Son çare

Geçen günkü yazımda 1986’da BM Genel Sekreterinin sunduğu Taslak Anlaşma metnini gündeme getirerek “Talat-Hristofyas görüşmelerinin  denenmişi denemek” anlamına geldiğini işlemiştim. Bunun bir sonucu olarak BM’nin planına evet diyen kişi olarak çok itibar görmüştüm. “Kipriyanu ile bir yere varılmaz” görüşü, Papadopullos’la ilgili olarak 2000’lerde söylendiği kadar yaygındı. Ancak kimse “bu Rum liderlerinin bu kadar bağnaz ve inatçı olmalarının nedenini” araştırmak ihtiyacını duymuyordu. Belki de bu durumun sorumlusu kendileri olduğu için bu konuya dokunmak istemiyorlardı. Rum’u “meşru hükümet” ve sonradan “AB Üyesi” yapan kendileriydi hem de geçmişi çok iyi bildikleri halde.
Ancak İngiltere’de Lordlar Kamarasında Lord Broxbourne gerçekçi bir değerlendirme yapıyor ve 17 Aralık 1986’da “Rumların tutumları nedeniyle Federasyon tahakkuk edemeyecekse Majestelerinin Hükümeti Kıbrıs Türk İdaresini tanımalıdır; başka çare yoktur” mesajını veriyordu. “Türk tarafı taslak anlaşmayı kabul ettiğini duyurmuştur. Rum tarafı, herhalde Atina’nın verdiği cesaretle, bunu ret etmeğe devam ederse ne olabilir? Her halde statükonun devam ederek, Rum tarafı Türk azınlığın çoğunu temsil etmediği halde meşru hükümet olarak tanınıp bundan kaynaklanan tüm avantajlardan yararlanmayı sürdürmesi  düşünülemez. Federasyon Rum tarafının tutumu nedeniyle mümkün olmazsa, o zaman, Majestelerinin Hükümeti tek yanlı olarak (Kıbrıs Rumlarını) tanımaktan vazgeçmeli ve Kuzeydeki idareyi tanımalıdır. Ne Anayasa ile ilgili kanunlarda ne de Uluslararası Yasalarda bunu engelleyecek bir neden görmüş değilim. İngiltere bu konuya pratik açıdan yaklaşmaktadır. Fiilen egemenliği icra eden tanınır; tanımada aranan meşruiyet veya ahlaki düzgünlük değildir. Bay Denktaş’ın hükümetinin fiilen egemenliğini sürdürdüğü konusunda bir şüphe yoktur. Buna ek olarak (bu fiili egemenliği) halkının hür iradesi ile sürdürmektedir ve tanınması için de ek nedenler vardır. Majestelerinin Hükümeti prensiplerin ve gerçeklerin gerektiğini yaparak (KKTC’yi) tanımalıdır. Federasyon olmayacaksa son çare budur.”
Buna rağmen İngiliz Hükümeti ABD ile birlikte “görüşmelerin devamı” diyerek bizi bu günlere kadar sürüklemişlerdir. Annan Planını da Rumlar ret edince Lord Broxbourne’un görüşü hakim olsaydı, Kıbrıs meselesi şimdiye KALICI ve ADİL bir şekilde halledilmiş olacaktı çünkü o zaman Kıbrıs Rumları iki devlet arasında bir ortaklığa karşı çıkamayacaklardı. Annan Planına evet demekle elde edildiği söylenen “manevi yüceliği” Türk tarafı “söz verdiniz, ambargoları kaldırın, izolasyona son verin” edebiyatı ile sıfırla çarpmış oldu ve ne yazık ki Rum tarafı “meşru hükümet”, biz de “işgal altına yaşayan Türk azınlık” konumunda kaldık. Bunun nedeni vizyonsuzluk ve Rum tarafını bilmemekten kaynaklanan saflık olabilir.
Bugün 1977’lerin ve 1986’ların reçetesini kullanarak, “AB üyesi meşru Kıbrıs” addedilen ve bu zırhın arkasına saklanarak
“Türk askerini adadan çıkarmak ve Garantilerle Yerleşiklerden kurtulmak için” Federasyon konuşmaya geldiğini söyleyen Hristofyas ile 15 Kasım 2008’de 25’inci yaşını tamamlayacak olan KKTC’yi ortadan kaldırma müzakereleri devam etmektedir. Bir sonuç alınabilecek mi? KKTC’den vazgeçersek, Garanti Anlaşması istemezsek, 30 küsur yıldır vatandaş yaptığımız insanları geri göndereceksek, karma bir vilâyette başımız eğik yaşamaya razı olacaksak, AB normları ve İnsan Hakları diyerek her yerde Rumların çoğunlukta olmasını benimseyeceksek, Hristofyas’ın dediği gibi Anavatanlardan kopup ayrılacaksak, toprağı-halkı-ekonomisi-kurumları TEK olmuş bir ülkede Ermeniler ve Maruniler kadar haklara sahip olacaksak Rumların istedikleri sonuç alınacaktır. Bunu beğenmeyenlere de göç yolları açılacaktır. Bunları kabul etmeyeceğimize göre sonuç alınamayacak ve KKTC’nin tanınması yeniden gündeme gelecektir. Bu kez yolumuzu şaşırmayalım. Devletimize ve Garantilerle Anavatanımıza sahip çıkalım.

Yazarın Diğer Yazıları