Son duraktayız

Rum liderliği BM Genel Sekreterinden  “kapıların açılmasını” istemiş. Maraş’ın da kendilerine iadesi “dostluk havasını”  iyileştirirmiş. Papadopullos “toprağımız Türkiye’nin işgalindedir” dedikten sonra “kapı açılışını işgal altındaki topraklarına dönüşü başlatan bir eylem” olarak görmektedir. Geçmişte, Rum basını da bu konuyu “işgal hududunu delik deşik etmek” olayı olarak işlemişti.
Bizdeki hava bambaşka. Kapıların etrafındaki halkın bir kısmı “kapı açılırsa Rumlara bir şeyler satarız” açısından değerlendirmektedirler. Bostancı kapısının açılışını o civardaki insanlarımız bu düşünceyle alkışlayarak desteklemişlerdi. Güzelyurt halkı da buna dahildi. Şimdi şikâyet ediyorlar: “Kapı açılalı bizimkiler Rum tarafına geçip alış verişe başladı, biz sinek avlıyoruz” diyorlar. Liderliğimiz ise  “dostluk temasları yoğunlaşsın” düşüncesiyle  “kapı açma” merakında, o kadar ki, içinde bulunduğumuz durumda “verilen ile alınanın eşdeğerde olması gereği” bazen göz ardı edilmekte!
Şimdi Lokmacı kapısı yine gündemde. O civardaki esnaf kapıdan geçecek Rumların alış verişinden ümitli Bostancı kapısının ne işe yaradığını gördükten sonra belki bir kez daha düşünürler.
Rum liderliği kapı açılışını “KKTC’nin egemenliğine bir darbe; kendi egemenliklerinin Kuzeye girişi olarak değerlendirdiği sürece bu konuda kapı açma şartlarımızı” çok dikkatle hazırlamalıyız. Unutmayalım; son duraktayız. Ya KKTC treninden inip Rum’un vilâyet trenine binmeye razı olacağız, ya da KKTC’ye dört elle sarılmaya ve hudutlarımızın efendisi olduğumuzu kanıtlamaya devam edeceğiz. Yumuşama ile uzlaşma olamayacağını Annan Planına evet demekle anlayamamışsak hiçbir zaman anlamayacağız demektir.
Kanımca bütün sınır açılabilir; yeter ki iki devlet arasında bir saldırmazlık anlaşması imzalanmış olsun. Yeter ki Kıbrıs Rum idaresi Kuzeyde Güneydekine denk bir Halk, bir Demokrasi ve bir Devlet olduğunu kabûl etsin! Bu konuda temel bir anlaşma veya anlayış olmadıkça gerisi aleyhimize işleyen, devletimizi erozyona tabi tutan teferruattır. Bu teferruatla uğraşmak, bizi kalıcı adil bir uzlaşmaya götürmeyecek, Rum’un “son durak” dediği istasyonda 34 yıllık mücadeleyi büyük bir ayıpla noktalamamıza neden olacaktır. 
Lokmacı Barikatındaki köprüyü inşa ve köprüyü imha operasyonundan da ders alınmalıdır. Biz bu konuya “alış veriş, ticaret; dostluk temasları ve iyi niyet göstergesi” olarak yaklaşırken Rum liderliği tamamen kendi egemenliği açısından yaklaşmış ve kapının açılması için talep ettiği şartlarla da, onlar açısından, “kapı konusunun” KKTC’nin egemenlik sınırlarını inkâr veya delik deşik yapma meselesi olduğunu dünyaya duyurmuştur. Bizde bu gerçeği halâ göremeyenler mi var?
Akritas Planının yapımcısı ve uygulayıcısı, eli kanlı Rum liderliği “muhatabım Türkiye’dir” diyor. KKTC makamlarını muhatap olarak kabul etmiyor. Zorlanıp da karşı karşıya geldiğinde “BM’nin nezaretinde hükümetle azınlığın temasıdır”  tesellisi ile oturup kalkıyor. “Kıbrıs meselesi, 1974’de başlamış işgal meselesidir” diyor. ABD’yi ve AB’yi arkasına aldığı inancında. Meselenin halli için Osmosis reçetesini BM Genel Kurulunda açıklayıp alkış topluyor. “Kıbrıs’ın tümüne sahip taraf benim” iddiasından vazgeçmiş değil. Futbol oynamamızdan, Lazkiye’ye feribotun çalışmasına kadar her konuda “Kıbrıs Hükümeti” olarak maydanoz olmaya devam ediyor. Ve biz, Türkiye ile birlikte “görüşmeden yanayız”  edebiyatına devam ediyoruz. Allah, Annan Planı döneminde olduğu gibi bizi korumazsa yanlış trenle, yanlış istasyonda bizi zorla indirecekler ve bunun da adına “şahane bir uzlaşma” diyecekler diye korkuyorum. 

Yazarın Diğer Yazıları