Son Mesnevî Âliminin Hatıraları

Daha çocukluk döneminin başında acılarla tanıştı. Düşman işgalini gördü. Yurdundan yuvasından ayrılıp göç etmek ve tanımadığı bilmediği insanların ve yaşıtlarının yanında yaşamak zorunda kaldı. Kısacası acılarla, ağıtlarla, korkularla ve dehşetlerle büyüdü.
Bugün  “soykırım” dan sık sık dem vuran Ermeniperestlerin şu satırları okuyunca yüzleri kızarır ve birazcık olsun utanırlar mı yazıp söylediklerinden? Hiç sanmıyorum. Fakat bizler okuyalım ve bize tarihî kinlerini kusup duranların gerçek yüzlerini asla unutmayalım:
 “Ermeni alayı geldi. Yol kesiyorlar, bütün herkesi tehdit ediyorlar. Herkesi tedirgin ettiler. Öyle ki millet canını kurtarmak için evini barkını terk etti. Biz de evimizi, eşyamızı, kitaplarımızı, her şeyimizi bıraktık, yola düştük. İki üç gün yürüdük, öyle bir kar var ki telgraf telleri yürüyenlerin ayağına değiyor. Öyle bir kıyamette dokuz on günde Hınıs Kalesi’ne ulaştık. Oradan Erzincan’a, oradan da Erzurum’a geldik. Rusların Anadolu içlerine doğru ilerleyişleri sürüyor, dediler. Biz de Sivas’a hatta Malatya’ya kadar gittik...”

‘Mevlânâ ile Bir Ömür’
Aziz dostlarım, bu satırları ’Son Mesnevihan’ rahmetli Şefik Can’ın  “Mevlânâ ile Bir Ömür*”  kitabından aldım. Bir solukta okunuveren, küçük hacimli bu kitaba üstâdımız öyle çok bilgi, belge, hatıra, ilim ve irfan sığdırmış ki hangi satırın altını çizeceğinizi şaşırıyorsunuz.
Bütün ömrünü Mevlânâ hazretlerinin eserlerini tercüme etmek, hakkında sohbetler etmek ve Mevlânâ âşıkı bir nesil yetiştirmek için harcamış olan Şefik Can hocamız varken elbette bize konuşmak düşmez. O yüzden ben aradan çekiliyor ve sizleri o eşsiz değerimizin sesiyle başbaşa bırakıyorum:
 “Şerif Muhyiddin Amerika’ya gitti. Amerika’da bir ud konseri verdi. Ud konserinde Amerika Başkanı Rumsfeld de var. Rumsfeld hep alafranga şeylere, onları dinlemeye alışmış. Bu Ortadoğu’dan gelmiş, Hz. Muhammed’in neslinden, o büyük sanatkârı dinlerken şaşırmış kalmış, konserden sonra, ’Bana’, demiş, ’rica ediyorum, bu büyük sanatkârı getirin, onunla konuşmak istiyorum’. Şerif Muhyiddin çok güzel İngilizce biliyor. İngilizce konuşuyorlar, ’Senin udunda bir başka hal var, beni büyüledi, beni içten ağlattı. Çok duygulandım. Ama senin mûsikînde ağlayan bir eda var, böyle neşeli bir hal yok’. Rumsfeld’e Şerif Muhyiddin diyor ki: Efendim sizin memleketlerinizi görüyoruz ma’mur, âbâd, her şey yerli yerinde, insanlar rahat ve mutlu yaşıyorlar. Siz gelin bir de benim memleketimi, Ortadoğu’yu görün, harabe, perişanlık içinde... Halk muzdarip, idare edenlerin duygusuz hareketleri ve insafsızca davranışları, oradaki insanları muzdarip etmekte ve onlar daima hüzünlü, üzgün bir haldedirler. İşte bizim mûsikîmizin hüzünlü oluşunun sebebi budur. Çünkü bizler gerçek demokrasiye ulaşmamış bir memleketin çocuklarıyız. İtilip kakılan insanlarız biz, ağlar bizim mûsikîmiz.”

‘Şimdi ötelerden haber yok...’
Şefik Can hocamız, kendi değerlerimizin kadrini bilmeyişimizle ilgili olarak bakın ne diyor:
 “Başka milletlerin bir Mevlânâ’sı, bir Şeyh Gâlib’i olsa idi, nasıl kıyametler koparırlardı?! Sadece sanatta, edebiyatta değil, sâir hususlarda da pek çok büyük kimseler yetiştirmiş bir milletiz biz. Ama sanki hepsi unutulmuş bugün ve âdeta köksüz bir milletmişiz, daha dün tarihe çıkmış bir millet gibi görüyoruz kendimizi... Oryantalistler, bizim bu büyüklerimizin üzerine eğildiler de bizim aklımız başımıza öyle geldi. Mevlânâ ötelerden haber veren bir insandı. Şimdi ötelerden haber yok. Mevlânâ’nın dediği gibi, ötelerden gelmişiz, bu dünyada sürgün hayatı yaşıyoruz, ayrılmışız... Bunlardan bahseden yok. Anmayışımız yalnızca Mevlânâ’yı değil, birçok büyüğümüzü takdir etmeyişimiz, arz ettiğim gibi, kültürümüzün düşüşünden, mazimizden kopuşumuzdan geliyor.”
Şefik Can Hocamız, Mehmet Akif’in cenazesinin gençlerin omuzlarında taşınmasına bile müsaade etmek istemeyen devlet erkânının, Abdülhak Hâmid’in cenazesinin devlet töreni ile kaldırması karşısında içinin nasıl yandığını anlatıyor ve böylesi kadir kıymet bilmezliğe isyan ediyor. O satırları bu kitaptan lütfen kendiniz okuyunuz.
Size gerçek değer ile sahte değerin ölçüsünün ne olduğunu yakinen görmeniz için komünist şair Nâzım Hikmet’le ilgili şimdiye kadar bilinmedik bir hatırasını aktarmak istiyorum:
 “Nâzım’ın arkadaşı Cemil Senâ Bey ile Maltepe Askerî Lisesi’nde  birlikte görev yaptık. Kendisi felsefe hocasıydı. Ben de edebiyat derslerine giriyordum. Çok iyi tanışırdık. Hatta bazen beni evine davet ederdi. Bir gün şöyle bir olay anlattı. ’Sokakta Nazım’a rastladım ve dedim ki, sen değerli bir şairsin. Niçin milletimizin düşmanı olan Rus ideolojisini yaymaya çalışıyorsun?’Bana şu cevabı verdi: ’Cemil, görmüyor musun, ciğeri beş para etmez adamlar mebus oldular, yüksek makamlara çıktılar. Ben de bu yolda yürüyerek önemli bir yere gelmek istiyorum.’Evet, bunu Cemil Senâ Bey’den duydum. Yoksa herhangi başka bir yerde okumuş değilim.”
Aziz gönüldaşlarım, ben bu eseri elime alınca, son sayfasına varmadan bırakamadım. Hem yakın tarihimizi, hem de mânevî dünyamızı aydınlatan bu eseri eminim siz de seveceksiniz.

*İSTEME ADRESİ: Sufî Kitap, +90 (212) 513 84 15

Yazarın Diğer Yazıları