmelerinin sağlanması amaçlanıyor" denildi.

Bakın 4-6 yaş diyoruz.

Bırakın muhakeme yeteneği oluşmasını daha altını dahi silemeyen çocuklardan bahsediyoruz. Bu çocuklara Kuran eğitimi veriliyor ve tüm ülkeye yayılması için de hazırlık yapılıyor. Okula, Kuran eğitimi verecek kişiyi belirleyecek olan kişi de müftü!

Öyle ki Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın din şurasında yaptığı konuşma ile hayrete düştüm. Aynen şöyle söylüyordu:

"Bir Müslüman dinini hayatın şartlarına göre değil, hayatını inancının esaslarına göre uyarlamakla mükelleftir. İnsan inandığı gibi yaşamazsa, yaşadığı gibi inanmaya başlar. Din kişinin hayatına nüfuz etmezse, yapıp ettiklerini dinleştirme yanlışına düşer. Bunun için İslam bize göre değil, biz İslam'a göre hareket edeceğiz. Nefsimize ağır gelse de hayatımızın merkezine dönemin koşullarını değil, dinimizin hükümlerini yerleştireceğiz."

Evet evet! Aynen bunları söyledi.

Oysaki daha önce yine Erdoğan, "Marjinalleri asla dikkate almayız. Din adamı olarak ortaya çıkıp da kadınla ilgili çok farklı açıklamalarda bulunup dinimizde kesinlikle yeri olmayan bazı içtihatta bulunan kişiler ortaya çıkıyor. Bunlar ya bu asırda yaşamıyorlar, çok farklı bir dünyada, farklı bir asırda, zamanda yaşıyorlar, çünkü İslam'ın güncellenmesinin gerektiğini bilmeyecek kadar da aciz bunlar" demişti.

"Güncellenmesi gereken İslam"dan "harfiyen uyulması gereken ve hayatımızın merkezine dinin hükümlerinin yerleştirilmesi gereken İslam"a…

Bu bir sonuçtur.

Bunu söyleyen bir din görevlisi olsa en fazla eleştirilip geçilir. Ancak bunları söyleyen bir Cumhurbaşkanı olunca işin rengi değişiyor. Bu açıklama kabul edilemez. Bu açıkça Cumhuriyet'in laiklik ilkesine aykırıdır. Laiklik herhangi bir cemaatin, tarikatın, inancın devlette hâkimiyetine izin verilmemesi demek olduğu gibi aynı zamanda her türlü inancın da güvencesidir.

Bugün bazı üniversite ve vakıflar, Türk-İslam sentezini yaymaya çalışıyor. Bu vakıf ve üniversitelerde Atatürk Milliyetçiliği, Marksizm ile eş değer gösteriliyor ve anlatılıyor. Bilimsel ve sosyolojik olarak yanlış bir tahlil bu…

Gerçi kime ne anlatıyoruz?

Milli Eğitim Bakanlığı tarikatlar vakıflar ile iş birliği halinde.

Damat, çocuk, akraba, okul arkadaşlarının vakıfları ile MEB, Diyanet, el ele vermiş ve sorgulamayan, isyan (hakkını aramayan) etmeyen, dogmalarla yoğrulmuş bir nesil yetiştirmek için olağan gücü ile çalışıyor.

Eminim şimdi yazıyı okuyanlar içinden "Cumhuriyet sağlamdır. Bir şey olmaz" diyenler çıkacaktır.

Olacak kardeşim. Oluyor.

12 Eylül'den sonra meydana gelen yasakçı zihniyet ürünü ortaya çıkanlar adeta bir dantel işler gibi işliyorlar. Sen geçim kavgası, özgürlük kavgası verirken onlar yarattıkları kindar nesil ile gençleri işliyorlar bunu yaparken de vakıflar, dernekler eli ile yapıyorlar. Din kisvesi adı altında arazilerimiz, kurumlarımız  yağmalanıyor. Diktikleri koca koca binalarda çağdaş eğitim maskesi adı altında Cumhuriyet'in emanet edildiği gençleri kindar nesil olarak yetiştirmek için işliyorlar. Yetmedikleri, yetemedikleri yerlerde Milli Eğitim Bakanlığı yardımlarına koşuyor.

Görünen o ki, Cumhurbaşkanı da diğer parti liderleri de bu durumdan gayet memnun.

Mustafa Kemal Atatürk'ün laiklik ilkesinin ne kadar yararlı, ne kadar gerekli olduğunu bu yaşananlardan sonra bugün daha iyi anlıyoruz.

Peki, kim mücadele edecek bunlarla?

Laiklik ilkesinin altı oyulurken oy endişesi nedeni ile ses çıkarmayan, konjonktür gereği diyerek Cumhuriyetin altını oyanlar ile iş tutan "Sahte Atatürkçüler" mi yoksa, "Biz daha Müslümanız" diye ortalıkta gezen "Sahte Müslümanlar" mı?

Atatürkçülük demek "devrimci" olmak, çağdaş-ilerici olmak demektir. Öyle oy kaygısı taşıyıp yapılanlara ödün vererek, pazarlık yaparak görmezden gelerek sessiz durularak Atatürkçülük olmaz.

Bugün, Mustafa Kemal Atatürk'ün kurduğu Laik Cumhuriyette çocuklarımızın, gençlerimizin "çağdaş eğitim alabilmesi" ve "yarınlara ışık olabilmeleri" adına yapılan tüm yatırımları (!) görebilmemiz için Milli Eğitim Bakanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı'nın yaptıkları protokole ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın açıklamalarına bakmamız ve nereden nereye geldiğimizi idrak etmemiz gerekiyor.

Uğur Mumcu ne demişti:

"Laiklik ilkesini savunmak için Atatürk gibi yürekli, Atatürk gibi inançlı olmak gerekir."

Onun "izinden gittiklerini" söyleyenler gibi ürkek, kararsız ve inançsız değil…

 

Yazarın Diğer Yazıları