"Statüsü belirsiz" Hocalı

Çok az kalmıştı; ramak deriz ya hani, öyle az...
Birkaç kilometre sadece...
Azerbaycan askerleri, ellerini uzatsalar dokunacak kadar yaklaşmışlardı Hocalı'ya; son demiydi vuslatın.
***
Rusya, uzun vadede soydaşlarımızı nasıl bir ateş çemberiyle kuşatacağı muallak o garabet "ateşkes"i dayatmasaydı...
Kendi ali menfaatleri uyarınca, Ermenistan'ı Azerbaycan'ın vargücüyle sıktığı yumruklarının içinden çekip almasaydı, kurtarmasaydı, elinden tutup, şartlı da olsa ayağa kaldırmasaydı...
Bugün bambaşka bir dil kullanıyor olabilirdik.
Belki yine bedeli tam manasıyla ödetilmiş olmazdı; Ermenistan'ın 1992 yılında Hocalı'da yaptığı Türk soykırımının...
Belki sorulması gereken bütün siyasi, askerî, hukuki, insani hesaplar yine öylece orta yerde duruyor ve vaktini bekliyor olurdu...
Ama, her Hocalı deyişimizde, yazışımızda, haykırışımızda, bu tek kelimeden taşıp da milyonlarca yüreğe pranga olan o hasret var ya; hiç olmazsa o dinmiş olurdu...
Biz "savaş" diye tanımlanmasına bile karşı çıkarken "ihtilaf" diye kayda geçmezdi, yıllardır bütün ilgili uluslararası kuruluşların dahi tescillediği "işgal"...
Ermenistan'ın, insanlık tarihinin gelmiş geçmiş en kanlı, en hunhar, en sapkın, en psikopatça yöntemleri kullanılarak yaptığı soykırımda, sanki Rus motorize alayına ait tanklar, zırlı taşıyıcılar, roket sistemleri kullanılmamış gibi, soydaşlarımız, kediye ciğer emanet eder gibi, Ermenistan'a karşı "Rus Barış Gücü"nün konjonktürel insafına terk edilmezdi...
Azat olurdu Hocalı şehitlerinin ruhları...
Azerbaycan bayrağı olurdu yorganları...
Kim bilir, "o gece" Hocalı'dan çıkabilip de Ağdam'a ulaşabilenlerin "kahramanı" olan şehit Elif Hacıyev'in heykeli dikilirdi belki; Hocalı'nın, ceset sıra dağları dizilen orta yerine! Katillerinin çıplak gözle görebileceği heybette!..
Az şey mi!
Değmez miydi!
***
Bu gece, 25 Şubat'ın 26 Şubat'a bağlandığı ve bizim tam da uykuya daldığımız saatlerde; Azerbaycan'ın millî yası başlayacak 29'uncu kere.
Hem Azerbaycan'da, hem Türkiye'de, hem Türk Dünyası'nın başka birçok yerinde, Karabağ'ın işgal altındaki topraklarının bir bölümünün de olsa geri alınabilmiş olmasının gururuyla anılacak belki bu yıl Hocalı; yine buruk ama biraz daha dik olacak ananların başları...
Benim içimdeyse, bu genel havanın tersine daha da ağırlaşmış bir sızı; nedenini doğru cümlelerle izah edebilmek zor.
Resmen Ermenistan'a bırakılmış olmasa da, Hocalı'nın, verilen son derece haklı, mertçe mücadelenin sonunda, tam da Paşinyan'a "Ne oldu status" ayarı çektiğimiz anda, bilindik emperyal namertliklerle "Ermenilere yaşam hakkı tanınan statüsü belli olmayan Dağlık Karabağ Alanı"nda kalması, bende;
- Yunanlarla anlaşma masasına oturup da, denize döküldükleri İzmir'i oracıkta bırakmışız gibi;

Menemen'i, Derviş Mehmet'e, Nalıncı Hasan'a terk etmişiz gibi;
Aynı Ermenistan'la biz masaya oturmuşuz da, toprağından hâlâ mezalim mirası Türk kemiklerinin fışkırdığı Erzurum, Van, Ağrı, Iğdır'daki haklarımızdan vazgeçmiş, hâlâ her köşesinde, tecavüze uğrayan Türk kadınların tarihi feryatları çınlayan Akdamar'ı vermişiz gibi bir etki yarattı...
Haritalar yapılır, bozulur da; gönül coğrafyamın sınır bütünlüğüne halel geldi sanki bu defa.
***
Her yıl gerek bu köşede, gerek Yeniçağ'ın başka köşelerinde, bazen manşetinde, bazen dizi dizi yazılarla anlattığımızdan "Hocalı"nın aslında ne ve neden olduğunu, "ezbere" dönüşmesinden korkarak da yazıyorum aslında bu satırları.
1992 yılının, 25 Şubat'ı 26 Şubat'a bağlayan gece yarısı, Ermeni işgalciler, "Resmî sayılara göre 63'ü çocuk, 106'sı kadın ve 70'i yaşlı olan 613 kişiyi öldürdü, 1275 kişi rehin aldı, 487 kişiyi de sakat bıraktılar" Hocalı'da.
Bu "veri", kafa derileri yüzülerek, tecavüz edildikten sonra gözleri oyularak, göğüsleri kesilerek, diri diri yakılarak, karnı deşilerek, bedenlerinde oyuklar açılarak, uzuvları kasaturalarla doğranarak katledilmiş naaşları alınıp da defnedilebilenlerin ifadesi...
Bir de cenazeleri hiç alınamayanlar var; Hocalı'nın resmî olmayan şehitleri!
Karabağ genelinde;
1 milyondan fazla kaçkın...
20 binden fazla ölü...
50 binden fazla sakat...
5 binden fazla rehin...
***
Edebiyatlaşması için tekrarlamıyorum her yıl bunları...
Kinimiz dinimiz olsun diye hiç değil.
Her ne kadar biz bu filmi 1905'ten bu yana tekrar tekrar izliyor olsak da; alışmayalım; her duyduğumuzda, her okuduğumuzda, her dinlediğimizde canımız yeniden ve yeniden yansın...
Sado-mazohizm alameti olarak değil; alışmayalım ki, Hocalı soykırımı sırasında Ermenistan'ın "Dağlık Karabağ Savunma Ordusu Komutanı" olan Serj Sarkisyan gibi canileri "Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi" gereğince uluslararası mahkemede yargılatmaya çalışmamız gerekirken, kırmızı halılar ve gül buketleriyle ağırlamak durumunda kalmayalım  yeniden ülkemizde...
Alışmayalım ki, "statüsü belirsiz" sayılmasın Hocalı'nın bir 29 yıl daha...
Alışmayalım ki, alıştırabilecekleri zannıyla aklımız ve vicdanımızla alay etmesin kimse daha fazla!

Yazarın Diğer Yazıları