Son çırpınış

"Z Kuşağı" falan hikâye. Bir zihniyet değişimi kolay değil. Küçük farklılıklar sadece bir aşama. Daha birkaç kuşak yol alacaksınız ki zihniyet değişmiş olsun.

      İşte bakın Türkiye manzarasına. Siyasi zihniyet asırlardır aynı. Hiç değişmemiş, kuşaktan kuşağa aktarılarak bugünlere gelmiş karşımızda duruyor.

Milli egemenlikle, egemen olduğu söylenen kesim arasındaki manzaraya daha yakından bakalım.

Ne görüyoruz?

Bu ülkenin en saygın kurumlarından olan baroların başkanları, bir köşeye sıkıştırılmış, karşılarında polis ve polis barikatı olduğu halde sabaha kadar beklemişler ve beklemeye devam ediyorlar. Eğer izin alabilirlerse meclise girip, kendileriyle ilgili bir kanun düzenlemesinde söz söyleyecekler.

Türkiye'ye yakışmayan bir manzara. Hele hukuka ve hukuk adamlarına hiç yapılmaması gereken bir tutum.

Milli Egemenlik Parkında egemen olduğu söylenen toplumun bir kesimi bekletilirken, aynı toplumun vekilleri, egemen kesimin istemediği kanun düzenlemesi yapıyor.

Manzara ne kadar ilginç ve ne kadar utandırıcı değil mi?

Onlarca darbe, ihanet, taht kavgası, siyasi cinayetler görmüş bir milletin geçirdiği onca badireden sonra ulaştığı yer burası mı?

Maalesef bu toplum, sosyolojik olarak kabile asabiyesini aşamadı.

"Birimize yapılmış iyilik ya da kötülük hepimize yapılmıştır. Bizden birine kıyılmışsa, biz de onlardan birine kıyarız" şeklindeki toplulukçu kültürdür bu.

Peki, onlardan birinin hiç günahı yoksa? Hatta sizin kabileye yapılanlara karşı olduğu halde yine de kabilesi suç işlemişse?

Olsun..

Sonuçta bizim kabilemize yapılmıştır. Biz de onlara yapacağız.

Bu felsefede/zihniyette yahut paradigmada suçun bireyselliği yoktur. Koca kabileyi tek bir kişi gibi görme vardır. Bir kabiledeki masum, günahsızlarla, zalimler aynı hale getirilir.

Bu kabile asabiyeciliği AKP'de daha baskın. Babacan ve Davutoğlu gibi vaktiyle partide hizmet edenler veya birlikte olanlar ayrılınca ne diyorlar?

"Yüzüne gözüne dursun. Sana başbakanlığı bakanlığı verdik."

Yani, sen önemsizsin. Seni önemsizlikten önemli hale getiren bizim parti (kabile) idi. Senin yeteneklerini, yeterliklerini, sendeki kabiliyetleri yok sayıyoruz demektir bu.

Biat etmezsen yok olursun kültürüdür.

"Kol kırılır yen içinde kalır" anlayışıdır. Bunun en çarpıcı örneklerini, aile içinde işlenen bir tecavüz olayında, ailenin suçluyu cezalandırmak yerine, zarara uğrayan, tecavüz edileni öldürme kararı vererek sorunu kendilerince çözmesi olayında görüyoruz.

Kabile asabiyesinin siyasi örnekleri de var. "Halk bizi seçip iktidara getirdiğine göre, devleti bize verdi demektir. Öyle ise, bütün devlet kadrolarını bizim partililerden doldurma hakkımız meşrudur" anlayışı.

Benmerkezci düşünme ve bu çerçevede yapılan siyaset etme biçimi, hem bir kabile asabiyesi ve hem de gelişmemiş toplum formunu gösterir. Demek ki at yerine arabaya binsen bile zihin olarak, davranış kalıpları olarak gelişememişsin.

İşte bu kalıp yargıların beslediği zihin formları yüzünden, Türkiye'ye bir türlü demokrasi gelemiyor. Hukuk devleti formuna, bir üst devlet ve yönetim kapasitesine ulaşamıyoruz.

Kişileri ululayan, tapınmacı bir siyaset kültürüne sahibiz. Liderleri totemleştiriyoruz.

Gelişmiş, bireyselleşmiş, gücünü ve varlığını toplumsal ve evrensel ilkelerden alan bir asabiyeye geçmedikçe işimiz zor olacaktır. Bu gidişatta "Z kuşağı" sadece bir başlangıçtır.

Barolar ise bütünlüklü bir devlet bilincine ulaşmanın zarar görmemesi için son çırpınıştır. Kabile asabiyesi bunu dinlemeyecektir.

Yazarın Diğer Yazıları