Süleyman Seba'nın kimseye söylemediği sırrı

Süleyman Seba'nın kimseye söylemediği sırrı

ÖLÜMSÜZ ADAM

İnsanlar doğar, yaşar, ölür.

Kimi iz bırakmadan geçip gider dünyadan... 

Çok azı da ölümsüzlüğe terfi ederek ayrılır aramızdan...

Süleyman Seba da göç ederken sonsuzluğa... Ölümsüzlüğe terfi edenlerdendir.

Yaptıklarını sadece Beşiktaş''la, şampiyonluklarla, kupalarla anlatamazsınız. 

"Şöyle başkandı, böyle yaptı" diye kestirip atamazsınız.

"Süleyman Seba" adını yalnızca bir faninin adı diye aktaramazsınız...

O isim bir tariftir aslında.

- İnsanlığın tarifidir.

- Kişiliğin tarifidir.

- Namusun tarifidir.

- Spor adamlığının tarifidir.

- İyiliğin tarifidir.

- Otoritenin tarifidir.

- Yardımseverliğin tarifidir.

- Vatanseverliğin tarifidir.

"Beşiktaş''ın tarifidir" ayrıca Süleyman Seba... En önemlisi de "Adamlığın tarifidir."

Dostluğun da tarifidir elbette... Onun içindir ki en sevdiği şarkı, "Unutulmuş birer birer... Eski dostlar, eski dostlar"dır.

Belki de bir mesaj bırakmak istemiştir her dost meclisinde, masa muhabbetlerinde, arkadaş ortamlarında isterken bu şarkıyı...

"Eski dostları sakın unutmayın" diye...

TANIDIĞIM İLK GÜN

Yıl 1984. 21 yaşında, daha mesleğin başında, muhabir olmak isteyen genç bir gazeteci adayıyım. O anlı şanlı Milliyet gazetesinin spor servisinde çalışıyorum. Beşiktaş''ın efsane muhabiri, unutulmaz insan İlker Ateş;

- Gürel, dedi; Hazırlan Beşiktaş''ın kongresi çok önemli. Birlikte gidiyoruz. Notları sen tutacaksın, dikkatli ol.

Yer de Taksim''de o dönemin ünlü Şan Sineması salonu. Başkan Mehmet Üstünkaya, rakibi de Süleyman Seba.

Konuşmalar yapıldı, zaman zaman gerginlikler yaşandı, kıran kırana geçen yarıştan sonra kazananı Kongre Başkanı Enver Kaya açıkladı:

Mehmet Üstünkaya: 400 oy.

Süleyman Seba: 485 oy.

Kongre sonuçları açıklanır açıklanmaz Üstünkaya, Seba''nın elini sıkıp kutladı ve salondan ayrıldı.

Süleyman Seba''nın ayrılması ise biraz uzun sürdü tabi, tebrik sırasına girenler, "Büyük başkan" diye bağıranlar. O sırada İlker abinin beni kolumdan tutarak yanına götürdüğünü hatırlıyorum. Elimi sıktığında kalbimin duracak gibi olduğunu hala unutmadım. İlker abi, "Süleyman abi, bizim Gürel. Gürel Yurttaş. Artık o da Beşiktaş muhabiri" dediğinde ne cevap verdiğini tam olarak anımsamıyorum. 

Heyecan içinde döndüm gazeteye. Notları daktiloya taktığım kağıda aktardım. İlker abinin o sırada bana söylediği şu sözü hiç unutmadım:

- Bugün Beşiktaş''ta bir tarihin değiştiğine tanıklık ettin Gürel.

İlk zamanlar ne demek istediğini anlayamamıştım ama... Sonra yaşadıklarımdan anladım.

Yıllar içinde kendisiyle çok yakınlaştım. ''Süleyman bey''den ''Süleyman abi''ye geçmenin onurunu yaşadım.

Öptürmeyi asla sevmediği elini kimbilir kaç kez kavradım.

Akaretler''deki küçük dairesinde titreyen elleriyle yaptığı kahveyi defalarca kez içip, Beşiktaşlılığı, insanlığı öğrendim, tanıdım.

Yazdığım haberler nedeniyle kızdığı da olurdu arada bir. Küstüğü de hatta. Ama her defasında gönlünü alıp, yanına oturmayı başardım.

O''nun meşhur dostlar sofrasında oturmanın şerefini sayısız kere yaşadım.

Kişiliğime kişilik kattı, karakterimi yönlendirdi benim o sofralar. Oturup kalkmasını, rakı içmesini, içerken fazla yenilmemesini, son kadehte kahve yudumlamasını, sarımsağın faydalarını, meclislerde insanların yanında nasıl davranılacağını öğrendim.

Sportif anlamda Beşiktaş''a yaşattıklarını biliyorsunuz zaten. Burada şu kadar kupa aldı, şu kadar şampiyonluk kazandı diye tek tek anlatmayacağım. Yaptırdığı tesisleri, Beşiktaş''ı nereden nereye getirdiğini, memur maaşına rağmen büyük bütçeleri nasıl çevirdiğini de.

Onun başkanlığında ve sonrasında hemen her kulübün kongresinde başkan adaylarının kürsüye çıkıp da "Süleyman Seba gibi başkan olacağım" vaadinde bulunması sportif anlamda neler başardığını anlatıyor zaten.

Aslında adamlığıydı hedeflenen; kupalar değil.

"İyi adam olunmadan iyi Beşiktaşlı olunmaz" lafı da onundu. Beşiktaşlı olmanın ilk şartıydı bu.

"Beşiktaş''a iyilik yapmak istiyorsanız kimsenin adamı olmayın Beşiktaş''ın olun" derken de ders veriyordu yine herkese...

Hele de şu sözü:

"Beşiktaş şampiyon olunsun, maç kazansın diye tutulmaz. Beşiktaşlılık bir değerler manzumesidir. Dürüstlüktür, ahlaklı olmaktır."

HİÇ KİMSEYE SÖYLEMEDİĞİ SIRRI

Süleyman abinin hayatta en çok sevdiği Beşiktaş''tı.

Beşiktaş''ı yaşayan bir canlı olarak görür, kendisine yönelik zaman zaman yapılan eleştirilere bile bir şey demez, "Beşiktaş''ı üzmesinler de yeter" diye geçiştirirdi. Beşiktaş üzülmesin diye hayatını bile verirdi; eminim bundan.

Bakın bir örnek anlatayım.

1988 kongresinden bir süre sonra. Beşiktaş maddi sıkıntıya girmişti, futbolcularına rakip kulüpler talip oluyordu, o efsane kadroyu elde tutmak zorlaşıyordu. Para gerekiyordu yani; yüklü bir miktar para!

Ne yapalım, ne edelim derken bir bankadan kredi çekmeye karar verdiler. Önce her zaman manevi oğlu olarak gördüğü efsane yönetici Metin Keçeli girdi devreye, yanındaki yöneticilerle birlikte bankalayla görüşme üstüne görüşme yaptı. Sonunda Süleyman abi de gitti. Banka garanti istiyordu, çek ve senet de kabul etmiyordu. Sonunda bankanın müdürü ağzındaki baklayı çıkardı:

- Süleyman bey, dedi; tamam veririz. Ama karşılığında garanti isteriz! Bunun için de ancak size güveniriz. Evinizi ipotek gösterin, hemen parayı alın.

Zaten bir tane oturduğu evi vardı Akaretler''de. Küçük bir daire. O kadar para etmezdi ama banka "Süleyman Seba adını garanti gördüğü için" istiyordu bunu.

Hiç düşünmeden attı imzayı.

Oturduğu evi ipotek verdi.

İşte böyeydi onun Beşiktaş sevgisi.

Ne ev, ne para, ne şan, ne şöhret! Hayattaki tek derdiydi Beşiktaş.

O efsane kadro böyle tutuldu işte bir arada; hala konuşulan şampiyonluklar, kupalar böyle kazanıldı.

Başkanlığından sonra da "Nasıl büyük başkan" olarak kaldığını, büyüklüğünün koltuk sayesinde olmadığını, adamlığın nasıl bir olay olduğunu da anladım.

''Şeyi şey etmeyin'' sözüyle aslında ne demem istediğini kavrayan etrafındaki sayılı insanlardan biriydim; bunun onurunu da yaşadım.

Kulağıma küpe olan çok lafı vardır, "Oğlum oğluum" diye başladığı o sözleri hala ses tonu ile kulağıma gelir zaman; hiçbirini unutmadım.

Lafı daha fazla uzatmadan söyliyeyim; 13 Ağustos 2014 tarihinde hayatımdaki en büyük acılardan birini yaşadım.

''Süleyman Seba öldü'' sözünün beynime nasıl bir hançer gibi saplandığını unutamam. ''Ne ölmesi, o aslında ölümsüzlüğe göç etti, sonsuza kadar yaşayacak'' diye mırıldandığımı da.

KAPIMI ÇALIP DURMA ÖLÜM, BEN ÖLECEK ADAM DEĞİLİM!

Ölüm!

Ne soğuk bir kelime değil mi?

Kimse yakıştıramaz kendine... Ama bilir ki herkes o kadar yakındır ki bedenini o soğukluğun kaplamasına...

Kimisi hazırlar kendini, bilir bir gün nasıl olsa göçüp gideceğini!

Kimisi ise ömrünü biraz daha uzatmak, ne olursa olsun yaşamak için varını yoğunu koyar ortaya.

Oysa ölümsüzlük bedeninin sonsuza kadar dünya üzerinde kalması değildir ki.

Ölümsüzlük göç ettikten sonra bu dünyadan fikirleriyle, yaptıklarıyla, bıraktığı izlerle gerçektir ancak.

Ölümsüzlük para ve güç biriktirmektense insan biriktirenlerin eriştiği bir dağın tepesidir aslında.

Buna da cenaze töreninde şahit oldum.

Hayatımda gördüğüm en kalabalık cenaze törenlerinden birine 2014''ün o sıcak Ağustos gününde şahit oldum ben.


Hayatını geçirdiği Akaretler''deki sonradan Süleyman Seba Caddesi olarak ismi değiştirilen Spor Caddesi''nde iğne atsan yere düşmezdi!

İnönü Stadı''ndaki törende de öyle...

Sadece kalabalık olması değildi bu cenaze töreninin özelliği. Katılanların çeşitliliği idi.

Doğal olarak Beşiktaşlılar vardı elbette ama...

Galatasaraylılar da vardı, Fenerbahçeliler de...

Trabzonsporlular da vardı, Bursasporlular da...

Hemen her takımdan kişiler, tanınmış isimler oradaydı.

Spor dünyası oradaydı, siyaset ve sanat dünyası da...

Akaretler''de çöp kutularından kağıt toplayan çocuklardan tutun da ülkenin en önemli iş adamları da...

Demek ki sadece benim ve etrafındakilerden benim tanıdığım sayılı insanlarda iz bırakmamıştı Seba...

Bir kez bile görüştüğü kişilerde de derin etki yaratmış olmalıydı.

Faal olarak başkanlık yaparken de, başkanlığı bıraktıktan sonra da birleştirmeye çalışırdı her kesimi; cenazesinde de birleştirmesi büyük adamlığının kanıtıydı.

Cebinde taşısa da hep Necip Fazıl’ın şu iki mısrasını;

“Cenazemde olmasın çelengim, top arabam

Tabutumu taşısın dört tam inanmış adam.”

Onbinlerin omuzlarında taşınmıştı tabutu gözyaşlarıyla...

Ama yine de ''Ölecek adam'' gibi göremedim hiç Süleyman abiyi. ''Artık ağırlaştı, hastane odasına ziyaretçi kabul edilmiyor'' dendiğinde bile iyileşeceği, ayağa kalkacağı, Akaretler''deki o küçük meyhanede bizleri toplayacağı inancını taşırdım hep. Cahit Sıtkı Tarancı''nın o meşhur şiirini o mırıldanıyormuş gibi düşünürdüm hep:

Kapımı çalıp durma ölüm, 

Açmam! 

Ben ölecek adam değilim!

Alıştım bir kere gökyüzüne;

Bunca yıllık yoldaşımdır bulutlar. 

Sıkılırım!

Kuşlar cıvıldamasa dallarında, 

Yemişlerine doymadığım ağaçların, 

Yağmur mu yağıyor, 

Güneş mi var, 

Farketmeliyim 

Baktığım pencereden. 

Deniz görünmeli çıksam balkona. 

Tamamlamalı manzarayı 

Karlı dağlarla sürülmüş tarlalar. 

Ekmekten olamam doğrusu, 

Nimet bildiğim; 

Sudan geçemem, 

Tuzludur teneffüs ettiğim hava. 

Ya nasıl dururum olduğum yerde, 

Öyle upuzun yatmış, 

İki elim yanıma getirilmiş, 

Hareketsiz, 

Sükuta ramolmuş; 

Sanki devrilmiş bir heykel!

Ellerim ne der sonra bana? 

Soğumuş kalbime ne cevap veririm? 

Utanmaz mıyım ayaklarımdan? 

Kalkmalıyım, 

Dolaşmalıyım, 

Sokaklarda, parklarda. 

El sallamalıyım 

Giden trenlere, 

Kalkan vapurlara. 

Bilmeliyim, 

Gölgelerin boyundan, 

Saatin kaç olduğunu... 

Islık çalmalıyım. 

Türkü söylemeliyim 

Yol boyunca, 

Keyfimden ya hüznümden. 

Geçmiş günleri hatırlamalıyım, 

Dalıp dalıp akarsuya, 

Hayaller kurmalıyım, 

Güzel geleceğe dair. 

Yanımdan geçenler olmalı, 

Selam almalıyım; 

Robenson''u düşünmeliyim, 

Garipliğini: 

Şükretmeliyim 

İnsanlar arasında olduğuma. 

Nedir ki eninde sonunda ölüm? 

Ayrı düşmek değil mi aşinalardan? 

Kapımı çalıp durma ölüm, 

Açmam; 

Ben ölecek adam değilim.

AKARETLER''E ÇIKIN, HALA ORADA!

Evet, büyük usta Cahit Sıtkı''nın dediği gibi... Ölecek adam değildi Süleyman Seba.
Ölmedi de!

Beden olarak toprakta ama...

İnanıyorum ki onu tanıyan herkesin her zaman yanında...

Akaretler yokuşunu çıkarken hissedersiniz onu; hemen arkanızda!

Valideçeşme''ye gelip de duraksadığınızda soluğunu duyarsınız yanıbaşınızda!

Çarşıda, pazarda, stadda, kahvehanede, küçük bir meyhanede... 

Acı bir kahve içerken ya da bir duble rakıyı yuvarlerken görürsünüz ki karşınızda!

Kulak kabartın, sesi geliyor! 

Süleyman Seba yaşıyor hala!

SÜLEYMAN ABİ''YE MESAJ:  Biliyorum; eğer bu yazdıklarımı görüyorsan bulutların üzerinden bir yerlerden; "Şeyi şey etmişsin sen de oğlum. Ne gerek var bu şeylere" diyor, kızıyorsundur bana bana.

Ama sensizliğin ne olduğunu sen nereden bileceksin ki Süleyman abi. Onu geride bıraktıklarına sor.

Sakın kızma!

Çünkü seni unutmak çok ama çok zor.

Yazarın Diğer Yazıları